Bilindiği üzere geçtiğimiz yıl ağustos ayının başlarında doçentlik kriterlerinde değişiklik yapıldı. Alanım tıp olduğu için sağlık bilimleri alanındaki bu değişiklikleri yakından takip ettim. Bu değişikliklerden biri ‘Eğitim-Öğretim Faaliyeti’ başlığında gerçekleşti. Daha önceleri bir dönem ön lisans veya lisans düzeyinde verilen ders yeterli iken, yapılan değişiklikle ön lisans ibaresi kaldırıldı ve en az 4 yıl lisans/lisans üstü programda ders verme şartı getirildi. Bu değişikliklerin üzerinden bir hafta geçmeden eğitim-öğretim faaliyeti asgari süresi 4 yıldan 2 yıla indirildi. Böyle bir geri adımın neden atıldığı tam olarak bilinmese de benim görüşüme göre doğru bir düzeltme yapıldı. Doğru bulma sebebim sağlık bakanlığının atama usul ve esaslarından kaynaklanmaktadır.
Mazerete dayalı atamaların ilki, sağlık mazeretine dayalı olanlardır. Atamaya tabi olan birey, kendisi veya yakınlarıyla ilgili sağlık mazeretini gösteren bir raporu bakanlığa sunar, ilgili kurul değerlendirir ve mazeret kabul edilirse uygun pozisyonda kadro açılır. Suistimal edilmediği sürece, bu madde en insancıl olanıdır. Neden suistimal kelimesini vurguladığımın sebebi ise 14 yıllık meslek hayatımda maalesef bunun da suistimal edilebileceğini görmüş olmamdır. Ancak kurul üyeleri genellikle bu suistimallere geçit vermediği için adil bir karar alındığını söyleyebilirim.
İkinci mazeret ataması ise aile birliğinin korunması adına yapılanlardır. İşte burada karışıklık başlıyor ve üzerinde durulması gereken nokta burasıdır. Eşler aynı kurumda çalışıyorsa, astlık-üstlük sıralamasına göre atamaya tabi olurlar. Eşler farklı kurumlarda çalışıyorsa, belirli kriterlere göre atamalar yapılır. Dikkat çekmek istediğim madde ‘Eşi, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu kapsamında kurulan üniversitelerde öğretim üyesi olanların ataması, eşinin görev yaptığı yere yapılır’ kriteridir. Eğer eş akademik bir kurumda öğretim üyesi ise, atamaya tabi olan diğer eş de akademisyen olduğu yere atanır. Akademik düzlemde bu oldukça makul bir uygulamadır. Ancak sağlık alanında bu durumun pratiği biraz farklıdır.
Ülkemizde birçok vakıf üniversitesi bulunmakta ve bunlara bağlı birçok tıp fakültesi veya sağlıkla ilgili programlar mevcuttur. Ancak bu bilim yuvalarının çoğunda maalesef yeterli derslik bulunmamaktadır. Bu sorunun çözümü için öğrencilerin mağdur edilmemesi adına sağlık bakanlığı ile bir protokol imzalanmıştır. ‘Vakıf Üniversiteleri ile Özel Hastanelerin İş birliği’ protokolüne göre, fakültesi olan ancak sağlık araştırma merkezi kapasitesi yetersiz olan vakıf üniversiteleri, özel hastaneler ile iş birliği yapabilecek ve uygulama alanları bu hastaneler olacaktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Bu üniversitenin öğretim üyeleri kimdir? Tabii ki özel hastanede çalışan hekimlerdir. Bünyelerinde birçok eğitim-öğretim faaliyeti için akademisyen bulunmakla birlikte, işin ticari boyutu da vardır. Bu vakıf üniversitelerinin akademik kadroları, üniversite ile aynı şehirde olmak zorunda değildir. Örneğin, İzmir’deki bir vakıf üniversitesinin öğretim görevlisi, Gaziantep’teki bir özel hastanede çalışabilir. Özel hastaneler, çalıştırmak istedikleri hekimlere Dr. Öğretim Üyesi, Doçent veya Profesör kadroları teklif edebilir. Bu şartı kabul eden hekimin asıl görevi özel hastanede hasta takip ve tedavi yapmaktır, ancak bu kadroya atandıktan sonra ayda bir eğitim faaliyeti için ders verebilir. Akademik kadroların ülkemizde hangi liyakat sonucu dağıtıldığı kısmı oldukça tartışılmıs olup bu konuya değinmeyeceğim, ancak bu kadroların başkalarının hayatını etkilediğini belirtmek isterim.
