Kişioğlunun toplumsal bir varlık olarak yerkürede görünmesi ile birlikte, geçmişten günümüze kadar uzanan süreçte insanlar arası ilişkilerin düzenlenmesinde, güç ve yetkinin paylaşımında önemi ve zorunluluğu hiçbir zaman azalmayan adalet olgusunun sorgulanmaya ve üzerinde tartışılmaya başlandığı elimize ulaşan vesikalardan anlaşılmaktadır.
Adalet sözcüğü dilimize Arapçadan geçmiş ve “hakkı gözetmek” anlamını taşımaktadır. Türkçe sözlük anlamı ise, doğruluk, hak ve hukuku korumak, herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı vermek gibi anlamlara karşılık gelmektedir. Batılı dillerine, Latinceden geçmiş olan “justice” sözcüğü adalet anlamında kullanılmaktadır. Muhakkak ki diğer öteki tüm kavramlar gibi adalet kavramının da ahlak, din, felsefe ve hukuk gibi farklı bilimsel disiplinlerde tartışmaya ve farklı yorumlara açık bir yapısı vardır. Ancak yakın zamanlardan başlayarak olumlu bir gelişme ile sözcük, anlam genişlemesine uğrayarak herkesin hatta tüm canlı varlıkların hak ve hukuklarının korunmaları anlamında kullanılmaktadır.
Kutsal kitaplarda ilk adaletsizliği (hukuksuzluğu) Âdem’in oğullarından Kabil’in Habil’e şiddet uygulayarak yaptığı ve yaşam hakkını elinden aldığı yazılıdır. Tarihi kaynaklar da, tüm toplumlarda ortaya çıkan adaletsizlikleri ortadan kaldırabilmek için yasalar düzenlendiği yönünde bilgiler vermektedirler. Kaynaklara göre önce Sümerlerde sonra Mısır uygarlığında adaleti temin etme yönünde yasalar düzenlemişlerdir. Yine Antik Yunan da insanlar arası ilişkileri düzenlemek amacıyla yasalar yapılmış ancak engelli insanlar bu haklardan mahrum edilmişlerdir. Gerek beşeri gerekse vahiy kaynaklı dinler de adaletin temini için bir takım inanç boyutlu adalet ilkeleri önermişlerdir. En eski inanç sistemlerinden birisi olan Zerdüştlüğe göre adaletsizliğin kaynağı bizzat dünyanın kendisidir: Dünya düzeni “iyilik ve kötülük” üzerine kuruludur. İlk yaratılıştan kıyamete kadar iyilik ve kötülük mücadele edecektir. Mutlak adalet öteki evrende gerçekleşecektir. Hinduizm ve Uzak Doğu dinlerinde kullanılan “dharma” sözcüğü, adalet, hak, hukuk, din ve erdem gibi anlamlarda kullanılmaktadır.
Çok genel hatları ile yerkürede önemli izler bırakan ve geniş insan topluluklarını yönetmiş devletlerin adalet anlayışlarına bakmak, bize, konumuz hakkında nitelikli bilgiler vermektedir. Tarihte yazıyı bulan ve ilk yazılı yasaları düzenleyen Sümerler, yoksullar ve engellilerin korunması amacıyla yasalar düzenleyerek adaleti sağlamaya çalışmışlardır. Çağının çok ilerisinde bir toplum olduğu anlaşılan Sümerlerde, adaletin tesisinde akıl dışı uygulamalara da rastlanılmaktadır. Örneğin bir kimse birisini büyücülükle suçladığında, suçlanan kimse suya atılmaktadır. Sudan ölmeden çıkan kimsenin suçsuz olduğuna karar verilmekte ve suçlayan kimse para ödemeye mahkûm edilmektedir. İlk ve uzun ömürlü imparatorluklardan birisi olan Roma devleti ise, adaleti sağlamak amacıyla yasalar düzenlemiş olmakla birlikte, kendi toplumu içerisinde adaleti temin edebilmede hassas davranırken, fethettiği toplumlar üzerinde acımasız ve adil olmayan sömürü düzeni kurmuştur. Yani Roma’nın