Aziz okurlar ve sahip olduğu; tarih bilinci, tarih şuuru ve insanoğlunu yaratılmışların en şeref ve onurlusu yapan milli ve manevi değerlerin izdüşümü olan milli şuur ile geçmiş ve bugün, şimdi ve gelecek arasında anlamlı bağlar kurarak çocuklarımızı ve gençlerimizi geleceğimiz olarak görme feraset ve iradesine sahip, bu irade ve niyetle mensubu olmaktan gurur ve onur duyarak milletiyle övünen, bir elinde profesyonelce yürüttüğü mesleğiyle ilgili yeterlik alanlarını ifade eden en güncel ve mutlak doğruya en yakın değerde modern ve çağdaş eğitim-öğretim ve bilgi teknolojileri, diğer elinde benimseyip özümseyerek berraklaştırdığı ve daha anlaşılır hale getirip ayrım gözetmeksizin bütün insanlığa katkı sağlayacak medeniyet değerlerine dönüştürdüğü kadim milli, manevi ve kültürel değerler olan civanmert öğretmenlerimize sonsuz selam, sevgi ve saygılarımı iletiyorum.
Bilindiği gibi şu an itibariyle insanların ve canlıların eksiksiz ve tüm detaylarıyla nasıl öğrendiğini tam olarak açıklayamıyoruz. İnsan dediğimiz canlı; varlığı özünden önce gelen ve kendisine biçilen o yüksek değere ulaşabilmek için erdemli olma, ideal olma ve insanı kâmil olma çabası içine girer ve tam manasıyla insan olma özüne ulaşmaya çalışır. Değerli dostlar, işte bu öze ulaşma çabası içerisine giren insan canlısına profesyonel düzeyde yardım ve destek sağlamak için eğitimciler devreye girerler. Çünkü bu kritik süreç tesadüflere bırakılamayacak kadar önemli ve hayatidir. İnsan canlısının var olduktan sonra kendini gerçekleştirme adına insan olma özüne ulaşma çabasının ve bu gelişimsel sürecin ana parametresi; akıl etme, aklını kullanma ve düşünerek akıl yürütmedir. Cenabı Allah’ın yüce kitabımızda da belirttikleri gibi, “akıl edilmesi” ve aklın kullanılması istenmektedir. Biyolojik, sosyal, psikolojik ve kültürel bir varlık olan insanın; kendisine bahşedilen ve her bir insan için kendisine özel olan beden teknolojisi ölçeğinde kâinatın sahibi olan mutlak otorite ve mutlak aklın uzantısı ve temsilcisinin aklımız olabileceğini idrak etmek gerekir. Öyleyse en önemli eğitim meselemizin işte bu aklın geliştirilmesi, kullanılması ve böylece düşünsel süreçlerde varlık, bilgi ve değerleri öncelikli olarak zihinsel süreçlerde temellendirmek olacaktır. Felsefenin temel sorgulama alanları olan bu üç temel problemin doğal olarak felsefenin sorgulama alanları olduğu unutulmamalıdır. Bu dinamik sürecin ortaya çıkardığı değerler boyutuyla hayal kurmayı da kapsayacağı bilinmektedir. Gerçekten hayal geleceğin tasarımıdır. Hayaller geçmişe yönelik değil, geleceğe dönük olarak kurulur. İşte bu noktada imkânsızı mümkün kılan felsefe olarak tanımlamaya çalıştığım “Teyo Pehlivan felsefesi” çok önemli ve değerlendirildiği zaman, özellikle eğitim açısından anlamlı olacağını belirtmek isterim. Çünkü Erzurum Hasankaleli olan ve post modern Don Kişot olarak tanımlayabileceğim Teyo Pehlivan; önce bir hayal kurar, bu hayale kendisi de kesinlikle inanır ve bu hayal dünyasında (fıkrada) bir problem yaratır ve o problemi Teyo Pehlivan’a çözdürür. Problemin çözümü o an itibariyle her ne kadar imkânsız olsa da, ilerleyen zamanlarda mümkün olduğunu görüyoruz.