İsim ve kuruluşları tamamen uydurma bir senaryo çizelim. Ahmet ve Mehmet, dahiliye uzmanlık eğitimlerini İzmir’de aynı üniversitede tamamlamış olsunlar. Mehmet’in eşi, İzmir’deki X özel hastanesinde çalışmaktadır. Mehmet’in ataması yaklaştığı için, Mehmet’e bir mazeret bulunursa, Mehmet İzmir’de kalabilir. Sağlık mazereti yoksa ne yapılabilir? Mehmet’in eşine X özel hastanesinin bağlı olduğu vakıf üniversitesinden Dr. Öğretim Üyesi kadrosu verilirse iş tamamdır. İlgili kadro hızlıca ilana çıkar ve Mehmet’in eşi o kadroya atanır. Mehmet’in eşinin görevinde herhangi bir değişiklik olmaz, daha önce nasıl çalışıyorsa öyle çalışmaya devam eder özel hastanede, ancak artık bir Dr. Öğretim Üyesi görevlisi kadrosu vardır. Mehmet’in bir mazereti olur, ama Ahmet’in yoktur. Her ikisi de akademiye meraklı kişilerdir. Fırsat olsa akademik faaliyetlerini tamamlayıp kariyerlerinde ilerlemek isterler. Devlet hizmet yükümlülüğü kurasına katılırlar. Talih Mehmet’e güler, çünkü eş durumu mazereti nedeniyle İzmir’deki bir eğitim kliniği olan hastaneye atanır. Ahmet ise Cizre Devlet Hastanesi’ne atanır. Mehmet’in mazeretle atandığı hastanede eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütebilir. Yeni kriterlere göre, 2 yıl sonra bu kriterleri tamamlamış olacaktır. Donanımlı bir hastanenin imkanları nedeniyle diğer kriterleri de hızlıca tamamlayabilecektir. Ahmet ise Cizre’de akademiye özlemle işini yapmaya devam eder. Var ise çocukları için okul arayışına girer, eşi çalışıyorsa bağlı olduğu kuruma göre pozisyon aranır. 500 günlük zorunlu hizmet tamamlandıktan sonra kurum içi atamaya başvurmak isteyecektir, ama istediği yerin açılacağı belli değildir! O, İzmir’i çok istemiş, kurulu düzeni olan memleketine dönmek istemiştir, ancak kurada İzmir yok. Bir dönem daha bekler, yine çıkmaz. 2,5 yıl geçer ve artık akademik kariyerine başlamak için hiç bilmediği başka bir büyükşehre gitmeye karar verir ancak hizmet puanı tutmadığından yerleşemez. Bu böyle gitmeyecek. İzmir veya istediği donanımlı bir eğitim hastanesine gitmesi kurum içi atama ile olmayacak gibi görünmektedir. Sağlık bakanlığı bu mağduriyeti en aza indirmek için hekimlere kuradan bağımsız üst bölge tayin hakkı tanımıştır. Ancak Ahmet’in buna başvurması için yaklaşık 8 yıl Cizre’de görev yapması gerekmektedir (gidilecek bölgeye göre değişmektedir ve uygun PDC olması şartı vardır). Diğer seçenek ise ya istifa edip açıktan atama kurasında şansını denemek ya da özel bir hastane ile anlaşmaktır. Bu arada Mehmet doçentlik unvanını almıştır. Ahmet ise hem kendi hem de ailesinin geleceğini düşünmektedir.
Anayasamızda herkes için fırsat ve imkan eşitliği maddesi bulunmaktadır. Sizce Mehmet ve Ahmet eşit/adil şartlarda mı hayat mücadelesi vermektedirler? Mazeret atamaları gibi pozitif ayrımcılık insani veya zorunlu bazı hallerde kabul edilebilir ve olmalıdır da. Ancak bu atamaların kişiler arası fırsat ve imkan eşitliği ilkesine aykırı olmaması gerekmektedir. Bu konuda çözüm arayışları geliştirilmeli ve bireyler arası bu haksızlığa son verilmelidir.
1 yorum
Her harfi sonuna kadar doğru. Bir yaraya parmak bastığınız için tebrik ederim. Ancak bir de anadoludaki kaderine terkedilmiş tıp fakültelerinin acıklı haline ne demek lazım? Örneğinizdeki Ahmet izmir diye ısrar etmeseydi hem anadoluda bir tıp fakültesinde akademik kadroda göreve başlayabilir ve de doçent olma yolunda vakit kaybı olmamış olur, hem de o tıp fakültesinin bir yarasına merhem olmuş olurdu. Bir de olaya bu şekilde bakmak lazım. selamlar….