Bugüne kadar kim benden dini açıdan bir yazı yazmamı veya kendilerine gidip sohbet, vaaz, konferans, panel, sempozyum ve benzeri konuşmalarda bulunmamı talep etti ise, onları reddetmedim. Bu konuda hiç kimseyi kırmadım. Beni davet eden herkese giderek, Allah rızası için Kur’ân ve sünnet çerçevesi dâhilinde kendilerine bu konuda yardımcı olmaya, onları aydınlatmaya çalıştım. Beni gidip konuştuğum yerlerden dolayı beni suçlayıp sorgulayanlar olmaktadır. Konuşurken durduğum yer değil, söylediğim şey önemlidir. Yüce Allah, Musa peygambere ve kardeşine şöyle seslenmiştir: “Firavun’a gidin, doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar.”[1] Musa peygamber, Allah’ın emri üzerine Firavuna gidip ona Allah’ın emrini anlatınca, suç mu işlemiş oluyor? Gerektiğinde her yerde ve herkese Allah’ın emrini anlatmak, Kur’ân’ın emrinin gereği olarak boynumuzun borcudur.
İslâm adı altında yaptığımız her türlü bilimsel çalışmalarda, mutlaka Kur’ân ve sünneti göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Çünkü Kur’ân ve sünnet bu dinin, dolayısı ile bu dini ilgilendiren her bilimsel çalışmanın ana kaynağı durumundadır. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.) bir hadiste şöyle buyurmuştur:
تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ، لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا: كِتَابَ اللهِ , وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ صَلى الله عَلَيه وَسَلم
“Size iki şey bıraktım. Siz, bu iki şeye uygun hareket ederseniz, hiçbir zaman sapıtmayacaksınız. Bunlar, Allah’ın kitabı olan Kur’ân ve benim sünnetimdir.”[2]
Ancak “Size Allah’ın kitabı olan Kur’ân’ı ve sünnetimi bıraktım” anlamındaki bu rivayetin yanında, sadece “Size Allah’ın kitabını bıraktım” anlamında bir rivayet daha vardır.[3] Bunların yanında konu ile ilgili başka ir rivayet de şöyledir: “Size Allah’ın Kitabını ve Ehl-i Beyti bıraktım”[4] Kanaatimize göre bu farklı rivayetler, birbirini tamamlar niteliktedir. Bunlardan herhangi biri, diğerinin alternatifi değildir. Bu konu ile ilgili bütün rivayetlerde Kur’ân, ana kaynak olarak gösterilmektedir. Çünkü o, Allah’ın kelamıdır, vahiy yolu ile Hz. Muhammed’e (s.a.v.) gönderilmiştir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) söylediği sözlerden, yaptığı hareketlerden ve tasvip ettiği şeylerden oluşan sünneti ise, İslam dininin Kur’ân’dan sonra gelen en önemli kaynağı ve Kur’ân’ın tefsir ve açıklaması durumundadır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünneti, kısacası onun hayatı, Kur’ân’ın sosyal hayata yansıyan bir örneği durumundadır. Âlimler, önemi nedeni ile hadisi hem ravilerin senedi hem de hadis metni açısından kritik etmenin gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Hadis tarihinde başlangıcından bu yana bu gaye ile yapılan çalışmalar, daha çok senet tenkidi açısından olmuştur. Ancak bu durum, temel hadis kaynaklarına zayıf ve uydurma hadislerin karışmasına engel olamamıştır. Bu sebepten dolayı, hadislerin metin açısından da kritiğinin yapılmasının gerekliliği ortaya çıkmıştır. İşte bu sebepten dolayı hadislerin metinlerinin tenkidinde yani kritiğinde, öncelikle hadis metninin ifadelerindeki tutarlılığın, Kur’ân-ı Kerim, sahih sünnet, salim akıl, tarihi veriler, tecrübe, müşahede ve İslam’ın genel prensiplerine uygun olması üzerinde durulmuştur.