Eğitim ve öğretim süreçlerinin öğrenciler açısından en değerli kazanımlarından birisinin de yeni projeksiyon ve perspektifle ve geçmişten alınacak derslerle anın yaşantılarının yeniden biçimlendirilip değerlendirilmesiyle geleceğin tasarımı olan hayal dünyası olmalıdır. Bu sürecin bir diğer adı da; edinilen öğrenmelerin kullanılmasıyla ve çoğunluğun üzerinde ittifak edeceği doğruya daha yakın değerde yeni bilimsel gerçekliklerin üretilmesidir. Elbette ki bu yeni değerler varlık, bilgi ve değerlerle ilgili olacaktır. Yada edinilen öğrenmelerin ürüne ve teknolojiye dönüştürülmesi denilebilir. Günümüzde yapay zekâ konusunda çok ileri düzeyde çalışmalar yapılıyor ve gerçekten zamanımızı aşan boyutta sonuçlara ulaşılıyor. Ancak bana göre yapay zekâyı daha gerçekçi ölçekte insanileştiremeyen olay; yapay zekânın hayal dünyasının olmamasıdır. İnsan canlısının yani her insanın öğrenmesinin ancak kendi parmak izi kadar kendisine özel olduğu düşünüldüğünde, bu özelden edinilen öğrenmelerin de kişiye özel boyutlar içerdiği anlaşılacaktır. İnsanları birbirinden farklı kılan özelliklerin de, sahip olunan ve doğumla getirildiği düşünülen teknolojiler olduğu anlaşılmaktadır. Kâinatı belli bir düzen ve sistem boyutuyla yaratan Allah, insan canlısı dahil tüm canlıları var ederken her bir nefsi orijinal, eşsiz ve benzersiz, kısacası fotokopisiz var etmiştir. Onun için diyoruz ki; geçmişte, şimdi ve gelecekte ne kadar insan varsa o kadar farklı felsefe (düşünme ve değerlendirip algılama) vardır.
Son zamanlarda insan psikolojisi alanında yapılan araştırmalarda, yapılandırmacı öğrenme süreci olarak tanımlanan yaklaşım, temelinde bireyin kendisinin sahip olduğu teknolojiler çerçevesinde kendisine göre öğrenebildiği, bu öğrenmelere dayalı olarak kişinin kendi dünyasını tanzim ettiği, böylece kendi edindiği bilgiyi kullanarak çoğunluğun üzerinde ittifak ettiği ve doğruya daha yakın değerde bilgi üretebildiği kabul edilmiştir. Dolayısıyla öğretmenlerimizin öğrencilerine paketlenmiş hazır bilgi vermeleri şeklinde bir öğretim strateji, yöntem ve tekniğin ifade etmeye çalıştığım sonuçları doğurmayacağı kabul edilmelidir. İşte bu detaylar çerçevesinde öğrencilerine paketlenmiş hazır bilgi veren öğretmen yerine, öğrenmeyi öğrenmiş olarak kendisi her türlü bilgi kaynağına ulaşarak öğrenen öğrenciye rehberlik ve kılavuzluk yapan öğretmene ulaşmak zorundayız. Aksi halde tüm yapılanlar ezberden öteye gidemeyecektir. Eğer ezberlenen dünün, bugünün ve geleceğin değişmez ve mutlak doğrusunun bilgisi ise belki kabul edilebilir. Ancak bilindiği gibi özellikle müspet bilimler adına dünün, bugünün ve yarının değişmez ve mutlak doğrusunun bilgisine henüz insanlık ulaşamamıştır. Peşinden koşulanlar sadece çoğunluğun üzerinde ittifak ettiği ve o an itibariyle doğruya daha yakın olduğu düşünülen bilgidir. Bu durumda öğrenmeyi de; edinilen ve o an itibariyle doğruya daha yakın olduğu düşünülen bilgiyi kullanarak, doğruya daha yakın değerde yeni ve güncel bilgi üretebilmek olduğu şekliyle tanımlamak doğru olacaktır. Bilgi bu çerçevede görecelidir ve bugün doğruya daha yakın, ancak yarın uzak olabilir.
