Hukuk, toplumu düzenleyen ve devlet müeyyidesiyle kuvvetlendirilmiş kaideler bütünüdür. Devlet zecri, hukuk normuna riayet etmeyenlere karşı kanun dairesinde kullanılan devlet kuvvetidir. Buna göre hukuk normlarının, din ve ahlak kaidelerinden ayıran en belirgin özellikleri yaptırımlı, müeyyideli ve zecr kuvvetine sahip oluşudur. Hukukun genel teorisinde hukukun fonksiyonları incelendiğinde karşımıza üç yön çıkar: Adalet, düzen ve ihtiyaç. Bunların ahenkli bir şekilde çalışması ve fonksiyonlarını yerine getirmesi de güçlü bir felsefe, irade ve devlet erkiyle desteklenmesiyle ancak mümkündür. O zaman hukukun dolaylı olarak da devletin kimyasal-biyolojik ve nükleer silahlar ve üretimindeki amacı nedir? Tüm bu silah ve diğer silah gruplarında acaba hukukun amacı ideal hukuka ulaşmak ve somut menfeatlare hizmete etmesi midir? Ya da yaşam, güvenlik ve savunma hakkı? Öyle mi?.
Öncelikli olarak neden kimyasal-biyolojik ve nükleer silahlara ihtiyaç duyarız ki? (Oppenheimer) En yüksek prensiplerimiz olan “emr-i bir’l-ma‘ruf ve’n-nehyi’l-münker”, “rabbaniyet ve ubudiyet” “insanların en hayırlısı insana hizmet edendir” “her nerede olursan ol Allah’tan kork.”, “adalet” “soyut insan/insan-ı kâmil” gibi başta gelen düşünce ve ilkelerimize göre bu üç silah ve diğerlerinin insanlığa hayır getirmeyeceğinde müşterektir herhalde. Söylemeye gerek var mı? Ayrıca bu umdeler insanlığın aleyhine çalıştırılacak ilkeler değildir. Temel haklar bağlamında ise bunların üretimi kişiyi aştığı için sorun tam bir devletler ve şirketler sorunu olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Suç ve ceza kavramlarını genel anlamda düşündüğümüzde kanunilik prensibinin öne çıkacağı muhakkaktır. Bu konuda şirketlerin getirdiği felaketler sorgulanmalı ve bunların faaliyetleri mutlaka durdurulmalıdır. Ancak bundan da tehlikeli olan ise insanın güç, iktidar ve egemenlik hırsının önüne nasıl geçilecektir? Sorun büyük yani anlayacağınız. Hele ki -ilgisi olamadığı düşünülse bile- orman yangınları ve deprem silahı bir ülkeyi dize getirir mi? Sonuçta hepsi fiziksel ya da sünnetullaha göre bir ateşlendi mi? Bir ülkede bu kadar tesadüfi orman yangını olamaz. Deprem uzmanlarının söyledikleri ise işin cabası. Komplo peşinde değiliz ama içimiz yanıyor. Oralardaki mevcudatın hiç mi Allah indinde değeri yok sizce? Göç sorunu ise apayrı bir sosyolojik fiziksel etki.
Suçlar basit, itiyadi, kişiler aleyhine, topluluk aleyhine, âdî ve siyasî suç olmak üzere değerlendirilir. Bu silahların âni ve mütemâdî kullanımında izahi bile olamaz. İnsanın canını hiçe saymada, insanın, insanlığın izzetini aşağıya düşürmede ve yok etmede psikolojik ve sosyolojik olmak üzere aynı etkileri meydana getirdiğinden de şüphe yok. Mertçe mi? Bunun üzerine mi medeniyet inşa edeceksiniz? Çevreye ve iklime verdiği zarar cabası. Gerçi bizim bazı bölgelerde yağmur yağmasın diye bulutları göçe zorlamak (?) için yapılan hava bombardımanlarını burada söylemiyorum. Yani sizin armuda ya da şeftaliye leke düşmesin diye yaptıklarınız sizce çok mu masum? Ulusal ve uluslararası sözleşmeler nerede? Bir de bu silahların terör örgüt/lerinin elinde neye hizmete edeceğini varın siz düşünün. Nesil ve ekin harap olmuş. Vay halimize.
