Günümüzde enerji ve hammadde, sadece ekonomik büyümenin değil, ulusal güvenliğin de temel bileşenleri arasında yer almaktadır. Dünya, enerji ve mineral kaynakları üzerinden şekillenen yeni bir jeopolitik denkleme doğru ilerlerken, Türkiye, kendi potansiyelini keşfetme ve bunu kalkınmaya dönüştürme kararlılığını artık çok daha somut biçimde ortaya koymaktadır. Bu çaba sadece ekonomik bir yatırım değil; aynı zamanda tarihsel bir vizyonun, stratejik aklın ve çevresel sorumluluğun birleştiği bir milli görevdir.
Atatürk’ten Günümüze: Kaynakların Ulusal Refaha Tahvili
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, daha 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür” diyerek, kalkınmanın rotasını çizmişti. Ona göre, siyasi ve askeri zaferler ekonomik temellerle taçlandırılmadıkça kalıcı olamazdı. Bu düşünceyle, kömürden demire, tekstilden elektriğe kadar pek çok sektörde kamu öncülüğünde yatırımlar başlatılmış; MTA, Etibank, Sümerbank gibi yapılar bu vizyonun kurumlaşmış örnekleri olmuştur.
Bugün gelinen noktada ise, enerji ve madencilik politikaları, artık sadece üretim değil, çevre dostu, katma değer yaratan ve toplumsal fayda üreten modellerle sürdürülebilir biçimde yönetilmesi gereken stratejik birer unsur haline gelmiştir. Bu alanların geleceği, günübirlik politikaların değil; ulusal menfaati önceleyen, bilim ve akıl rehberliğinde şekillenen kapsayıcı bir yaklaşımla belirlenmelidir.
Karadeniz ve Gabar’da Stratejik Enerji Keşifleri
2020 sonrası dönemde, Türkiye’nin denizlerdeki sismik ve sondaj faaliyetlerine yaptığı yatırım, ilk büyük meyvesini Karadeniz’de verdi. Mayıs 2025 itibarıyla, Göktepe-3 kuyusunda keşfedilen 75 milyar metreküp doğalgazla birlikte, Karadeniz’deki toplam rezerv 785 milyar metreküpe ulaşmış durumda. Bu miktar, Türkiye’nin yıllık doğalgaz ihtiyacının önemli bir kısmını karşılama potansiyeline sahiptir. Sakarya Gaz Sahası’na 69 km uzaklıktaki yeni keşfin, Filyos Doğal Gaz İşleme Tesisi’ne entegre edilerek hızla devreye alınması planlanmaktadır. Bu rezervin ekonomik değeri ise yetkililerce yaklaşık 30 milyar dolar olarak hesaplanmaktadır. Aynı dönemde, Gabar Dağı’nda 41 milyon varillik yeni petrol rezervi tespit edilmiştir. Bu keşfin ekonomik büyüklüğü yaklaşık 2,5-3 milyar dolar seviyesindedir. Bu kaynakların rasyonel yaklaşımla olarak üretim sürecine sokulması halinde Türkiye, sadece dışa bağımlılığını azaltmakla kalmayacak; enerji ithalatı kaynaklı döviz çıkışını da önemli ölçüde frenleyecektir.
Sürdürülebilirlik, Katma Değer ve Çevreyle Uyum: Yeni Dönemin Paradigmaları
Ancak bu başarılar, sadece keşif ve üretimle sınırlı kalmamalı; sürdürülebilir kalkınmanın ilkeleriyle uyumlu hale getirilmelidir. Günümüzde madencilik ve enerji üretimi, artık çevreye duyarlı, sosyal sorumluluk taşıyan ve ileri teknolojilere dayalı bir anlayışla yönetilmelidir. Geriye dönük “al-kullan-tüket” modeli yerine, yer altı kaynaklarının çevreye en az etkiyle çıkarılması, işlenmesi ve nihai ürün haline getirilerek yurtiçinde katma değer yaratması esas alınmalıdır.
Bu noktada, sadece hammadde satan değil, kendi kaynaklarını işleyip ileri teknolojiye dönüştüren bir üretim yapısı kurulmalıdır. Nadir toprak elementlerinden bor ve lityuma, kömürden doğal gaza kadar birçok kaynağın teknolojiyle birleşerek yüksek katma değerli ürünlere dönüştürülmesi, Türkiye’yi sadece kaynak zengini değil, aynı zamanda teknoloji üreten bir ülke haline getirecektir.
Ulusal Enerji Politikaları Popülizmin Değil, Aklın Konusu Olmalıdır
Enerji ve madencilik gibi stratejik alanların yönetimi, günlük siyasi polemiklerden arındırılmış, ulusal çıkarları esas alan uzun vadeli bir devlet aklıyla yürütülmelidir. Bu alanlarda uygulanan politikaların popülist söylemlere kurban edilmesi, yalnızca fırsat kaybına değil, milli güvenliğin zafiyete uğramasına da yol açabilir. Bu sebeple, milli menfaat ekseninde, bilimsel verilerle desteklenen ve uluslararası rekabet gücü yüksek bir enerji ve maden politikası izlenmelidir.
Doğal kaynakların yönetiminde; toplumun onayı, çevrenin korunması, gelecek kuşakların hakları, yerel kalkınma ve toplumsal fayda gibi dinamikler birlikte ele alınmalıdır. Bu çok katmanlı sorumluluk ancak teknik bilgiyle, şeffaflıkla ve sosyal diyalogla sürdürülebilir hale getirilebilir.
Sonuç: Kaynaklarını Sürdürülebilirlik Temelli Stratejik Akılla Yöneten Bir Türkiye
Türkiye, zengin yer altı kaynaklarına ve güçlü bir teknik altyapıya sahiptir. Ancak asıl mesele, bu potansiyelin doğru planlama, çevresel sorumluluk ve katma değer üretimiyle ekonomiye kazandırılmasıdır. Bu bağlamda Enerji politikalarının geleceğinde şu ilkeler öne çıkarılmalıdır:
- Yerli ve yenilenebilir kaynakların önceliklendirilmesi,
- Teknolojik Ar-Ge yatırımlarının artırılması,
- Jeopolitik risklere karşı enerji çeşitlendirmesi,
- Ulusal enerji stratejilerinin siyaset üstü, uzun vadeli vizyonla yürütülmesi.
Enerjide dışa bağımlılığı azaltan her adım, sadece ekonomik değil; aynı zamanda siyasi ve toplumsal bağımsızlığın da teminatı olacaktır. Bu süreçte izlenecek yol; çevreyle uyumlu, toplumla barışık, bilimle beslenen ve popülizme prim vermeyen bir stratejik vizyon olmalıdır. Böylece Türkiye, kaynaklarını sadece bugünün değil, gelecek kuşakların da refahını inşa edecek şekilde değerlendirmiş olacaktır.