İLK FİTNE: KANLI GÖMLEK -II-
3. İlk Yahûdî Dönmelerinin Kurdukları Gizli ve Yıkıcı Cemiyet
Kanlı Gömlek adlı eserde bu dönmelerin ilk defa bir araya geldikleri ve kendilerine lider seçtikleri gizli bir toplantıyla konuya giriş yapıldığını görüyoruz. Gizlice ve sessizce gecenin karanlığında Hz. Nuh’un oğlu Sam tarafından yaptırıldığı söylenen kalenin harabelerinde buluşmuşlardır. Birbirlerinden emin olmak için önce fısıltı halinde davaları hakkında konuşurlarken daha sonra sesli bir şekilde bir lider seçmeleri gerektiği fikri ortaya atılır. Lider olması için teklif ettikleri kişi hakkında Ömer Rıza Doğrul, “Kitâb” fikrini merkeze alarak onun bu özelliğinden bahsetmektedir (Doğrul, ty: 5). Kitâbı aralarında en iyi o bilmektedir. İsrâîloğullarının mukadderatını tehdit eden tehlikeden kurtulmanın birinci yolu lider seçmek olduğu kanısında hem fikirdirler.
Yahuva’nın (Doğrul’un yazımı) milletlerini kurtarmak için hepsinden itaat etmeleri istenerek Kitâb ve el öptürülerek bey‘at alınmıştır. Her birini ayrı ayrı şehirlere gönderdiğini ve sayılarını bu şehirlerin isimlerinden anlamaktayız: Cermuz oğlu Basra’ya, Kerrûs oğlu Kûfe’ye, Meymûn oğlu Şam’a, Yakûb oğlu Mısır’a ve kendisi (Sebe oğlu) ise Medine’ye gidecektir. Kendisi daha sonra gittikleri yerlere gelecek ve onlara verdiği talimatlarını gerçekleştirip gerçekleştirmediklerine dair denetleyecektir ve hiçbir zaman aynı yerde toplanmayacaklardır. Doğrul’un romanda kaydettiği bilgiye göre onları bu kadar ihtiyatlı hareket etmeye sevk eden neden, hükümetin uyanıklığından fazla konuştukları meselelerin ve verdikleri kararın büyüklüğüdür. Bu beş kişi, koca imparatorluğu (hangi imparatorluk?) yıkmak ümidiyle bir araya geliyorlardı. San’a şehrinin bir tarafında birkaç kere görüşmüşler en nihayetinde Sam kalelerinin harabelerinde herkesten uzak bir yerde birleşerek imparatorluğun (?) her tarafına dağılmaya karar vermişlerdir. Reislerinin verdiği emirler ise (Doğrul, ty: 5, 7):
- İçinde yaşadıkları çevreyi tanımak,
- Şehrin ileri gelenleri ile düşüp kalkmak, içlerini ve dışlarını avuçlarının içi gibi bilmek,
- Herkesle iyi geçinmek,
- Herkesi kendi taraflarına çekmek için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak,
- Her şeyden önce takvâ içinde yaşamak ve asla bu konuda şüphe çekmemek,
Hepsi Müslüman gibi, Müslümanlığı benimseyeceklerdir. Müslümanlığa uzaktan yakından dokunan bir şey herkesten önce onları rencide edecek kadar hassas olacaklardır. Dikkat çeken bir ayrıntıda hepsinin Kur’ân’ı ezberlediği bilgisi verilmiştir. Hepsi çalışacak, Müslümanların bildiği her şeyi öğrenecekler ve herkes karşısında namazlarını kılacaklardır. Her biri bulundukları merkezde, yönetimin (hükümetin) durumu sıkı bir şekilde takip edecek, yönetimin icrâatını ve halk ile münasebetlerini, halk ve ileri gelenlerin hükümet lehinde ve aleyhindeki bütün duygu ve düşüncelerini, hislerini ve şikayetlerini tespit edeceklerdir. Klik, ajan gibi bulundukları mahalde hiçbir hâdise gözlerinden kaçmayacaktır. Tüm bunları yaparken asla hiçbir kimseyi şüphelendirmeyecek, kimse kendi aleyhlerinde bir his taşımaya sevk etmeden hareket edeceklerdir (Doğrul, 6,7). Ancak asıl planı daha sonra hazırlayacaktır. Dava arkadaşlarına bunu kendisinin Medine’ye gittikten ve orasını iyice inceledikten sonra yapabileceğini söyler. Buradan Neşşâr’ın aktardıklarına geçersek Doğrul’un yer ve isim zikretmediği bir ismin daha ortaya çıkmış olduğunu tespit edebiliriz. Çünkü Yahûdiler, Müslümanların akıl kalelerinin çok sağlam olduğunu ve onlarla doğrudan doğruya aklî tartışmalara girmeleri halinde yenilgiye uğradıklarını ve uğrayacaklarını anladılar. O nedenle İslâm tevhidini yıkmak için başka bir yola başvurdular ki Neşşâr’ın ifadesiyle bu yol Yahûdî karakterine tamamen uygundur: Sıkışıp kaldıklarında başvurdukları gizlilik ve kapalılık yolu. Bu İslâm akâidinin özüne yöneltilmiş bir saldırıdır. İslam akidesine birtakım görüşler ya da Kur’ân akidesine muhalif düşünceler sokulacaktır. Müslümanları kendi içlerinde birbirine düşürmek, siyâsî çekişmelere düşürmek ve iç savaşa kadar götürebilecek fitne tohumları ekmek yöntemidir bu (Neşşâr, 1999: I, 77).