Bu ve benzeri değerlendirmelerden anlaşıldığı gibi, Müslümanın her konudaki ölçüsü, Allah’ın kelamı olan Kur’ân ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sahih sünneti olmalıdır. Nitekim Kur’ân ve sünnet, Müslümanların sosyal hayatlarının her alanları ile ilgili kültürlerinin oluşum ve gelişiminde etkili rol oynamıştır. Ona göre İslâm âlimleri, ölçü olarak Kur’ân ve sünneti almışlardır. Örneğin Muhammed b. İdris İmam eş-Şafiî (ö. 204/819), Divân’ında yer verdiği bir şiirinde Kur’ân ve sünneti, bir de onların ölçülerine göre yazılan fıkıh kurallarının esas olarak alınmasının gerektiğini dile getirmiştir: “Kur’ân, hadis ve fıkıh ilminin dışındaki bütün ilimler, birer meşgaledir.”[5]
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 672/1273), bu konuda şöyle söylemiştir:
“Men bende-i Kur’anem eger can darem
Men hâk-i reh-i Muhammed muhtarem
Eger nakl kuned cüz in kes ez güftarem
Bizarem ez u vez an suhen bizarem”
“Ben yaşadıkça Kur’ân’ın kölesiyim
Ben, Hz. Muhammed Mustafa’nın yolunun tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da beriyim, o sözden de beriyim”
(Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Divan-i Kebir, Hazırlayan: Abdulkadir Gölpınarlı, Ankara, 2000, II/1331, rubai: 1341; a. mlf., Rubailer, çev. Nuri Gençosman, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı, Ankara 1986, s. 216, rubai: 1052).
Mutasavvıf Hasan Husameddin Uşşâkî (ö. 1001/1559), “Uşşâkî Divânı” adlı eserinde ölçüsünün Kur’ân olduğunu şu ifadelerle dile getirmiştir:
Sırrı “Tâhâ” ile “Yâsîn”, eyledi bizde zuhur
Biz, maârif genciyiz, esrar-ı Kur’ân bizdedir. (Hasan Husameddin Uşşâkî, Uşşâkî Divânı, derleyen: Mehmet Kahraman, Uşşakiler A. Ş., Manisa 1994, s. 11).
Ahmed b. Mela Muhammed el-Botî el-Cızîrî (ö. 1050/1640), divanında yazdığı şiirlerinde çok kere Kur’an ayetlerinin anlamına ve zaman zaman da ayetlerde geçen kelimelere yer vermiştir. Ayrıca kendisi, divanında yer verdiği şiirleri yazarken, Kur’ân ve sünnet çizgisinin dışına çıkmadığını dile getirmiştir:
“Problemin varsa gel de bize sor ey âşık biziz aşkın müftüsü!
Çünkü bir elimizde sünnet diğerinde Kitap var. (Abdülbaki Turan, Melâyê Cızîrî Divânı veŞerhi, Nûbihar, İstanbul 2010, s. 8).
Bediüzzaman Said Nursî (ö. 1379/1960) de, her zaman için ölçüsünün Kur’ân ve sünnet olduğunu, sözlerinin ona göre değerlendirilmesinin gerektiğini, bu mihenge uymayan ifadelerinin nazarı itibara alınmamasının icap ettiğini çeşitli eserlerinde dile getirmiştir. [6]
Âlimlerin bu konuda yapmış oldukları açıklamalardan daha pek çok örneğe yer vermek mümkündür.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
KAYNAKLAR
[1] (Tahâ 20/43, 44)
[2] (Muvatta, Kader,1; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56, hadis no: 1905; İbn Mâce, Menâsik, 84, hadis no: 3074; İbn Hanbel, III, 26)
[3] (Muslim, Hac, 147, hadis no: 1218; Ebû Dâvûd, Menasik, 57, hadis no: 1905; İbn Mâce, Menasik, 84, hadis no: 3074)
[4] (Muslim, Fedailu’s-Sahabe, 36, hadis no: 2408; 37; Tirmizî, Menâkib, 32, hadis no: 3786, 3788)
[5] (İmam Şafiî Muhammed b. İdris, Dîvânu’ş-Şâfiî, derleyen: Muhammed Afif ez-Zu’bî, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1974, s. 88)
[6] (Bediüzzaman Said Nursî, “Münazarat”, İctimâî Dersler, Zehra Yayıncılık, İstanbul 2004, s. 97)