Bir şeye tutku derecesinde düşkünlük ve bağlılık, taassub/fanatiklik olarak ifade edilmektedir. Bağlılık noktasında aşırıya giden kimseye de aşırı tutucu/fanatik denilir. Bağlı olunan bir şey, kör bir hamaset ve itaatle savunulduğunda kıskançlık, tutuculuk ve savunmacı tutum kendiliğinden oluşur. Bağnazlık veya bağımlılık, içsel bir dürtüyle, bireyin bütün faaliyetlerini kontrolsüzce tek bir amaca yönlendirir. Bu aşama, düzensizlik ve çelişkinin kaynağı olan hevanın artık akla egemen olmasıdır. Çünkü dinî, politik ya da ideolojik herhangi bir gruba koşulsuz itaatkârlık gösteren biri, görüşünü destekleme konusunda son derece katı ve hakikati idrak konusunda oldukça dar görüşlüdür. Fanatiklik, doğru bakışı, sağduyuyu, eleştiriyi, öngörüyü ve hürriyeti sınırlandıran bir eğilimdir. Fanatikliğin artması oranında tefekkür ve özgürlük de giderek azalır. Düşünme, seçme ve eylem özgürlüğünü kaybeden bireyin diğeriyle sağlıklı bir iletişim kurması ve uyum içerisinde yaşaması kolay değildir. Çünkü tutkuyla bağlanmak, özgürlükten fedakârlık ederek bireyin kendisinden ve insanî değerlerden taviz vermesine kaynaklık edebilir. Renan’a göre oluşan bu yeni hal, “fanatiklerin ölümden daha çok özgürlükten korktukları” bir psikozu andırır. Çünkü fanatiklik, zihnî tutsaklık ile makul olanın arasına adeta psikolojik bir barikatın kurulmasıdır. Bir lider için bu hal inanılmaz cezbedicidir. Onun nazarında bağımlı üyeler, kendisinin bir ürünüdür ve kendi ideolojisi uğruna herkes gerektiğinde göz ardı edebilir. Ancak bağımlı üyelerin otoriteyi terk etmeye hakkı yoktur. Bu aşama aynı zamanda bir tür ilahlaşmanın gizil adımıdır. Kitle iradesini yöneten dinî bir otoritenin içerisinde Tanrı’dan vazgeçmenin veya O’nun müdahalesini geçersiz kılmanın gizli bir tutkusu vardır. Zira fanatizm, kutsal olanın istismarıdır ve tutkulara inancı esir eden yanlış bir bilincin ürünüdür. Aklın yokluğundan öte sınırlı, sığ ve doğal olmayan bir akıldır. Toscano buna, kitlelerin taklit ve demagojiye bağlı deliliği ve baş dönmesine yol açan çılgınlığı, der. Buna sebep üyelerde Tanrı’yı aşırılık, bağnazlık ve dahası şiddet ile teskin etmeye çalışan kutsanmış bir adanmışlığın var edilmesidir. Koşulsuz adanmışlar için söylemler, doğası gereği bir inancın aslî ilkelerinden, bilimden ve makulden önce olmayı ister. Deleyre, “ilahî bir bilgiden esinlendiğini ve desteklendiğini iddia eden bütün yapıların gözlerinde aynı bandaj vardır ve bu, virüs gibi yayılan, zihinden zihne bulaşan bir hastalıktır” derken bilinçsiz adanmışlığı yıkıcı negatif kimlik olarak niteler. Bu tür tektipleşmelerin sonucunda nesnel ahlakî değerlerin ve ilmî hakikatlerin kolaylıkla göz ardı edilmesi olasıdır.
