Saygın bir anayasa profesörü olan Celal Tan, ailesi ile birlikte rahat ve itibarlı bir hayat sürdürmekteyken eşini kaybeder ve ardından genç bir üniversite öğrencisi ile dengeleri sarsacak bir evlilik yapar. Eşi ile olan yaş farkı, toplumun beklediği roller ve bastırılmış duygular, ailenin diğer tüm bireylerinde huzursuzluklar yaratırken, Celal Tan’ın adı bu defa istemeden de olsa bir cinayete karışır. Bu beklenmedik trajedi karşısında aile bireyleri, konumlarını ve itibarlarını korumak adına türlü yalanlarla suçu örtbas etmeye çalışırken ahlaki ikilemler, bastırılmış duygular ve beklenmedik korkular su yüzüne çıkmaya başlar. Bu bireysel çöküntüler, zaman içinde kolektif bir çöküşe neden olur. Zaman zaman güldüren ama çokça düşündüren bu kara mizah örneği film, aslında bize sıradan insanların karanlık dünyalarının topluma nasıl sirayet ettiğini anlatır.
Köy Enstitüleri, üretken, özgür düşünebilen ve toplumu dönüştürme potansiyeli taşıyan bireyler yetiştirme umudu ile doğmuştu. Bir kesim bu yapıyı tehlikeli, bir diğer kesim ilerlemenin bir köşe taşı olarak görmüş, hikâyenin sonunda Köy Enstitüleri etkisizleştirilerek ortadan kalkmıştı. Tıpkı filme olduğu gibi, yanlışı gizleyerek düzeni devam ettirme çabaları boşa çıkmış, ya da tersinden bakarsak her zaman olduğu gibi itaat, etikten üstün kılınmıştı. Yine tıpkı filmde olduğu gibi bir yandan korkular gelişmiş, bir yandan da konforu ve statükoyu sürdürme arayışı devam etmiş, sonunda ortaya trajik bir hikâye çıkmıştı: Bu, Köy Enstitülerinin Aşırı Acıklı Hikâyesi idi.
Hikâye nasıl başladı?
Köy Enstitüleri, Cumhuriyetimizin erken döneminde başlatılan kırsal kalkınma hamlesinin bir ürünü olarak 1940 yılında kuruldu. Dönem itibari ile nüfusun büyük bir çoğunluğunun köylerde yaşadığı dikkate alındığında köyler eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler açısından elbette yoksunluk içindeydi. 1935 yılında başlatılan tartışmalar sonucunda dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla model şekillendirildi ve Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 tarihli 3803 sayılı Kanun ile yasal statüye kavuştu. Model, alışılagelmiş klasik okul modelinden epeyce farklı idi. Halkın içinde ve halkla birlikte eğitimin sürdürülmesi amaçlanmış ve doğrudan üretime dayalı bir model olarak düşünülmüştü. Enstitüler aracılığı, köy çocuklarına öncelik verilerek onların aracılığı ile yerel kalkınmanın başlatılması hedeflenmişti.
Amaç ve felsefe ne idi?
Enstitülerin temel amacı, köylerde görev yapacak çok yönlü öğretmenler yetiştirmekti. Bu öğretmenler sadece okuma-yazma öğretmekle kalmayacak, aynı zamanda sağlık bilgisi, tarım teknikleri, inşaat bilgisi ve temel sanat eğitimi konularında da köy halkına rehberlik edecekti. Bu yönüyle Köy Enstitüleri, Cumhuriyet ideolojisinin halkçılık ve halkı dönüştürme idealini gerçekleştirmeye çalışan bir eğitim projesi idi. Öğrenci seçiminde köylü çocuklara öncelik verildi ve böylece eğitimin halkla bağını doğrudan kurması sağlanmaya çalışıldı. Eğitim aracılığıyla bireylerin sadece bireysel başarıları değil, aynı zamanda toplumsal faydaları da gözetilmişti.
Köy Enstitülerinin eğitim sistemi birçok felsefi yaklaşımı bütünleştiren bir yapıda oluşturuldu. Diğer bir ifade ile sistem; temel bilgi ve becerilerin edindirilmesi açısından esasicilik ve daimilik, öğrencilerin bireysel ve toplumsal gelişim sürecine dayalı olduğundan ilerlemecilik, öğrencilerin öğrenme süreçlerine doğrudan ve aktif katılım gerektirdiğinden yapısalcılık üzerine oturtulmuştu. Bu kuramsal çerçeve içinde, yaparak ve yaşayarak öğrenme ilkesi benimsendi ve böylece öğrenciler bir yandan arazide çalışırken bir yandan dersliklerde kuramsal bilgi edinip sosyal ve sanatsal etkinliklere katıldı. Bu açıdan bakıldığında, öğrenme sadece zihinsel değil, aynı zamanda duygusal ve fiziksel gelişimi de desteklemekteydi.
