“Mutluluk nedir?” sorusunun cevabı sorduğumuz kişiye göre değişebilir. Kimisi için bir doğa yürüyüşü mutluluk kaynağı iken, kimisi için sevdiklerinin yanında olmak, onlarla kucaklaşmak, acılarına sevinçlerine ortak olmak, ellerinden tutmak ve hayatı paylaşmaktır. Kimileri için ise pahalı ve lüks bir restoranda yemek yemek mutluluk sebebi olabildiği gibi bazıları için ise yemekten ziyade bu yemeği satın alma gücü olmayanları düşünmeden sosyal medyada paylaşmak sanal bir mutluluk kaynağı olabilmektedir. Bu kapsamda insanlığın var oluşundan beri en temel fizyolojik ihtiyaçlardan biri olan beslenmenin anlamı değişmiş ve günümüzde sosyal medya platformlarının etkisiyle gösterişçi tüketimin en önemli uygulama alanlarından biri haline gelmiştir. Yapılan araştırmalar sağlıklı beslenme bilincinin oluşmaya başladığını ancak bu bilincin daha çok sosyal medya aracılığı ile elde edildiğini ve bunun da tüketiciyi yanlış tüketime yönlendirebildiğini göstermektedir. Birçok hastalığın altında yatan nedenin yanlış beslenme alışkanlıkları olduğu ortaya koyulmaktadır. Beslenme, küreselleşme ve neoliberal politikaların etkisiyle, hastalıklardan korunma ve sağlıklı yaşam için vazgeçilmez bir araç haline getirilmeye çalışılırken sağlığı tehdit eden uygulamaların alanı olabilmektedir. Son yıllarda, market raflarını süsleyen “glütensiz” ve “laktozsuz” etiketli gıdalar, yalnızca sağlık açısından değil, aynı zamanda bir prestij göstergesi olarak da yükselişe geçmiştir. Önceden bir sağlık zorunluluğu olarak algılanan bu özel diyetler, artık birçok insan için ne yazık ki sosyal bir statü sembolüne dönüşmüştür.
Glüten ve Çölyak Hastalığı
Glüten başta buğday olmak üzere, arpa ve çavdar gibi tahıllarda bulunan bir proteindir. Özellikle ekmek teknolojisi açısından son derece önemli olan glüten, su ile birleştiğinde örümcek ağına benzer bir yapı oluşturarak maya tarafından üretilen gazı tutmakta ve ekmeğin kabarmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla glüten tahıl ürünleri için büyük bir öneme sahiptir. Buğday ekmeğinin büyük hacimli, elastik yapıya sahip olmasının başlıca nedeni glütendir. Bu nedenle özellikle seri ekmek üretimi yapılan fabrikalara gelen unlarda rutin olarak glüten analizi yapılmakta, analiz sonucunda unun glüten değeri belirlenen değerin altında çıkarsa un getiren firmaya ceza kesilmektedir. Günümüzde glüten ile ilgili hastalıklar düşünüldüğünde ilk akla gelen ve en yaygın olarak bilinen çölyak hastalığıdır. Çölyak hastalığının sıklığı ülkeden ülkeye değişmekle birlikte genel olarak dünya nüfusunun yaklaşık yüzde birinde olduğu tahmin edilmektedir. Çölyak hastalığının klinik belirtileri bebeklikte, çocuklukta, adolesan döneminde ya da erişkinlik döneminde ortaya çıkabilmektedir. Özellikle buğday ve türevlerinin çocuğun diyetine eklenmesinden sonra gelişen semptomlar diyetten unlu gıdaların çıkarılması ile geriler ve tekrar verildiğinde ise belirtilerin tekrarlaması ile gerçekleştirilen uyarı testi tanıyı doğrular. Çölyak hastalığının en yaygın belirtileri arasında karın ağrısı, ishal, şişkinlik, kabızlık, kilo kaybı, kusma ve dermatit sayılabilir. Çölyak olmayan glüten duyarlılığı ise son birkaç yılda üzerinde çokça durulan bir konu haline gelmiştir. Huzursuz bağırsak sendromuna benzer belirtilerle karakterize olan fakat çölyak hastalığının tanı kriterlerine uymayan çölyak olmayan glüten duyarlılığının belirtileri diyetten glüten içeren gıdaların çıkarılmasıyla çoğunlukla ortadan kaybolmaktadır. Diğer taraftan çölyak olmayan glüten duyarlılığına dair belirgin biyolojik belirteçler henüz tanımlanmamış ve geçerlilik kazanmamıştır. Tüm bunlara rağmen hiçbir hastalık belirtisi görülmese de topluma sürekli olarak glütensiz beslenme dikte edilmekte ve glütensiz ürünler fahiş bir fiyata satılmaktadır. Öyle ki içeriğinde glüten bulunması mümkün olmayan ürünlerin üzerine bile büyük puntolarla “GLÜTENSİZ” yazılmakta böylece ürüne daha sağlıklıymış imajı kazandırılarak ederinin üstünde bir fiyata satılmaktadır. Glütensiz diyet, düşük karbonhidratlı ve yağsız diyetlerle birlikte dünyanın en popüler üç diyetinden biri haline getirilmiştir.