Hukuki düşünüşte insan aklı daima soyutlama yapmak ve genel kavramlara varmak eğilimindedir. Bu eğilim doğal olaylarda olduğu gibi sosyal olaylarda da (savaş dahil) kendini gösterir. Tek tek oluşan birçok olayların aynı biçimde tekrarlandığını izleyen insan zekası genellemeler yaparak, soyut kurallara ulaşır ve yeter-neden çizgisine varır. Böylece kişilerin, birbirleriyle; devletlerin kendi aralarında yaptıkları antlaşmalar veya sözleşmeler, toplum yaşamını kurallarından meydana gelen bir düzen oluşturur. Nerede vicdanlar mı? İnsan ahlakında mı? İmar ve medeniyet oluşturma da mı?
Bu düzen kişilere olduğu gibi devletlere de ödevler, yükümlülükler tanıdığı gibi bazı yetkiler de tanır. İnsanlık tarihinde bağımsız siyasal organizasyonların kurulup toplumların birbiriyle ilişki kurduğu ilk dönemlerden itibaren çıkar çatışmaları, güç dengeleri ve dinî-ideolojik sebepler ekseninde düşmanca tutumları gündeme gelmiştir. Bu tutumlar insanları savaşmaya itmiştir. Bu savaşlar önceden konvansiyonel olarak yapılırken artık kimyasal-biyolojik ve nükleer silahlarla yapılmaktadır. Bu silahlar sivil halk üzerinde büyük etkiye sahipken hayvan bitki ve doğal çevre üzerindeki etkisi de küçümsenemeyecek kadar fazladır. Etkileri ise uzun yıllar boyu devam ediyor. Kimyasal-biyolojik silahların ucuz olması, kolay elde edilebilir ve saklanabilir olması onları daha da tehlikeli yaptığı ortadadır. Acaba İran’a nükleer çalışmalarını durdur diyenleri çok mu masum sizce? Tabii ki değil. Günümüz sözleşmelerle kimyasal-biyolojik ve nükleer silahların üretimi, nakli, stoklanması ve satışı kontrol altında tutulmaya çalışılıyor. Sözde. Kim kontrol altında tutmaya çalışıyor sizce? İsrail’lin elinde olanları soran var mı?
I. Dünya savaşının ardında 1925’de Cenevre protokolü ile kimyasal ve biyolojik silahların kullanılması yasaklanmıştır. Ancak II. Dünya savaşında antlaşma çiğnenmiş ve birçok kişinin ölümüne neden olmuş birçok tarım alanını yok etmiştir. Kimyasal ve biyolojik silahlar günümüzde halen temin edilmekte ve kullanılmaktadır. Şimdi de nükleer silah tehlikesi aldı başını gidiyor. Özellikle Japonya, Suriye, Irak, İran, Filistin, İsrail ve uzak doğuda kullanılan kitle imha silahlarının kimyasal ve biyolojik boyutta olması ve verdiği büyük kalıcı zararların bu silahların kullanımı ile ilgili savaş hukuklarının ve devletlerin gerek kendi hukuklarına gerekse devletlerarası hukuklarına ne kadar yansıdığının bilinmesine ihtiyaç vardır. İslam ceza hukukuna göre kimyasal ve biyolojik silahların insanlara, hayvanlara bitki ve doğal çevreye verdiği zararlarını incelemek ve İslam hukukundaki yerini ortaya koymak zorundayız.
Hukuk, toplum hayatında kişilerin birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen ve kamu gücüyle desteklenmiş bulunan sosyal düzen kurallarıdır. Bu durumu devletler düzeyine taşıdığımızda kamu hukuku alanında devletler hukuku bağımsız bir devlet ile diğer bir devlet veya uluslararası kuruluşların birbirleriyle ilişkisini ortaya koyan bir diğer sosyal düzen kuralları olarak karşımıza çıkar. Bağımsız devletlerin yanında bu ilişkiler ortak antlaşmalarla kurulmuş ulusal veya uluslararası örgütleri de kapsar. Bu hukuka milletlerarası hukuk denildiği gibi uluslararası hukuk da denilir. Devletler hukuku alanındaki yaptırımlar iç hukuk kuralları kadar etkili olmadığı da göze çarpar. Aynen karşılık verme (mukabele bi’l-misil), ekonomik ve siyasi ilişkilerin kesilmesi, savaş ilan etme gibi durumların hangi hallerde uygulanacağı ise tartışma konusudur. Bu alanda meydana gelen çekişmelerde günümüzde kaynak olarak, uluslararası mahkemelerin kararlarından yararlanılır. Devletler ve uluslararası kuruluşlar arasındaki hukukî ilişkiler ise antlaşmalar yoluyla kurulur. Bu nedenle devletler hukukunun en önde gelen kaynağı antlaşmalar olmalıdır. Burada şöyle bir sorunla karşılaşılır: Antlaşmalar belirli alanları düzenlediğinden devletlerarası tüm ilişkileri kapsıyor mu? Bu alanda daha çok devletlerin kendi arasında işleyen teamülü söz konusudur. Devletler hukukunda hak sahibi devletlerdir. Fıkıh kaynaklarında devletler daha çok devletler genel ve özel hukuk iç içe siyer, meğazi ve cihad gibi başlıklar altında incelendiğini düşünebiliriz. Siyer, toplumlararası ilişkilerin hemen her boyutuna ilişkin hükümleri kuşatan bir zenginliğe sahiptir. Bunun içinde savaş, barış, diplomatik ilişkiler, uluslararası ticaret, kanun ihtilafları, yabancılar hukuku gibi yer almaktadır.