Kültür ve sanat
Köy Enstitülerinin en ayırt edici özelliklerinden biri, sanat ve kültürün eğitimin merkezinde yer alması idi. Öğrenciler; resim yapmayı, müzik aleti çalmayı, halk oyunları oynamayı ve tiyatro sergilemeyi öğrenmişlerdi. Tüm bu etkinlikler, sadece öğrenme amaçlı değil, aynı zamanda köy halkına sanat yoluyla ulaşma, onları bilinçlendirme ve estetik bir duyarlılık kazandırmak için de gerekliydi. Tonguç’un ifade ettiği biçimi ile “Sanat, insanı insan yapar.” anlayışı bu yaklaşımın temeli idi. Sanat eğitiminde hem yerel kültür hem de evrensel sanat bir araya getirilmişti. Bu eğitim, köylü çocuklarının dünyayla bağ kurmasını sağlamaları içindi ama evrensel kültürün baskınlaşması sonucu ortaya trajikomik durumlar da ortaya çıkmadı değil. Kuşkusuz evrensel kültürün yaygınlaştırılmaya çalışılmasının ve özümsenmesinin halk kültürünün dinamiklerinin göz ardı edilmesi ile sağlanamayacağı henüz enstitüler kurulmadan önce test edilmiş ancak onaylanmamıştı. Bu dramatik durum, Sinan Çetin tarafından çekilen “Mutlu ol! Bu bir emirdir!” isimli bir kısa filmde can alıcı bir şekilde anlatılmaktadır. Fıkra bu ya, benzer şekilde, vakti ile Bayburt’ta bir klasik müzik konseri verilmiş, ardından bir yaşlı amcaya konserle ilgili fikri sorulmuş, amca; “Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi!” diyerek bu doku uyuşmazlığının fotoğrafını bize göstermiştir.
Nasıl bir Pedagojik Yaklaşım?
Önemli bir nokta olarak, Köy Enstitülerinde uygulanan sistemin bugünkü pedagojik perspektifle büyük ölçüde örtüştüğünü söylemek olasıdır. Sözgelimi bugün 21. Yüzyıl Becerileri olarak adlandırılan işbirliği, iletişim, eleştirel düşünme ve yaratıcılık alanlarında henüz 1940’lı yıllarda önemli adımların atıldığını söylememiz mümkündür. Ek olarak, bugünlerde sıklıkla duyduğumuz disiplinler arası yaklaşım ile tarım, sağlık, inşaat, sanat, kültür, fen, matematik ve sosyal bilimler gibi geniş bir yelpazede eğitim ve öğretim yapılması da azımsanacak bir adım değildir. En önemlisi de bugün sadece bilişsel özellikler üzerine kurulu, sınav merkezli, hayattan kopuk, ekonomi ve istihdam ile bütünleşememiş bir sistem ile çocuklarımız cebelleşirken o yıllarda yaparak ve yaşayarak öğrenme modelinin uygulanmış olması, içinde bulunulan dönem itibari ile yenilikçi, tutarlı, uygulamada ve mesleki gelişimde karşılığı olan bir yaklaşım olarak düşünülmelidir. Bu yönleri ile enstitülerde uygulanmış olan programların güncellenmiş sürümlerinin bugün Avrupa Birliği ülkelerinde uygulandığını da özellikle belirtmek gerekir.
Artılar ve Eksiler
Köy Enstitüleri ile aslında köy nüfusu, ilk defa sistemli bir eğitimle buluştu. Bu proje ile genel rakam içinde düşük bir oranda da olsa ülkemizde kadın nüfusun eğitime katılımı sağlandı ve kız öğrenciler, aktif olarak eğitim görerek meslek edindi. Bu okullardan mezun olanlar sadece öğretmen olmadı, aynı zamanda tarım, sağlık ve sanat alanlarında da meslek sahibi oldular. Proje ile eğitim ve üretim arasındaki ilişki somut olarak ortaya çıktı ve öğrenciler, sadece bilgi edinen bireyler olarak değil beceri ve üretim odaklı bir yaklaşım içinde öğrenim gördüler.
