Önceki yazımda, üniversiteler için olmazsa olmazların ilk üç maddesi olarak, şunları yazmıştım. İdari özerklik, akademik özerklik, mali özerklik. Bu yazımda bir dördüncüsü olan, ‘sosyal özerklik’ ten bahsedeceğim. Üniversitelerimizde, ‘sosyal özerklik’ te olmalıdır. Neden mi? Bakın anlatayım.
Üniversite demek; gençlik demek, hareket demek, yenilikler demektir. Bir şehirde yeni bir üniversite açıldığında, o şehre yeni hocalar ile yeni memurların yanında yeni öğrenciler de gelmeye başlar. Şehrin dışında yepyeni bir kampüs kurulur. Üniversite binaları yurtlar yapılır. Daha önceden görmeye hiç alışamadığınız kıyafetlerle birtakım gençler, cadde ve sokaklarda gezinmeye başlar. Kılık kıyafetleri, saçları, davranışları, bir başka konuşmaları ve hareketleri oldukça hızlıdır.
Üniversite içinde toplumun henüz anlamadığı konularda konferanslar olur, dinlemeye ve görmeye alışık olmadığınız müzik, festival, spor karşılaşmaları düzenlenir. Öğrenciler arasında da, sağ sol muhafazakar görüşte olanlar, Müslüman, Hristiyan, hatta ateist olanlar dahi bulunabilir.
Çokları, biz bu gençleri anlayamıyoruz diyorlar. Anlamaya çalışmazsanız anlamamanız çok normal. Bu gençler, bizim yaşadıklarımızı yaşamadılar. Dedelerimiz birinci dünya ve kurtuluş savaşlarını, babalarımız ikinci dünya savaşını, bizim kuşak Kıbrıs savaşını, Amerikan Ambargosunu, Petrol, sana yağı kuyruklarını, afyon yasaklarını yaşadı. Gençler bunları yaşamadılar. Ancak tarih okuyorlarsa öğrenebildiler.
Çağımız iletişim ve bilgisayar çağı. Kabul etmeliyiz ki, gençlerimiz bu konularda da bizden çok ilerideler. Ben bazı gelişmeleri torunlarımdan öğreniyorum. Benim zorlukla becerebildiklerimi, onlar bir çırpıda yapabiliyorlar. Üniversitede çalışanlar da, hocaları da, giderek bu gençlere ve davranışlarına alışıyorlar. Sabah kalkarsınız her tarafınız ağrıyordur. Fakülteye gidersiniz, öğrencilerin yanında her nedense ağrılarınızı pek hissetmezsiniz, eğri beliniz bir bakmışsınız doğruluvermiştir.
Üniversitelerde devamlı tartışmalar olur, olmalıdır. Devamlı karşıt fikirler çarpışır durur. Konferans için birini davet ederler. Onun anlattıklarına bile karşı çıkanlar olur. Üniversite, işte böyle bir ortamdır.
Bilin bakalım, on liranın arkasında kimin resmi var? 10 TL’lik kağıt paramızın arkasındaki kişi Cahit Arf‘tır. Dünyaca ünlü bir matematikçi Cahit Arf. Arf Sabiti, Arf Halkaları ve Arf Kapanışları gibi terimlerin isim babası. Hesse-Arf Kuramı’nı geliştirdiği Alman matematikçi Helmut Hesse ile beraber çalışmış. Göttingen Üniversitesi’nde doktora yapan Cahit Arf, TÜBİTAK’ın, ilk bilim kurulu başkanı.
“Sadece ODTÜ’nün değil, bilim tarihinin en önemli kişilerinden Cahit Arf’ın bir hatırası belki konuyu anlamanıza yardımcı olabilir. 12 Eylül’den önce rektör yardımcılığı yapan ve Arf ile birlikte ODTÜ İcra Komitesi’nde bulunan Prof. Uğur Ersoy anlatıyor:
“Bir gün Genelkurmay Başkanı’nın bizi görmek istediği haberi geldi. ODTÜ sorununu bizden dinlemek istiyordu. Hocalar olarak, kalktık gittik. Genelkurmay Başkanı’nın odasına girdiğimizde biraz şaşırdık. Oda, üç dört yıldızlı generallerle doluydu. Parti başkanlarına yaptığımız gibi, ODTÜ’deki sorunu genel çizgileri ile özetledik ve hareketimizin kesinlikle siyasi bir niteliğe sahip olmadığını vurguladık. Konuşmam bittiğinde oda derin bir sessizliğe bürünmüştü. Bu sessizliği Genelkurmay Başkanı’nın tok sezi bozdu:
“Hocam, benim anlayamadığım bir husus var. Bizim de üniversitemiz var: Harp Okulu. Orada hiçbir disiplinsizlik yok çıt çıkmıyor. Sizde boyuna sorun çıkıyor. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum.”
“Cahit Hoca yardımıma yetişti: ‘Paşam önce bir soru sorayım size. Harp Okulu’nda öğrencilere ne öğretilmesi gerektiğini biliyor musunuz?’
“Elbette biliyoruz’ diye yanıt verdi Başkan. Cahit Hoca son derece sakin, gülümseyerek devam etti: Bakın Paşam, sorun buradan kaynaklanıyor. Biz öğrenciye ne öğreteceğimizi tam olarak bilmiyoruz. Daha doğrusu emin değiliz. Eğer öğreteceğimiz her şeyden emin olsaydık, o zaman orası üniversite olmazdı. Üniversite, tartışarak gerçeklerin arandığı bir kurumdur. Tartışma olan yerde de sorun çıkması doğaldır.”