Onların beşi de Yahûdîdir ve aynı fikirde hareket ediyorlardır. Onların içini büyük bir kin yakıyordu çünkü İsrâîloğullarının ikinci “Arz-ı mev’ûd (Filistin)” diye tanıdıkları bu topraklarda barınmalarına imkân kalmamıştı. Bu durum gün geçtikçe onların kaderlerini tehlikeye düşürüyordu. Hâlbûkî, bir zamanlar Yemen ve Hicâz onların hâkim oldukları bir yurt idi. Hicâz’ın birçok taraflarını onlar istimlâk istimlak etmişlerdi: Teymâ, Fidek, Hayber, Vâdil-Kura ve özellikle Yesrib onlara aitti Hicâz ve Yemen onların ikinci Arz-ı Mev’ûd’udur. Doğrul, Kanlı Gömlek adlı eserinde Yahûdiler’in Hicâz ve Yemen’deki Yahûdîleştirme ve yayılma politikası ile ilgili İslâm’dan önce yaptıklarının bilgisini vererek bu beş kişinin özlemlerinin bu olduğunu dile getirmiştir (Doğrul, 7-8). Bu bilgiler içinde Yahûdîlerin Hıristiyanların tazyikine karşı İran’la olan antlaşma yaptıkları bilgisi, fitnenin düşünce kodunun ne şekilde geliştiğine dair önemli bir tarihî ayrıntıdır. İslam’la birlikte Müslümanlar yani onlara göre Araplar büyük bir silahlı mücadele kazanmış ve onları yenmişlerdir. Onların ise silahlı mücadele gücü yoktur; bunu bildikleri içinde en büyük savaş onlar için: Fitne’dir. Suikastler onlar için en büyük mücadele yolu olmuştur.
4. Bu Cemiyetin Müslümanlar Arasında Çıkardığı Büyük Fitneler
Arap fetihleri hicrî 632-655 yıllarında gerçekleşmiş ancak ilk fitne döneminin olayları hicrî 656-661 ve ikinci fitne olayları ise 680-692 yıllarını göstermektedir. Hz. Osman isyancı askerler tarafından Medine’de evi kuşatılarak öldürülmüştür. Daha sonra ise üçüncü ve dördüncü fitne olayları patlak vermiş ve üçüncü fitne hicrî 744-750; dördüncü fitne ise hicrî 813-945 (birçok olay gerçekleştiği için tarih aralığı geniş verilmiştir) yıllarında gerçekleşmiştir (Hodgson, 1993: I, 153-157, 163, 230).
Yahûdiler Hicaz’dan çıkarılıp atılmalarından sonra bir kısmı Şam’a, bir kısmı Kûfe’ye, önemli bir bölümünün ise Yemen’e yerleşmiştir. Yemenli Yahûdîler Hicâz’a akın ederek hahamlarıyla birlikte bazılarının İslam’a girdiği bilinmektedir. İslam’dan önce Yahûdî olan bu topluluğun kök olarak Arap olduğunu tarihçiler kaydetmektedir. Ancak katışıksız olan Yahûdîlerin varlığı unutulmamalıdır. Hahamlarıyla Müslüman olsalar da İslâm’a karşı gizli bir kinle doludurlar ve İslâm’a daima şüphe ile bakıyorlardı. Halife Hz. Osman döneminden beri fitnenin kokusu hissediliyor ve Yahûdi hahamlar Hz. Osman’ın yumuşak tabiatını fırsata çevirmek için fırsat kolluyorlardı (Neşşâr, 1999: I, 77).