adaleti belli bir zümreyi içermektedir. Belki de Batılı toplumların faydacı yaklaşımlarının ilk tohumları bu dönemlerde atılmaya başlamıştır. Batılı toplumlarda evrensel düzeyde tüm insanların adil yönetilmesi yönünde kendini feda eden insanlar bulunmakla beraber, Batı düşüncesinde yıllarca “her ne ki faydalıdır, o doğrudur” anlayışı hâkim olmuştur. Günümüzde Batı’ya göç eden sahipsiz sığınmacı/göçmenlere yapılan tutum da bunu işaret etmektedir. Hz. Muhammed’in M.S. 6. Yüzyılda evrensel düzeyde insanoğluna sunduğu tüm insanlara ve canlı varlıklara karşı adil davranılması gerektiği yönündeki tebliği, dikkat çekici ve oldukça önemlidir. Öte yandan İslamiyet öncesi Türk toplumları arasında tüm dünyada adaleti sağlama yönünde bir anlayışın bulunduğunu kaynaklar vurgulamaktadırlar. İslami inanç sistemi ile bu anlayış daha da derinlik kazanmış, öteki toplumlara örnek olabilecek mesajlar sunmuştur. Nitekim Agop Dilaçar, Kutadgu Bilig İncelemesi adlı kitapta bu konu ile ilgili şöyle demektedir: “Balasagunlu Yusuf, yasa ve yönetim alanında Kutadgu Bilig’i yazarken eski Türk geleneklerine sıkı sıkı bağlı kalmıştır. Türkler öteden beri, yaptıkları akınlarla ele geçirdikleri ülkelerde yönetim kurmak ve yasa düzenlemekle tanınmışlardı.”[1] Abbasilerden yönetimi devralan Selçuklular ve daha sonra da Osmanlılar, Dilaçar’ın belirttiği adaleti sağlama anlayışını, evrensel düzeyde Nizam-ı âlem ülküsüne dönüştürmüşler ve bugün de geçerli olduğunu gördüğümüz Batılı toplumların “faydacı anlayışını”, “doğrucu anlayışına” çevirerek, “her ne ki doğrudur, o faydalıdır” anlayışına dönüşmüştür. Nitekim eski adı Lehistan yeni adı Polonya halkı , “Türk atlıları, atlarını Vistül Nehri’nde sulamadıkça Polonya’ya hürriyet gelmez” düşüncesini dile getirmişlerdir. Bu bağlamda Katoliklerin zulmüne uğrayan Ortodoks Antakya Patriği Makarios da Seyahatler adlı anı kitabında : Allah Türklerin Devletini ebedi eylesin. Zira Türkler vergi aldıktan sonra Hıristiyan ve Yahudilerin dinlerine dokunmazlar”[2] demektedir.
Pek çok kaynak yukarıdaki tespitlere benzer Türklerin adaleti hakkında bilgiler sunmaktadır. 16. Yüzyılda Avusturya Kralı Ferdinand’ın İstanbul elçiliğini yapmış olan O. Chiselin Busbecq de (1554-1562) Kanuni Sultan Süleyman ve Türk adaleti hakkında şu tespitlerde bulunur ve kendi toplumu ile karşılaştırmalar yapar: “Türk tarihinde, Süleyman ihtimal ki, en mümtaz bir isimdir. Tabiat kendisine en yüksek fikri ve ahlaki mevhibeler vermiştir. Şahsi cesareti, askeri dehası, kalbindeki adalet hissi ve cesur bir düşmana karşı basiretli hareketi, kendi dinine sadakati ve başka dinlere karşı müsamahakârlığı, ihtişamı ve uluvvu cenabı kendisine teb’asının sadakatini ve düşmanlarının hürmetini celbetmiştir.” Bir başka sayfada da, toplumsal statünün adil dağıtımı hakkında şöyle ifade etmektedir. “Bu koca mecliste hiçbir adam yoktur ki, haiz olduğu mevkii ve rütbeyi kendi şahsi liyakat ve cesaretine borçlu bulunmasın. Hiç kimse sırf filanın neslinden gelmiş olmak dolayısı ile diğerlerinden mümtaz bir mevkie çıkamaz. Herkesin bizzat vazife memuriyetlerini sultan tevcih eder. Bunu yaparken ne zenginliğe