İlk insandan bu yana tarih hep bu konuyu konuştu. Düşünce ve fikir hürriyetinin varlığı, yokluğu ya da yetersiz oluşu üzerinde duruldu. Geçen binlerce yıl içindeki güçlüler kendilerine muhalif gördükleri fikirleri bastırmaya susturmaya çalıştılar. Diller sussa da vicdanlar susmadı. Bedenler acı çekse de vicdanlar geri adım atmadı.
Peygamberler tarihine baktığımızda da aynı sıkıntıyı görmüyor muyuz? Tüm tarih esasen din ve vicdan hürriyeti mücadelesi değil mi? Hz. Nuh’a “Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin çok da mücadele ettin…”(Hud, 11/32) dediler. Onu bayıltıncaya kadar darp ettiler. Kendine geldiğinde o yüce peygamber yine onlara Allah’ın dinini hatırlatmaya devam etti. Hz. İbrahim putperest babasından baskı gördü. Babası onu eden kovdu. O ise babası için dua etti. Şirk dinini eleştirmeye devam etti. Kur’an’da ismi geçen diğer Peygamberlerin de farklı ama özde inancı savunurken maruz kaldıkları mağduriyetler vardır.
Peygamberimiz ise İslam’ı tebliğ etmeye başladığında müşriklerden sert tepkiler aldı. Namaz kılmasına ve Kur’an okumasına tahammül edemediler. Hatta Kur’an’daki ifadesi ile sesinizle Kur’an’ın sesini bastırın ki galip gelirsiniz” dediler.
Tarihte pek çok âlim, fikir adamı sözlerinden, fikirlerinden ve yazdıklarından dolayı kovuşturmaya tabi tutuldu. Ya din düşmanı ya da hain ilan edildi. Oysa ki bu insanların derdi, sıkıntıları dile getirmek, yol göstermekti. Onların bedenleri toprak oldu ama fikirleri ve mücadeleleri hâlâ dillerden düşmüyor. Vandalların ve zalimlerin baskıları hiç fayda vermedi.
Tarih korku saçanları kötü, fikir mücadelesi verenleri ise hayırla yâd etmektedir. Bu sebeple yetki sahiplerinin erdemli olmaları, geçici dünyanın saltanatına aldanmamaları, tarihteki sayısız örneği dikkate alarak insanlara kendilerini ifade imkânı vermeleri beklenir. Hele ilim ve fikir adamlarına daha fazla kulak vermeleri icap eder. Aksi halde içinde olduğumuz gemi daha hızlı su almaya başlayacak ve vahim akıbet vukû bulacaktır.
Fikir hürriyetinin sınırlarını bölücü ve yıkıcı olmamak şeklinde çizmek gerekir. İnsanların ortak değerlerine hakaret etmeden, ayrıştırmadan ve terörize etmeden aykırı görüşlere her zaman ihtiyacımız var. Unutmayalım ki görüşlerinde hatalı olanları affedersek övgü, intikam alırsak nefret kazanırız. Nefret ateşi ise önce sahibini sonra da etrafını mahveder.
Hakiki hürriyeti bize doğuştan veren Allah’tır. Öyle ki O, kendisine inanmamaya da izin vermiştir. Kendisinin inkârını seçenleri cezalandıracağını ilan etmiş, ama inanıp inanmama konusunda tercih imkânını ortadan kaldırmamıştır. Diğer bir ifade ile inkâr da imkân dahilindedir. “Rabbin dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat onlar hep ihtilaf içinde olacaklardır.” (Hicr, 15/118) ayeti bunu göstermektedir.
Tarihteki mücadelelerin önemli bir kısmı fikir mücadelesidir. Haksızlıklara, her türlü ayrımcılığa ve yağmacılığa karşı verilen mücadeledir.
Sonuç olarak tarih boyunca toplumsal dönüşümler hep ifade özgürlüğünün olduğu yerlerde gerçekleşmiş, insanların daha özgür, daha müreffeh ve daha üretken olabildikleri dönemler söz konusu dönemler olmuştur.
Saygı çerçevesinde birbirimizi dinleyebildiğimiz, birbirimizle tartışabildiğimiz bir olgunluğa ulaşmak dileğiyle…