Neşşâr kaynak zikretmeksiniz Yahûdiler ve fitneyi açıklarken verdiği bir bilgi şaşırtıcıdır: Hz. Ali kendisine üç kez hilâfet teklif edildiği halde bundan uzak durdu. İlim ve irfan sahibi olan Hz. Ali aynı zamanda Hz. Peygamber’in amcasının oğlu ve onun damadıdır. Hz. Ali’nin Hz. Peygamberle olan yakınlığı, Hz. Hârûn’un Hz. Mûsâ ile olan yakınlığı gibidir. O nebevî ilmin kapısıdır ve onun bu özelliğini istismar etmesini bilen Yahûdîler, “masum imama”, “hatemü’l-asfiyâ” gibi ifadeleri ona atfederek Müslümanlar arasında fitneye sebep olacak kavramları ortaya atmışlardır (Neşşâr, 1999: I, 78-79).
Kanlı Gömlek adlı eserden devam edecek olursak Sebe oğlu, arkadaşları için belirttiği yerlere gitmişler o da Medine’ye Ehl-i Kitâb’dan İslâmiyeti kabul etmiş birisi olarak gitti. Onun bu tavırla Medine’ye gelişi, bu sayede hiçbir şüphe uyandırmamıştı. Mescitten çıkmıyor ve vaktinin çoğunu namaz ve dua ile geçiriyordu. Hz. Peygamber’i görmüş, onun tarihine karışmış sahâbenin büyüklerinden Hz. Peygamber’i öğreniyor, onun vefat etmiş ve hayatta kalan ashâbı hakkında bilgiler topluyor, hazırlayacağı planda istismar edeceği ve fitne çıkaracağı noktalar üzerinde ısrarla duruyor, soruyor ve irdeliyordu. Çok kısa zamanda amacına ulaşmıştır. Hz. Peygamber’in hangi aileye mansup olduğu, İslâmiyeti neşr ve tebliğe başladığında kimler tarafından muhalefet ve kimler tarafından yardım gördüğünü, Mekke’den Medine’ye ne gibi şart ve koşullar içinde hicret ettiğini, Medinelilerin ona karşı olan tavırlarını, Mekkelilerle kaç kere savaştığı, özellikle Yahûdîlerle husumetinde nasıl karşılık vererek nasıl onları yendiğini, Medine ile Mekke arasında meydana gelen savaşlarda kimlerin öldüğünü ve ölenlerin hangi aileye mensup olduklarını, Hz. Peygamber’in vefatından sonra devlet ve hükümet başına gelenlerin nasıl geldiklerini, neden Hz. Peygamber’in akrabasında bir kimsenin devletin başına getirilmediğini anlamaya çalışmış, tüm bunlarla İslamiyetin akidelerini yakında incelemiş ve akideleri derinden derine anlamıştır. Bunun yanında daha sonra zamanın hükümeti tarafından takip edilen siyâset kimlerin muhâlif ve kimlerin yardımcı olduklarını iyice incelemiştir. İşin sonunda muhtelif fırkalar, hizipler ve önemli menfaatler hakkında ayrıntılı bilgiler edinmiştir (Doğrul, 9, 10, 11).
Abdullah ibni Sebe’nin Medine’de bulunduğu sırada en dikkatini çeken simalardan birisi Hz. Ali’dir. Bazı dinî meseleleri hal ve ilmî tartışmalara girmek için Hz. Ali’yle birçok defa görüşen İbni Sebe onu dikkatle inceliyor, onun temâyüllerini, onun hükümet hakkındaki fikirlerini ve görüşlerini önemle tespit ederek bunlardan nasıl yararlanacağını düşünüyordu. Aradığını bulmuştu ve tüm fikirleri Hz. Ali üzerinde toplanmıştır. Bu şahsiyetten istifade ve onun vaziyetini istismar etmek mümkün ve kolay olacaktı. Ancak kafasında henüz bunun şeklini ve nasıl olacağını oturtamamıştı. İbni Sebe Medine’den çıkarken, merkezi hükümet hakkında, devletin başında bulunan Hz. Osman ve onun yöneticileri hakkında tam ve detaylı malumatlar elde etmiş, yakından görerek inceleme fırsatı bulmuştur: Emevîlik ve Haşîmîlik cereyanı, Mekke-Medine rekabetini ifade eden Kureyşî üstünlük (Medine başkent ancak Mekkeliler yönetimi ellerinde bulundurmaktadırlar (Doğrul, 11, 12, 13). İbni Sebe, Medinelilerin Hz. Ali’ye destek olacağını keşfetmiştir. Bundan başka keşfettiği bir o kadar önemli olan ki gerçekten Kelam ilminin ilk dönem tartışma konularından başını çekecek zühd hareketidir. Servet ve refahın ortalığı kaplamasından, büyük menfaatlerin ortaya çıkmasından ve bunlar etrafındaki aşırı rekabetten kaynaklanan çekişmelerden ürken ve korkan, servet düşkünlüğünde dışlayıcı söyleme sahip olan ve başını Hz. Ebu Zer’in çektiği cereyandır (haşvi, tecsim, teşbih, cebrî, kaderi ve sıfatî düşüncelerin doğuşu: Yahûdî gnostik etki).