Bu bakış açısıyla sürekli edindiği öğrenmeleri kullanarak yeni ve bir adım daha ilerde olan güncel bilgiyi üretebilen, kısacası edinilen öğrenmeleri teknolojiye dönüştürebilen ürün odaklı bir sisteme ihtiyaç vardır. Öğrenmeyi öğrenen ve yeni bilgi kaynaklarına kesbi yollarla (okuyup, araştırıp, ortaya çıkarıp yeni analiz ve sentezler yaparak bilgiye ulaşma) ulaşabilen, bu çerçevede ve dünyanın değişmeyen tek gerçeği olan değişimi yakalayarak kendini sürekli güncelleyebilen öğretmen adaylarını yetiştirmeliyiz. Şu anda bu mantık ve akıl ile kendi sınırlı imkân ve fırsatlarıyla lisans eğitimi aldıktan sonra lisansüstü eğitim alma başarısını göstermiş öğretmen adaylarının mutlaka başka herhangi bir koşul veya seçmeye tabi olmadan, bu milletin geleceği olan çocuklarımızı yetiştirmelerine imkân ve fırsat verilmelidir. Bu öğretmen adaylarımız; 4 yıllık lisans eğitimi sonunda bilgideki görecelilik çerçevesinde kendilerini mesleki ve bilimsel açılardan güncellemişlerdir. Amasız ve fakatsız olarak öğretmen kalitesinin artırılmasının en temel dayanağının lisansüstü düzeyde alınan eğitimde başarılı olarak diplomaya sahip olmaktır. KPSS sınavlarında geçmişte yaşanan vahim olaylar ve genelde ezbere dayanan bilişsel öğrenme alanının; ilkeler ve genellemeler bilgisiyle ve akabinde de güvenirlik ve geçerliği sürekli tartışılan mülakat sınavlarıyla atanmanın eğitimde beklenen kaliteyi getiremediği ortadadır. Eğitim sorunlarının çözülmesinin ana dayanağı bilimsel gerçekliklerden yola çıkmaktır. Birçok gelişmiş ülkede öğretmen olabilmek için yapılan devlet sınavları vardır ve bunun alternatifi de alınması gereken lisansüstü eğitimlerdir. Eğer insani olarak öğrenmenin ve yeni bilgi teknolojilerine ulaşmanın yolu bu ise, öncelikli olarak belirleyici kriter de bu olmalıdır.
Bu önerilerimi özellikle üst siyasi otoriteye, Milli Eğitim Bakanlığı ve genel Eğitim Yöneticilerimize sunmak istiyorum. Umarım değerlendirirler ve kesinlikle vakit geçirmeden ülkemiz ve milletimiz adına hayata geçirirler. Bu uygulamayla tüm öğretmenlerimize ve atanmak isteyen öğretmen adaylarımıza çok yüksek düzeyde bir motivasyon kazandırarak, kendilerini daha yeni ve doğruya daha yakın değerde bilgi, eğitim ve öğretim teknolojileriyle kendilerini yenileme ve güncelleme imkân ve fırsatı verecektir. Bakanlık yetkililerimizle beraber sayın Bakanımızın rehberliğinde öğretmen yetiştirmede özlenen kalitenin yakalanması için gelişmiş toplumlarda örnekleri olan bu uygulamanın hayata geçirilmesi önemli olacaktır. Ancak ne yazıktır ki, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çalışan ve büyük zorluklarla yüksek lisans eğitimi alan öğretmenlerimize, bu çaba ve gayretin en azından bir karşılığı olsun diye “Uzman Öğretmen” olarak ödenen ücretlerdeki çok cüzi bir fark bile uygulamadan kaldırılmıştır. Halbuki üniversitelerimizde görev yapan öğretim üyelerinin unvanları karşılığı aldıkları ücretleri de farklıdır. Lisansüstü eğitim almış olan öğretmenlerimize yer değiştirmelerde verilen ek puanlarda ellerinden alınmıştır. Öğretmen sendikalarının öğretmen kalitesinin yükseltilmesi noktasında daha gerçekçi ve bilimsel ölçekte düşünmesi beklenir. Elbette ki lisansüstü eğitim alan bir öğretmenle almamış bir öğretmen arasında bir fark olmalıdır. Bu yeni durum öğretmenlerimizin lisansüstü eğitim almaları heves ve motivasyonlarını yok etmiştir. Bu yanlışın ortadan kaldırılması için saygıdeğer bakanlık yetkililerimizin mutlaka tedbir almaları, eğitim ve öğretim adına çok ama çok değerli ve önemli olacaktır.