Suç ve cezanın işlendiği yerde Allah, kul ve karma haklar incelenmiş ve suçların taksimine bu bağlamda yer verilmiştir. Suçun unsurlarının kanunî unsur başlığı altında yer alan başlıklar incelendiğinde kimyasal-biyolojik ve nükleer silahların kullanımı ve buna bağlı ölüm ve zararlarda ciddi anlamda hukuk kaosu baş göstermektedir. Ceza hukuku kurallarının zaman, yer ve kişiler bakımından uygulanmasında büyük bir sorunla karşı karşıya kalmaktayız. Ayrıca suçun unsuru olan cezaî sorumluluğun temel koşulu olan illiyet bağı ve buna bağlı olarak ceza hukukunda fiil tanımında bir karışıklığa neden olmaktadır. Kimyasal-biyolojik ve nükleer silahların kullanımında maddi unsur olan fiil; hareket, netice, illiyet bağı ve fiilin gerçekleşmesinde olumlu yani yasaklanmış fiili yapmada önemli tanım sorunları devletler hukuku yani kamu alanında ortaya çıkar. Ayrıca zihinde tasarlama, hazırlık hareketleri, teşebbüs ve neticelendirme ve hukuk boşlukları adeta kimyasal-biyolojik ve nükleer silahların kullanımına zemin hazırlamaktadır. Bir diğer sorun ise kusur yeteneği ve müessir fiil bağlamında ortaya çıkmakta ve incelemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Kusur iradenin suça yönelmesi ise bu nasıl aşılarak insanlara karşı mesela şu an Filistin’de bu şekilde bir savaş suçu işlenmektedir. Devletlerin cezai ehliyeti var mıdır? Buna karşı yaptırım nasıl olmalıdır? Müessir fiil vicdanları esir almıştır.
Ceza ilkelerinde kanunilik, şahsilik ve genellik ilkeleri devletler bazında nasıl uygulanabilir? Özellikle müessir fiilin tanımına insan bedenine karşı ya da fizikî bütünlüğü ortadan kaldırıcı suçlar kapsamında mı yer almalı ya da toplu ölümlere sebebiyet veren kimyasal-biyolojik ve nükleer silah kullananlara hangi ceza, özellikle toplumu ve bireyleri teskin etmede daha önemlidir? Bedeni, ruhi veya hürriyeti bağlayıcı ve malî cezalar bu suçları işleyenlere yeterince yaptırım sağlanmakta mıdır? Kısas merkeze alındığın kim kimden kısas hakkını talep edecektir? Aslî, bedelî, tabî ve tamamlayıcı cezalar anlamında aralarındaki ilişki biçimine göre Kimyasal ve biyolojik silahların kullanımı suçu ve cezası uluslararası hukukta nasıl tanımlanmıştır? En önemli İslam Hukukunun buna cevabı ne olmalı ve devletler bunu hangi açıdan kabul edecektir? Burada da bir sorunla karşılaşmaktayız.
Bulunduğumuz süreç göz önüne alınırsa birçok savaşta ve terör olaylarında kimyasal ve biyolojik silahların kullanılıyor olması ayrıca Uluslararası kısıtlamalara ve yasaklara rağmen ülkelerin pek çoğunun kimyasal-biyolojik ve nükleer silah geliştirme çabalarının devam etmiş olduğu gözümüzün içine sokula sokula gösterilmektedir: Rusya-Ukrayna, 12 Gün savaşı. Ya gelecek olan diğerleri.