“Bugün 10 TL’lik banknotlarda gözlüklerinin üzerinden bize bakan Cahit Arf, 12 Eylül döneminde üniversiteden ilk ayrılanlar arasındaydı. Yeni kurulan YÖK’ün ODTÜ’ye atadığı rektör, ilk iş olarak Arf’ın odasının girişindeki levhadan ismini sildirmişti!” Mekanın cennet olsun sevgili hocam.
Toplum olarak biz, daha üniversiteyi tam olarak anlamamışken bir çırpıda polisi üniversiteye sokarsanız, işte o zaman çok büyük yanlış yaparsınız. Polisimiz de, müdürleri de, toplumun bir parçası olarak bizzat toplumun içinde yaşıyorlar. Onların da aileleri ve çocukları var. Onlarsa, üniversiteyi daha tam olarak anlayamamış içlerine sindirememiş olan grupların içinde olabilirler. Paldır küldür içeri dalarken, yeni filizlenen bir bitki gibi gençlerimizi de fikirlerini de postallarının altında bilinçsizce ezebilirler. Sosyal özerkliğe, bilerek ya da bilmeyerek çok büyük zarar verebilirler.
Üniversite mi toplumu yukarı çekecek, yoksa toplum mu üniversiteyi aşağı çekecek? Bence ilki olmalı. Üniversiteye her yeni katılan, bir şeyler getirir. Kimi sazını, kimi gitarını, kimi bilgisini, kimi kazanımlarını, kimi de şivesini. İster hoca, ister memur, ister öğrenci, ülkemiz için zararlı ve yıkıcı olmamak kaydıyla, her yeni gelen, üniversite için bir kazançtır. Öğrenci polisle konuşuyor. –‘Polis abi, ben buraya beş yüz’ün üzerinde bir puanla, ilk binlik dilimden girebildim. Sen ise, puansız paldır küldür giriyorsun’. Bir düşünün bakalım, bu doğru mu? Haydi o polislerimiz gibi, siz de cevap verin bakalım. Polisimizin de, üniversite öğrencilerimizin de toplumumuzun birer parçası olduğunu unutmayalım.
12 yorum
Hocam kalemine sağlık. Her zamanki gibi görmeyen görsün duymayan duysun diye didaktik tane tane anlatmışsın. Seni sevgiyle selamlıyorum sağlıkla kal Haldun Hocam.
Sevgili hocam yine ülkenin ufku olan yeni nesil için çok güzel bir yazı yazmışsınız. Teşekkürler.
Degerli hocam
Makalesini dikkatli ve heyecanla okudum.sizin görüşte universite hocalarının sayısı ne yazikki cok azaldı.bu yazinlada bizlere ışık saçıyorsun
Saygı ve sevgilerimle
Elinize yureginize saglik hocam. Cok guzel bir yazi olmus. Universiteye her gelen katki saglar yuceltir derken dayatilanlar da dahil sanirim. Ancak o yuksek beyinli insanlari da yonetmeye yuksek irfanlar gerekir.
Sayın Dr Güner;
“Sosyal ozerklik” hic bilmediğim bir kavramdı; çok bilgilendim. Teşekkür ederim.
Saygılarımla 🌻
Haldun abi, çok güzel bir yazı. Şayet iznin olursa yaklaşık 100 kişilik kadın doğum watsap grubumuz var. Gruba yollamak isterdim. Saygı ve sevgiler.
Sayın hocam tekrar yazılarınızı okumaktan mutlu oldum Kütüphanemize bekliyorum
Saygılarımla
Arzu Ağaoğlu
Değerli hocam, insanları sağlığına kavuştururken güven veren tavrınız tedavi sonuçlarınızı aile olarak yaşamıştık. Üniversiteden ayrılmanızda bizim ve birçok insan için kayıptı. O boşluğu daha geniş kitlelere ulaşmasını dilediğim bu güzel dingin bilgilerle bizim için doldurdunuz. Çok sağolun hocam.
Sevgili Haldun, olayı çok güzel özetlemişsin.Tebrikler!!!!
Başta siyaset erbabı olmak üzere tüm yurttaşlarımıza iletilebilmesi umuduyla…
Gayet güzel ifade etmişsiniz. Yüreğinize, kaleminize sağlık.
Gelin görün ki bu ülkede insanlar hak-kukuk-adalet-liyakat derken, genel olarak, herkes sadece kendisi ve kendi cenahı için talepte bulunuyor aslında. Şu ve bu sebeple öteki kabul ettiğimiz herkesi/her kesimi içerecek şekilde talep etmeliyiz bunları.
Geçmişte yapılan çokca yanlış var. Yanlışı yapmış olanlar hatasını kabul edip özür dilemeli, yanlışa maruz kalanlar da affetmeyi becermeli. Rövanşizmden, intikam duygularından kurtulmak şart.
Hasılı kelam eğitim şart 🙂
Haldun agabey hala yaziyorusn. Ne guzel. Saygi ile.
Sevgili Haldun kardeşim, eline kalemine sağlık. Yazılarını zevkle okuyorum.