İçinde yaşadığımız çağda sosyal medya ortamlarına baktığımızda ve bilhassa gençlerin yönelimlerine dikkat kesildiğimizde nasıl bir halet-i ruhiye hakimdir ve nasıl bir gelecek bizi beklemektedir?
Bu meseleyi hakkıyla çözümleyebilmek açısından meselenin görünür olduğu formların bileşenlerine dikkatle bakma zarureti bulunmaktadır. Bazı faktörleri şimdilik ihmal ederek üç bileşeni analiz edebiliriz. Bunlar; iletişim araçları ve dijitalizm, sekülerleşme ve hikmet yoksunluğu olarak düşünülebilir.
Türkiye Osmanlı’nın son döneminden itibaren modernleşme süreci dolayımıyla bir kırılma yaşamış ve bugün kazandığı form bu kırılmanın farklı bileşenlerle etkileşimleri içinde oluşmuştur. Fakat Türkiye’nin küresel dünyaya entegrasyonu 1980’lerden sonra adım adım gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de işleyen kültürün bir şekilde bu süreçlerle ilintisi kurulmadan anlaşılamaz.
1980’den itibaren Türkiye de iletişim alanında tedrici olarak dünya konjonktürü ile birlikte gelişme gösterdi. Bu bağlamda sabit telefonlardan televizyonlara, ardından internetten cep telefonları ve nihayetinde “youtube”, “instagram”, “Twitter” vb. birçok sosyal medya aracı insanlar arası etkileşimi farklı bir boyuta çevirmiştir. Öyle ki sosyal medya kendi dilini ve içeriklerini de üretmiştir.
Bu minvalde “sosyal medya fenomenleri”, “youtuber”lar, “influencer”lar sosyal medyanın özneleri olarak devreye girmişler ve neredeyse tümü ingilizce olan tabirlerle buraları yönetmektedirler. Burada konumuzla ilgili olarak iletişim ve dijitalizm bağlamında iki noktaya dikkat çekmeliyiz. Birincisi, mekanın anlamı değişirken her şey bir görüntüye ve sanallığa indirgenmiştir. Artık görüntüler gerçekliğin yerine ikame olmaya başlamıştır. İkincisi ise, derinlik zayıflarken yüzeyselleşme artmıştır. Üçüncüsü, youtuber ve influencer’lar eskinin alim, entelektüel ve aydınlarının yerlerine ikame olmuşlar ve kitleleri(ni) idare etmektedirler.
Değişimde diğer bileşen sekülerleşmedir. Sekülerleşme kavramı uzun tartışmaların konusu olsa da, özünde Tanrı’nın insan hayatından artık bir referans olmaktan çık(arıl)masıdır. Sekülerleşme bugün öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, “dindar” denilen portrelerde de ciddi değişimleri birlikte getirmiştir. Değişimler ciddi olarak gözden geçirildiğinde, sekülerleşmenin derinleşerek çok farklı toplumsal katmanlarda yoğunluğunu artırdığını gözlemlemekteyiz.
Diğer bileşen ise bunlara bağlı olarak “Hikmet” ve “derinlik”ten kopuştur. İşte bu kopuş sadece dinle bağlantılı bir mevzu olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü bu aynı zamanda akıl, bilgi ve meseleleri daha köklü düşünmek ve karar vermekle ilgili bir handikapa işaret etmektedir.
Şu anda iletişim araçlarıyla bilgi bolluğu yaşandığı bir dönemdeyiz. Ancak bilgiye erişimle mütenasip bir “hikmet”li bakış söz konusu değildir. Hatta giderek eğitsel süreçlerde de bunu zayıfladığını müşahede etmekteyiz.
Böyle bir konjonktürde fikirlerin “doğru”luk ve “yanlış”lığından ziyade her şey bir taraftarlığa dönmüş görünmektedir. Herkes bir diğerinin haddini laf canbazlığı (ki burhani delil değil safsata ve retorik) ile bildirmeye yönelmekte. Böylece günün sonunda galibiyetler (!) hiçbir hikmet çıktısı sağlamamaktadır.
Öte yandan üsttenci ve özgüvenli tavırlar öne çıkmaktadır. Burada İslam açısından tavsiye edilen “mütevazilik” artık zayıflık sayılmaktadır. Daha çok duygusal tatmin olmuşluklar öne çıkarılırken, tefekkürden ciddi bir uzaklaşma kendisini göstermektedir. Özgüvenli tavırlarla mütenasip bilgide derinlik kalmadığından “aforizmatik cehalet”e boğulmuş bir dijital dünya görünmektedir.
Kitleselleş(tir)me iki enstantaneyi bende çağrıştırmaktadır. Birincisi, yerli filmlerde köyünden İstanbul’a göç eden insanlara “yardım” vadinde bulunanların sömürmesi ve her yardımsever görüntünün bir egemenliğe ve sömürüye dönüşmesi. İkincisi de, Güldür Güldür programında “Ben Seni Dinledim” tartışma skecinde “Hüseyin”in (popülizm, yüzeysellik ve safsata) “Mesut” (bilgi) üzerinde sürekli egemenliği.