Diğer yandan Köy Enstitülerinin sunduğu eğitim ile eleştirilerin de odağı oldu. Yapılan temel eleştirilerin başında tek yönlü bir ideolojik sistem içmesi gelmekteydi. Bu noktada, eleştirilerin dozu, giderek artmaya başladı. Farklı inanç ve düşünce sistemlerine alan açılmamış olması da temel eleştiri noktalarından biri idi. Enstitülerden mezun olan öğretmenlerin, göreve başladıkları yerlerdeki köylülerle yaşadıkları anlaşmazlıklar ve tek merkezli ideolojik yaklaşımlardan kaynaklanan uyuşmazlıklar zaman içinde daha belirgin bir hal almaya başladı. Kültür ve değerler sistemi üzerinden başlayan bu tartışmalar, zamanla köylüler ve öğretmenler arasındaki uçurumu derinleştirdi. Dönemin siyasi ikliminde yoğun tartışmalara neden olan bu durum, öğretmenler arasında köyde kalmak yerine şehirlerde görev yapma eğilimi doğurdu. Sonuç olarak siyasal ve ideolojik yapıdan arındırılamayan ve bu yüzden kırılganlaşan sistem, toplumun yargıları ve değerleri ile uyumlu hale gelmede başarısız oldu. Sistemin yaygınlaştırılması aşamasında yeterli alt yapının sağlanamamış olması, nitelikli öğretmen bulmanın zorlaşması, dönemin siyasi yapılanmasının yerel bürokrasi üzerinden halkın tepkilerini kayda değer bulmayarak dikkate almaması gibi nedenler de hikâyenin sonuna gelindiğinin işaretleri idi. Hikâyenin sonunda; emeğe saygı, toplumsal sorumluluk, dayanışma, paylaşım, estetik, bilinçli yurttaşlık gibi kavramlar anlamını yitirmekle kalmadı, bu kavramlar üzerinden derin bir ideolojik uçurum oluştu.
Köy Enstitüleri Nasıl Kapandı?
Demokrat Parti’nin 1946 seçimlerinde yükselmeye başladığı bir süreçte dönemin meclisinde yer alan Cumhuriyet Halk Partisine mensup milletvekilleri arasında Köy Enstitüleri konusunda yaşanan fikir anlaşmazlıkları ortaya çıktı. Demokrat Parti milletvekillerinin ise bu süreçte daha az tepkili olduklarını da not etmek gerekir. Alınan kapatma kararında 2. Dünya Savaşının sonlarına doğru Stalin’in Türkiye’den toprak talep etmesine karşılık Cumhurbaşkanı İnönü’nün Amerika Birleşik Devletlerinden talep ettiği yardım karşılığında serbest seçimlere geçiş kararının da etkili olduğunu söylemek olasıdır. Nihayet 1946’dan itibaren, müfredat ve içerik değişiklikleri de bir yana bırakılarak, birer ikişer kilit vurulan Köy Enstitüleri, Kasım 1947’de tamamen kapatılmış oldu.
Geriye dönüp baktığımızda, Köy Enstitülerinin, özgün bir model olarak eğitimciler için ilham kaynağı olmaya devam ettiğini söylemek yanlış olmaz. Diğer yandan bu hikâye bize eğitim sisteminin sosyopolitik gerçeklerden azade olarak da kurulamayacağını gösteriyor ki bu iki boyut dikkate alınarak çıkarılacak derslerimiz olduğunu anlamak durumundayız. Köy Enstitülerinin aşırı acıklı hikâyesi, Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesinden farklı değildir bu yüzden. Çünkü idealler, ideolojilere kurban edilir. Çünkü güçlü fikirler, çıkarlar ile sınanır.
Kaynaklar
Aysal, N. (2005). Anadolu da aydınlanma hareketinin doğuşu: Köy Enstitüleri. Atatürk Yolu Dergisi, 9(35), 267-282.
Şeren, M. (2008). Köye öğretmen yetiştirme yönüyle köy enstitüleri. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 28(1), 203-226.
Kapluhan, E. (2012). Atatürk dönemi eğitim seferberliği ve köy enstitüleri. Marmara Coğrafya Dergisi, (26), 172-194.
Ezer, F. (2020). Köy enstitülerinin Türk eğitim tarihindeki yeri ve önemi. Belgi Dergisi, 2(19), 1786-1804.
Anık, M. (2006). Bir modernleş (tir) me projesi olarak köy enstitüleri. Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, (20), 279-309.