ehemmiyet verir, ne boş rica ve davalar. Yalnız liyakate bakar, seciye arar, fıtri kabiliyet ve istidadı düşünür….. Namussuz, tembel ve atıl olanlar hiçbir zaman yükselemezler, ehemmiyetsiz ve hakir bir halde kalırlar. Türklerin neye teşebbüs ederlerse muvaffak olmalarının hâkim bir millet haline gelmelerinin ve her gün hükümetlerinin hudutlarının genişletmedeki hikmeti bundadır. Bizim tatbik ettiğimiz hükümler ise bütün bütün başkadır. Biz de liyakat ve iktidara yer ayrılmamıştır. Biz de her şey doğuşa bağlıdır. Yüksek mevkilere çağrılacak adamların kimin neslinden geldiğine bakılır.” [3] Tarihte adil davranışları ile dikkat çeken bir yönetici de İran’da (Sasaniler dönemi) Kisra Adil Enuşirvan (I. Hüsrev) olmuştur. Enuşirvan’ın babası Kubat’ı devirerek, İran’da yeni bir toplumsal anlayış getirmeye çalışan Mazdek, Akhun devleti tarafından devrilmiş, Kubat’ın oğlu Enuşirvan’ı yönetime geçirmişlerdir. Hz. Muhammed, Adil Enuşirvan’dan adalet anlayışı nedeniyle övgüyle söz etmiştir. Ancak günümüzde kör topal yürüyen Türk adaleti “insanı yaşat ki devlet yaşasın” temelinde her açıdan sorgulanmalıdır. Adalet ya da adaletsizlik nedir? Adaletsizliği yapanın neden yaptığını ve yine yargının gecikmesinden, iktisadi eşitsizliğe kadar her konu bilimsel disiplinler temelinde sorgulanmalıdır. Özellikle iktisadi eşitsizlik, adaletin sağlanamamasında önemli rol oynamaktadır. Çünkü gelir seviyesinin aşırı oranda farklılaşması, toplumun asli kültürünün geliştirilmesinde ve adaletin sağlanmasında olumsuz etki yapmaktadır. Pek çok bilimsel çalışma, iktisadi eşitsizliğin insanları anti-sosyal kişilikler haline dönüştürdüğünü tespit etmişlerdir. Bu süreçte anti-sosyal kişilikler, kendi çıkarları yönünde her türlü adaletsizliği mubah olarak değerlendirebilmektedirler.
Tüm yukarıdaki tespitlerden anlaşılacağı gibi, yerkürede yaşayan her toplum, adalet ve adaletin üstünlüğü konusunda dini, düşünsel kavramlar geliştirmişler, farklı uygulama ve yaklaşımlarla birlikte adalet anlayışını toplumsal düzeyde yerleştirmeye çalışmışlardır. Ne yazık ki, yeryüzünde gerçek anlamda “adaletin üstünlüğü” anlayışı sağlanamamıştır. Adaletin üstünlüğü için toplum içinde herkesin üzerinde anlaşabildiği, suç olan ya da olmayan davranışların ve hangi davranışların cezalandırılacağı bireysel keyfi tutumdan arındırılmalıdır. Bu çerçevede tüm dünyada adil bir düzeni temin etmek için yerkürede yaşayan bütün toplumların ortak bir anlayışla “adaletin üstünlüğü” duygusuna sahip olmaları gerekmektedir. Türk dünyası ise “adaletin üstünlüğünü” tesis edebilmede, yeniden model olabilmenin yollarını aramalıdır. Bu araştırmada bilim insanlarına önemli katkılar sağlayacak olan kaynak ise, tüm dünyada başka bir örneği bulunmayan Osmanlılar döneminde kayıt altına alınmış olan mahkeme kararlarıdır. Osmanlı Şeriyye Sicilleri adıyla bilinen bu kaynaklar, dönemin toplumsal yapısı, hukuk ve adalet anlayışı hakkında pek çok önemli bilgiler sunmaktadırlar.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, tüm dünyanın, daha çok uzun yıllar insanlığın yitik kavramı olan “adaletin üstünlüğü” ülküsünü aramak zorunda kalacağıdır.
