Liyakat! Bireylerin herhangi bir alanda uzmanlaşmasını ifade eden ve duyduğumuzda hepimizin hoşuna giden kelimelerden. Ancak güzel ülkemizde liyakatli insan yetiştirmek için sarf edilen çabaların ne kadar yeterli olduğu ciddi anlamda sorgulanması gereken bir durum. Liyakatli insan yetiştirmeden görevlerin layık olanlara verilmesinin mümkün olmadığı herkesin malumu! Görevlerin layık olanlara veril-e-memesi ise son peygamberin ifadesiyle toplumun kıyameti!
İnsanı yaratan Yüce Allah, onu bir maceraya sürüklememiş ve kullanım kılavuzunu da kendisine sunmuş. Gerek fıtratına yüklediği kabiliyetler gerekse peygamberler vasıtasıyla ulaştırdığı bilgiler kanalıyla ona doğruları ve yanlışları göstermiş. Bu bağlamda liyakatli insan yetiştirme ve görevlerin layık olanlara verilmesi şeklindeki kabul, inançla ya da inançsızlıkla alakası bulunmayan, buna mukabil insanın fıtratının kendisine seslendirdiği bir gerçeklik olarak karşımızda.
Burada hadisenin ebeveyne, bireye ve topluma (devlete) bakan yönleri var. Ebeveynin görevi, çocuğuna disiplin ve çalışma azmi kazandırması ve onu hayata hazırlaması. Bireye düşen, ebeveyninin ve öğretmenlerinin yönlendirmeleri doğrultusunda kendisini bir alanda yetiştirme kararlılığı kazanması ve bunu sürdürmesi. Toplumun vazifesi ise bireyin kendisini yetiştirebileceği ortamı sağlaması. Bugün ülkemizde -Allah’a şükürler olsun ki- kaliteli bireylerin yetiştirilebilmesi için her türlü imkân söz konusudur. Ancak dünyaya yön verenlerin estirdiği rüzgarlar maalesef bu ortamı baltalamaktadır. Neredeyse ilkokul çağlarına kadar düşen cep telefonu ve internete erişim imkânı, neslimizin kendisini yetiştirmesi ve işine odaklanması boyutunu olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle eğitim müesseseleri açısından bakıldığında durum içler acısıdır.
Neslimizin kendisini cep telefonlarına kaptırdığı bir ortamda maalesef eğitim müesseselerimizdeki kalite de ciddi anlamda düşmüş durumdadır. Yeni sürece adapte olmaktan başka çarenin de pek fazla görünmediği dünyamızda kaliteli insan yetiştirebilmek için olağanüstü çabaların sarf edilmesi gerektiği ortadadır. Üzülerek belirtmeliyiz ki bugün üniversitelerimizde öğrencilerimizin büyük çoğunluğu yabancı dilleri öğrenemez hale gelmiştir. Dil ile ilgili bu eksikliğe alanla ilgili yetersizlikler de eklendiğinde liyakat oranının hangi seviyelerde seyrettiğini ifade etmeye sanırım ihtiyaç kalmayacaktır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen kendisini yetiştirme azim ve kararlılığında olan %10 gibi küçük kitlenin varlığını da görmezden gelmiyoruz. Bizim vazifemiz oldukça düşük olan bu oranı yukarılara doğru taşımaktır. Bunun için neslimize varlık şuuru (niçin var olduğunu, nereden geldiğini, nereye gittiğini) kazandırmaya devam etmeliyiz. Bu bağlamda doğru tarih bilinci ve doğru yaşam bilinci en başta gelen parametlerdendir. Birbirlerine sürekli gerçekleri hatırlatanlar ve doğru yolda sebat etmeyi öğütleyenler (Asr Sûresi) hem dünyalarını hem de ukbalarını kurtaracaklardır.
Liyakatli insan yetiştir-eme-me sıkıntısına görevlerin layık olanlara veril-e-memesi problemi de eklendiğinde sarmal daha karmaşık hale gelmektedir. Görevlerin nitelik açısından en iyi olanlara verilmesi beklenirken çoğu zaman nicelik şartlarını sağlayanlar arasından seçimler yapıldığına tanık olunur. Bu ise sadakatin liyakate galibiyeti anlamına gelmektedir. Halbuki liyakat her zaman sadakate galip gelmelidir. Tabi bu liyakat sahiplerinin sadakatsiz oldukları manasına da gelmemelidir. Liyakat sahipleri olması gerekeni yaparlar ancak çoğu zaman bu menfaat sahiplerinin hoşuna gitmez. Burada şeriatın kestiği parmak acımaz (hukukun kararları toplumun menfaatinedir) misali liyakat sahiplerinin yaptıklarının da son kertede toplumun menfaatine olduğu fark edilmelidir.
Görevlerin liyakat sahiplerine verilebilmesi için karar mekanizmalarının da özel kişilikler üzerine değil tüzel kişilikler üzerine kurulması gerekir. Zira karar verirken özel kişilerin yanlı davranmaları her zaman yüksek ihtimaldir. Bundan dolayı Yaratıcı’nın Kur’an’daki rehberliği özel kişilik üzerine değil tüzel kişilik üzerine kurulmuştur. Bu anlamda “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, elçiye itaat edin ve sizden olan otoritelere itaat edin.” şeklindeki buyruk ile “Allah sorumlulukları layık olanlara vermenizi ve insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emreder.” uyarısı dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Yine Hz. Muhammed’in “Yetki, layık olmayana / hak etmeyene verildiğinde toplumun kıyametini bekleyin!” hatırlatması manidardır. Gerçekleri sadece fark edenlere değil aynı zamanda hayata geçirebilenlere selam olsun!