Fanatik için her nakledilenin doğru olduğu sorgusuz sualsiz özümsenir. Otoriteye mutlak itaat gösterip neden sormamak yüce ruhların bir simgesi hatta iman ile eşdeğer kabul edilir. Ne kadar akla aykırı olsa da inançlar ve yorumlar, hak-batıl karışımıyla “yanlışlanamayan kutsallara” dönüştürülür. Böylece tartışma, eleştiri ve münazara yeteneği kaybolurken fanatik doğru bildiğini tartışmayan, sorgulamaya dirençsiz ve itiraza cesaretsiz bir kişiliğe dönüşür. Kafasını ve konuyu değiştirmek onun için adeta inançsızlıktır. İradesi kendisine rehber olmaktan çıktığı için zamanla aklî yargılamalardan kaçış davranış halini alır. Bilinçli bir düşünüş olmasa da kendisinin bildiği en doğru bilgidir. Fakat doğruluğuna inandığı bilgi, otoritenin telkin ettiği bilgiden başkası da değildir. Her şeye kolayca inanan bir fanatiğin sabit fikrinin fiile dönüşmesi ise çok kolaydır. O, adeta dünyaya kurtarmaya gelen, seçilmiş, ayrıcalıklı bir savaşçıdır. Deleyre, “hurafe hak dine nasıl yakınsa fanatizm de haklı inanca o kadar yakındır. Bu nedenle tehlikeli bir güçtür” derken zıtların karışımının tehdit edici doğasını vurgular. Nitekim yanlış ile doğrunun birbirine karışması, mutlak cehaletten daha yakıcı bir güçtür. Benzer şekilde Platon, “hakikate hükmeden bir inanç, kişiyi fanatik yapar”, derken hakikati batılla örtbas eden bir inancın tehlikeli işlevine işaret eder. Fanatik, inandığı veya bağlı olduğu öğretiye aykırı olan düşüncelere karşı tahammülsüzdür. Fikrî düzeyde kısıtlanan akıl, fiilî düzeyde hoşgörüsüzlük, tekfir hatta şiddet ile sonuçlanabilir. Coşkulu bir itiraz ya da önemsiz bir abartı, ortak hareket içerisinde olan grup üyelerinde kontrolsüz bir şiddete dönüşebilir. Diderot’un “bağnazlık ile barbarlık arasında sadece bir adım vardır” sözü zihniyetten fiiliyata geçişkenliğin ürpertici evriminden başkası değildir. Dolayısıyla değerleri altüst edebilen yapısıyla fanatizm, eylem halindeki hurafedir. Kuşkuların, kurguların ve hurefelerin gerçeğe dönüşebildiği patolojik bir haldir. Kitleye sirayeti sağlanan ortak nefret ise uzlaşması imkânsız bireyleri dahi bir araya getirir. Ayrıca dinî ya da politik bir liderin sürekli öteki üzerinden nefret dili üretmesi, taraftarları arasında uyumu ve bütünlüğü sağlama amacına yönelik bir arzudur. Üstelik dış bir tehdit yoksa da üretilmelidir. Çünkü diğerinin farklı olması, tehditkâr olması için yeterlidir. Diğer taraftan koşulsuz bağlılık, insanın medenî ve sosyal yapısında bir dönüşüme neden olur. Yalnız iken terbiyeli, ahlaklı ve âdil olan birey, kitle içerisinde içgüdüleriyle hareket eden bir canavara dönüşebilir. Adeta ilkel bir varlığa evrilerek merhametsiz ve şiddet yönelimli biri olabilir. Çünkü kitle hareketlerinin en temel niteliği, itaati yüce bir değer kabul etmesi hatta iman ile eşitlemesidir. Bunun için körü körüne itaat öğretilmeli ve bir davranış modeline dönüştürülerek övülmelidir. Bu sayede tuhaf anlatıların ve kurgusal hikâyelerin bile onlar için daima bir gerçekliğinin ve inandırıcılığının olması sağlanır. Olmayacak olan hiçbir şey yoktur. Telkin ve sirayet yoluyla duygu geçişi çok hızlı olduğundan, oluşan duygunun gücü karşı konulamaz düzeyde yüksektir. Bu aşama, kararsızlık ve şüpheden arınma sürecidir. Hatta en ufak bir şüphe, derhal eyleme dönüştürülebilir. Kaldı ki körü körüne inancı ayakta tutabilmenin yegâne yolu da birçok inançsızlık ve hurafenin üretilebilmesinde yatar. Aklın, vicdanın ve tecrübenin verilerine dayanmak adeta inançsızlıktır. Dinî söylem, ispattan uzak, sade, gizemli iknâî bir dile sahiptir. Coşkulu iddialar hislere hitap eder, sürekli tekrarlanır, sade olur ve aklî ispattan ne kadar uzak olursa etkisi ve kalıcılığı o denli fazla olur. Napolyon, “biricik ciddi söz sanatı, tekrardır” derken önemsiz ve gereksiz tekrarların kitle üzerindeki etki gücüne işaret eder. Fanatik kitleler, delil ve kanıtlara dayalı verilerden hareket etmezler. Zekâdan çok duyguları etki altındadır. Dolayısıyla fanatiğin duyguları, homojen bir mantık tarafından kurgulanır ve güdülenir. Kendilerini kandırma konusunda güçlük yaşamayan bireylerin başkaları tarafından kandırılması ise kolaylaşır. Telkinlerin büyüsüne kapılmak ve güdülenmek artık hiç de zor değildir. Gerçekleri görmek istemeyiş ya da görme yeteneksizliği bir davranış halini aldığında eleştiri, itiraz ve değişim zorlaşır.