[1] Agop Dilaçar, Kutadgu Bilig İncelemesi, T.D. K. Yay. Ankara 1972, s. 28-29.
[2] Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2003, s. 418.
[3] O. Chiselin Busbecq, Türk Mektupları, çev: H. Cahit Yalçın, Sertel Matbaası, İstanbul, 1939, (giriş); Arıca bkz: A. Faruk Sinanoğlu, Dil Bilgi ve Toplum Üzerine Düşünceler, IQ Kültür Sanat Yay. İstanbul 2009, 77-85.
14 yorum
Dilinize saglik hocam. Adalet ama herkes için. Adalet aliya ızzet begovic in tevhit anlayışını aklıma getirdi. Fatih sultan mehmetinde yargilanisi güzel bir misal adalet için…
Allah razı olsun sayın hocam, çok güze, adalet hakkında harika ve yürekten gelenlerin döküldüğü bir yazı okudum. Cenab-ı Allah adaletin tesisi hususunda bizleri de hadim eylesin.
Çok güzel bir yazı olmuş elinize sağlık sayın hıcam
Anlamlı yorumlarınız için teşekkür eder, sağlıklı günler dilerim.
Çok muhterem hocam Makalenizin içerik değerlendirilmesini Akademik Akıla bırakıyorum Başlığı bana Zilzal suresindeki herkim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Herkim zerre kadar şer işlemişse onu görecektir ayetlerin maallerini hatırlattı….. Ömrün ve akademik hayatın yaz sonu son baharın ilkaylarındaki en güzel meyvelerin olgunlaştıgı mevsimdeki çalışmalarıda muvaffakiyetler diliyorum.selamlar.
Emeğinize ve yüreğinize sağlık kıymetli hocam. Mevlâ daim eylesin…
Güzel ve anlamlı yorumlar için cümlenize teşekkür eder, sağlıklı günler dilerim.
Saygıdeğer Hocam, bu zamanlarda en çok ihtiyacımız olan konuyu ele almışsınız. Her kelimesinden bilgi ve lezzet alarak okudum. Allah razı olsun
Allah razı olsun Hocam, Allah uzun ömürler versin ,tükenmeyen isiginizda aydın bir gelecek görünüyor , ellerinize aklınıza,yureginize sağlık Hocam Allah a emanet olun.
Adalet Müslümanın yitigidir onu nerde bulursa alır. Diyelim. Habesistana hicrette bunun apaçık göstergesi. Geniş yelpazeniz için ok teşekkür hocam.
Adalet yöneticide olursa daha bir güzelleşir ,adalet merhametten doğar, merhametli ve cömert olursak çevremizdeki insanlar bizden razı olur, üç günlük dünyada hayırla yadediliriz,iyilik güzellik adalet hayatımızdan eksik olmasın ,Allah istikametten ayırmasın, ilmiyle amel eden alim kullarından eylesin cümlemizi, kaleminize sağlık Hocam, sizleri tanımak büyük nimet, nimetleri bahşeden Allah a hamd olsun …
-İnönü Marşı-
Fırat Nehri akmam diyor,
Etrafımı yıkmam diyor,
Şanı büyük Sinanoğlu Hocam,
Adaletsizliği İnönü’de bırakmam diyor.
Kalemimle girdim sınava,
Dersten kaldım beş puanla,
Şanı büyük Sinanoğlu Hocam,
Notlarınla sen bin yaşa.
Adalet bizi atladı,
Notlarımızı yokladı,
Profösörümüzün emrinde,
Ellibeş not birden patladı…
Hocam sayenizde kaliteli zaman geçirdim kaleminize ve düşüncenize sağlık. Sizin öğrenciniz olmak bir ayrıcalık bence.
Teşekkürler arkadaşlar, sizlerden gelen olumlu yorumlar, yorgunlumuzu gideriyor, selam ve sevgilerimle