Fransız Marksist yazar ve sinemacı Guy Debord’un ilk kez literatüre kazandırdığı ‘gösteri toplumu’ kavramı, en basit ifadesiyle görünenlerin ve görüntüye konu olan kişi, nesne ve olayların toplumun tartışılmaz ve erişilmez büyük bir olumsallık olarak nitelendirmesi anlamına gelmektedir. Debord’a göre kendini yüceltme mekanizması olarak kullanılan gösterimler, yaşamın mevcut modelini oluşturmaktadırlar. Bu yönüyle düşünüldüğünde gösterimler artık araç olmaktan çıkmış araç hâline gelmiştir. Debord’un 1994’te hayatını kaybetmesinden sonra egemenliğini tüm dünyada daha iyi gerçekleştiren gösterimlerden kurtuluş vaatleri dâhi sahteleştiğinden gösterimlerin kötü bir parçası olmaktan öteye gidememektedir. Günümüzde cep telefonlarına yüklenen programlar aracılığı ile yaptıkları etkinlikler ve sahip oldukları varlıklarıyla ötekilere kendisini ispat etme çabası olarak nitelendirilebilecek davranış ve yaşam tarzlarını içeren bu kavram, insanları gerçek dünyasından soyutlayarak sanal bir âlemin içinde almakta ve Debord’un da vurguladığı gibi insanın yabancılaşmasına neden olmaktadır. Necip Türk toplumunun yapısı ve her geçen gün niceliklerinin artması nedeniyle gösterimler artık ülkemizde ayrı bir boyut kazanmıştır. 2000’li yılların öncesine kadar yurtdışına çıkanların çektirdiği fotoğraflarla çevresindeki birkaç kişiyle paylaşılan gösterimler sosyal medya programlarının yaygınlaşmasından sonra çok sayıda kişiyle anlık paylaşılmaktadır. Öte yandan gösterime konu alan imajların içerisinde eskiden gösterimleri görgüsüzlük sayılan akşam yemekleri, hatta Batılı sanatçıların, filozofların adı taşıyan salatalar ve mezeler dâhi bulunmaktadır. Eskiden görgüsüzlük sayılan bir söylem olan ve bir dönemden sonra bu söylemi kullanılanla dalga geçilmeye başlanılan “ben Amerika’dayken…” vb. söylemlerine gerek duymayacak kadar o kadar çok gösterime konu olan imaj var ki günümüzde bunların kontrolsüz bir biçimde sayısının artması niteliklerinin zorunlu olarak azalmasına neden olmuştur. Nitelikli olanı dışlayan bu gelişme, nicel geçişe kolaylıkla olanak sağlamaktadır. Böylece görgüsüzlüğün görgü sayıldığı görgülülüğünün de görgüsüzlük sayıldığı bir toplum modeline geçtik (!). Kendi içsel yaşamını göz ardı ederek kendi doğasına aykırı yaşam tarzları gösterenlere denilen görgüsüzlük, toplumumuzda artık görmüş-geçirmiş kimseler olarak nitelendirilmektedir. Kendi içsel yaşamını ve kültürel birikimini zenginleştirmeye çalışıp bunları sosyal medyada paylaşmayan insanlar ise “yaşamları hakkında yeterli bir birikime sahip olamadığımız için “asosyal, kendi âleminde” bireyler olarak nitelendirilmektedir. Yabancılaşma en genel anlamıyla insanın kendi doğasından uzaklaşması ve kendi özüne aykırı düşmesi olarak tanımlandığında kendi içsel yaşamını göz ardı ederek günün önemli bir bölümünü sosyal medyada geçiren insanların kendilerine yabancılaştığı söylenebilir. Varoluşçu Fransız filozof Jean Paul Sartre’ın da vurguladığı gibi insan, diğer varlıklardan farklı olarak “kendisi için varlık” olmalıdır. Kendisi için varlık olması gereken bir insan kendi yaşamını başkaları için araç olarak kullanırsa bu durumda başkaları için varlık durumuna düşer. Bu durumda insan, başka insanlarla ilişkilerinden dolayı onların nesneleri durumuna düşer. Başkalarının bakışına tâbi olduğunda onların özgürlüğünün nesnesi olur. Böylelikle diğer insanlar onu özne olarak algılarken kendisi sıradan bir nesne (imaj) haline gelir. Sartre (1905- 1980)’ın sosyal medya programlarından haberi olmadan ortaya koyduğu bu düşüncesi günümüzde şöyle revize edilebilir: “Sosyal medya programında takip edilenler başkaları için varlık durumuna düşmüşler ve dolayısıyla takip edenlerin nesneleri olmuşlardır”
360
sonraki yazı