- Tartışma ve Sonuç: Kanlı Gömlek Adlı Eserin Kelâm İlmi Bağlantısı: Hz. Osman’ın Şehit edilmesi ve Günah-ı Kebâir Düşüncesinin Ortaya Çıkması
Ömer Rıza Doğrul, Kanlı Gömlek adlı eserinin girişinde roman konusunun İslam Tarihinin en önemli olaylarından birini aydınlatmak için yazdığını ifade etse de aslında bu tarihî vâkıâlar kelam ilminin de başlangıcı sayılan, kabul edilen ve tartışılan konular olmaktadır. Romanda ifade edilenler tamamen tarihsel açıdan değil kelam ilmi açısından ele alınmaya gayret edilmiş ve bu tartışmaların kelam ilmine hangi başlıklar altında ifade edildiği tespit edilmeye çalışılmıştır. Yani İslam tarihi konuları kelamdan âzâde değildir ve İslam tarihçilerinin bunu bilmesi gerekir. İslam tarihine damgasını vuran bu tarîhî olaylar canlandırma yoluyla döneminin skandal ve çalkantıların romansal hareketinin sağlanmasına çalışılmış, şahıslarını ve kahramanlarını konuşturma yolu tercih edilmiştir. İşte bu konuşmalarda özellikle Abdullah ibni Sebe (Gölge/Gizli/Bilinmeyen Karakter) ile Kelam düşüncesine sokulmaya çalışılan ve fırkalaşan düşüncelerin tarihi arka planı Müslüman dünyadaki dönemin Yahûdîliğin daha doğrusu gnostik (tecsim, teşbih: Gulat-ı şia, İsmâîliyye, Keysâniyye, Karâmita) düşüncelerin nasıl planlı bir şekilde uygulandığı ifade edilmiştir. Farklı fikirleri özellikle davalarının gayesi için kullanan ve bu uğurda hiçbir şekilde amaç için her yolu mubah gören zihniyetin nasıl oluştuğu bu eser üzerinden tespit edilerek kelam ilminin ortaya koyduklarıyla denetlenmiştir.
Ömer Rıza Doğrul’un önsözdeki ifadesiyle anlatılmak istenen şu şekilde somutlaştırılabilir:
“Bu eserin en baş hedefi, İslam Tarihi’nde gerçekleştirilen ilk gizli ve yıkıcı cemiyetin iç ve dış yüzünü göstermek, onun neler yaptığını ne fesâdlar çevirdiğini ne cinâyetler işlediğini göstermektir.” (Kanlı Gömlek, 3)
Bizim de bu şekilde düşünerek bu yazıyı yazmadaki gayemizi ifade eden yine önsözde yer verilenlerle daha açıklayıcı olacaktır:
“Mevcûd târih ve kelam kitapları, bu konuyu bir bütün halinde belirtmezler, senelerin olayların arasına parça parça sıkıştırırlar. Bu yüzden, her senenin olayları arasında bu konuya aid birkaç olaya tesadüf edilir ve bundan dolayı insan konunun yeni bir olayla karşılaşmadan daha önceki olayları unutur yahut olaylar arasındaki bağlantıyı kaybeder (Kanlı Gömlek, 3).”
Ömer Rıza Doğrul, Kanlı Gömlek adlı eseriyle konuya daha ait bütün olayları topladığını ve birbirine bağladığını ifade etmektedir. Böylece ona göre konu bütün önemi ile aydınlatılmış olmaktadır. Bu gizli ve fesatçı kuruluşun mâhiyeti açıkça meydana çıkmıştır. Ve eser ona göre gerçekleştirmek istediği vazifeyi yerine getirmiştir. İslam âleminde kurulan diğer gizli ve yıkıcı cemiyetlerin mâhiyetini ise onlara ait incelemelerinin yolda olduğu eserlerde görüleceğini dile getirmiştir.
Kaynakça
Harman, Ö. F. (ty) “İslam kaynaklarında Yahudilik” DİA. 43/220-226.
Hodgson, M.G.S. (1993). The Venture Of Islam – Conscience and History in a World Civilization I-III (İslâm’ın Serüveni Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih). (Tercüme Kurulu). (1. bk). İstanbul: İz.
Gürkan, S.L. (ty) “Yahudilik” DİA. 43/187-197.
Neşşâr, A.S. (1999). İslâm’da Felsefî Düşüncenin Doğuşu I-II (1. bs). İstanbul: İnsan.