Fanatik için gelecek, geçmişin yeniden yaşanmasıdır. Yanlış olsa dahi tutkulanan inanç korunmalıdır ve sirayet yoluyla geçişi sağlanarak daima canlı tutulmalıdır. Oysa beşerî bir yorumun ya da inancın değişmeyeceği garantisi yoktur. İnsanî tecrübe ve çağ değiştikçe gelecek de, zihinler de değişecektir. Bu nedenle değişmesi muhtemel olan ve kişiye ait olmaktan çıkacak bir düşünceye körü körüne bağlanmak anlamsızdır. İnsanın yaşantı ve bilgi yoluyla değiştirme olasılığı olan durumlara mutlak bağımlılık göstermesi esasında sadakat değil, kişinin kendisine ihanetidir. Dolayısıyla körü körüne koşulsuz bağımlılık, düşüncenin doğru çizgisinden uzaklaşması yani zihnî bir bağnazlık ve körlüktür. Bir şahsa, fikre veya ideolojiye koşulsuz sadakat ve bağımlılık, gerçekte iman da değildir. Hakikatin istikametinden ayrılan inançların sürdürülebilir olması ise neredeyse imkânsızdır. Tabiri câizse bir şeyin fanatiği olmak yarını olmayan bugünde yaşamaya çalışmaktır. Oysa koşulsuz bağlanma Mutlak Varlık’a yani sadece Allah’a olursa değişim ve gelişim için gereken özgürlük sağlanmış olur.
Son söz olarak Câhız’ın insanların “öncekiler sonrakilere bir şey bırakmadı” zihniyetini, ilme ve âlime, kamuya ve fertlere en zararlı bağımlılık olarak nitelemesi oldukça manidardır. Bu bağımlılığın alışkanlığa dönüşmemesi için şüphe etme ve eleştirebilme bir metot olarak öğretilmelidir. Çünkü merak, şüphe, sorgulama, eleştirel tutum ve yargıda bulunabilme bir toplumun gelecekteki hayâtiyeti için son derece önemlidir. Bir diğer ifadeyle şüphe etme, eleştirme ve itiraz yeteneğinin, insanın geleceği ile uygarlığın sonu arasında duran tek şey olması olasıdır.
Kaynakça ve İleri Okumalar İçin Literatür
Alberto Toscano, Fanaticism On The Uses of an Idea (Fanatizm Bir Fikrin Kullanımları Üzerine), Çev. Barış Özkul, İstanbul: Metis Yayınları, 2013.
Emel Koç, “Gabriel Marcel’e Göre Fanatizm”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (2010), 22: 127-138.
Eric Hoffer, The True Believer (Kesin İnançlılar), Çev. Erkıl Günur, İstanbul: Plato Film Yayınları, 2007.
Erich Fromm, İtaatsizlik Üzerine, Çev. Nurdan Soysal, İstanbul: Say Yayınları, 2018,
Georges Gusdorf, İnsan ve Tanrı, Çev. Zeki Özcan, İstanbul: Alfa Yayınları, 2000.
Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi, Çev. Yunus Ender, İstanbul: Hayat Yayıncılık, 2009.
Ali Osman Gündoğan. “Din ve Dogmatizm”. Türk Yurdu Dergisi 355, (2017).
Hamdi Kalyoncu, Liderlere Tapınma Psikolojisi, İstanbul: Marifet Yayınları, 2014.
Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç, Çev. Özgür Karaçam, İstanbul: Asi Kitap, 2017.