Bahse konu sendikalara, en başında eğitim fakültesi mezunlarının KPSS gibi sınavlar olmadan Milli Eğitim Bakanlığına öğretmen olarak atandıkları dönemlerde sırf öğretmen olup atanmak için eğitim fakültelerini tercih eden öğretmen adaylarının belki de yasal olarak hak ettikleri atanmalarının yapılması için benzer şekilde dava açmalarını öneriyorum ve bekliyorum. Çünkü bu mantık ve elde edilmiş haklar çerçevesinde daha sonra uygulamaya konularak öğretmen olma kriteri olan KPSS ve mülakat sınavları daha sonra bu bölümleri tercih edecek olanları bağlamalıdır. Gerçekten de ortada elde edilmiş bir hakkın kaybı söz konusudur. Demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan ülkemizde ve kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde elde edilmiş bir hakkın kaybı söz konusu olmamalıdır. Ayrıca, bazı öğrenciler üniversitelerimizde kurumlar arası yatay geçişler çerçevesinde örneğin; işletme, iktisat ve kamu yönetimi, okulöncesi anabilim dallarından kriter bir KPSS puanına gerek olmadan atamalarının yapılmasından dolayı AGNO’ larını 4 üzerinden hemen hemen 4 tutturarak Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalına yatay geçiş yapan farklı lisans öğrencilerinin bu yasal çerçevede bir hak kaybı iddiasında bulunularak atanma talepleri olabilir diye düşünüyorum.
Herhalde öğretmen sendikaları bu konuda da yasal mevzuatlarımıza uygun bir araştırma yapabilirler. Özellikle PDR mezunlarını gündeme getirmemin nedeni; eğitim ve öğretim sistemi olarak en başından en sonuna kadar hedeflenen başarıyı yakalamak için öğrencilerimize rehberlik ve psikolojik danışmanlık yapılması ve ancak bundan sonra daha etkili bir eğitim ve öğretim hizmetinin verilebilmesinin yolunun açılacağı unutulmamalıdır. İfade etmeye çalıştığım gibi, her insanın öğrenmesi onun parmak izi kadar ona özeldir. İşte bu özelden içeriye girilerek uygun öğretim/öğrenme strateji, yöntem ve tekniklerinin devreye sokulabilmesi için öğrencilerimizin tüm detay ve boyutlarıyla tanınması gerekir. Bu yaşamsal ve dinamik sürecin adı rehberliktir. Bugün ilk, orta ve lise (birinci ve ikinci kademe) okullarımız çerçevesinde öğrenci mevcudu oldukça fazla olan her okulumuzda ya yok, ya da bir veya iki PDR’ci bulunuyor. Maalesef köylerimizde bulunmuyor. Halbuki köylerimizde sadece öğrenciler için değil, ebeveynler için de rehberliğe ve hatta psikolojik danışmaya olağanüstü ihtiyaç vardır. Terör örgütleri kendilerine eleman devşirirken Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık hizmeti verilememiş ailelerin çocuklarını hedef seçiyorlar. Aile içi şiddet ve hatta cinsel şiddet konularında da çok önemli ve profesyonel düzeyde ciddi çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu aileler, kendi çocuklarını bırakın ülkemizin ve milletimizin geleceği olarak görmeyi, kendi gelecekleri olarak bile göremiyorlar ve o çerçevede koruyucu ve kollayıcı bir özen gösteremiyorlar. Ancak bu görevi yerine getirmek ve bu hizmeti profesyonel düzeyde yürütebilecek PDR mezunlarının mutlaka atanmaları, bu profesyonel destek işini Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık olarak en sağlıklı bir şekilde yürütecek olan mezunlarımızın köyler dahil tüm okullara yeterli sayıda atanmaları sağlanmalıdır. Pandemi döneminde öğrenciler ve ebeveynlerin bu hizmetlerden yararlanmaları kaçınılmaz bir hal almıştır. Alanında veya özellikle Eğitim Bilimlerinde yüksek lisans ve aynı zamanda doktora eğitimini tamamlamış elemanların atanmaları için sayın yetkililerimize ve sayın Bakanımıza önerimi duyurmak istiyorum.
Saygı ve sevgilerimle.