Laktoz İntoleransı
Laktoz, sütte bulunan bir şekerdir. Bu şekerin sindirilmesinde laktaz enzimi görev almaktadır. Anneden süt emmeyi bıraktıktan sonra bazı kişilerde laktaz enziminin sentezi durmakta veya azalmaktadır. Laktoz intoleransı olarak bilinen bu durum sütün sindirilememesiyle sonuçlanmakta ve dünyada yaygın olarak görülmektedir. Laktoz intoleransının teşhisi için çeşitli yöntemler kullanılabilmesine rağmen, çoğu zaman tipik semptomlar hastalık teşhisi için yeterli olmaktadır. İlgili semptomlar karın ağrısı, şişkinlik, gaz, kramp ve ishal ile karakterizedir. Laktoz intoleransı olan bireylere yönelik olarak laktozsuz sütler üretilmektedir. Bu sütlerin üretiminde genellikle sütlere laktaz enzimi ilave edilmektedir. Ancak günümüzde sosyal medyanın da etkisiyle laktoz bir zehirmiş gibi lanse edilmekte ve içeriğinde süt şekeri olan laktozun bulunma ihtimali bile olmayan ürünlerin üzerine büyük puntolarla “LAKTOZSUZ” yazılarak bu ürünler fahiş fiyata satılmaktadır. Laktozun sütte bulunan bir şeker olduğu ve bunun sindirimiyle ilgili herhangi bir problem yaşanmıyorsa tüketilmesinde bir sakınca olmadığı bilinmelidir.
Özetle, glütensiz ve laktozsuz beslenmek tıbbi bir ihtiyaç durumunda elbette ki çok değerli bir yaklaşımdır. Ancak bunu bir moda ya da prestij unsuru olarak gösterilmesi hem bu ürünlerin fiyatlarını artırarak gerçek ihtiyaç sahiplerinin bu ürünlere ulaşmasını zorlaştırmakta hem de farklı sağlık sorunlarına sebep olabilmektedir.
Hiçbir koruyucu katkı maddesi içermez
Satışa sunulan bazı gıdaların üzerinde büyük puntolarla “HİÇBİR KORUYUCU KATKI MADDESİ İÇERMEZ yazılmakta fakat gıdanın ambalajındaki içindekiler bölümü incelendiğinde “koruyucu olmayan” fakat aroma verici, renk verici olarak bilinen ve sağlık açısından da pek çok sakıncaları bulunan katkı maddelerinin bulunması da bu kapsamda dikkate alınması gereken farklı bir konudur. Bu şekilde içerik olarak doğru fakat verilen imaj açısından yanlış bir uygulama devam etmektedir. Burada kelime oyunu yapılmakta olup aslında ilgili gıda tamamen doğal içerikten üretilmiş imajı verilmektedir. Bu ürünü alıp sosyal medyada paylaşan kişiler ise dijital bir statüye sahip olduğunu düşünmektedir.
SONUÇ
Laktoz ve glüten örnekleri verilerek anlatılan konunun gerçek hayatta daha birçok yansımasını görmemiz mümkündür. Artık bir kahvaltı tabağına avokado, chia tohumu ve glütensiz ekmek koymak ve bunu paylaşmak sağlıklı beslenmeden ziyade “dijital prestij” sağladığı için kıymetli olmaktadır. Yıllardır süren tüm bu tabloya rağmen, geleceğe dair umutlu olmak için nedenlerimiz var. Sağlıklı beslenme bir trend olmaktan çıkarılıp, herkesin ulaşabileceği bir yaşam tarzı haline getirilebilir. Bunun için de sağlıklı beslenmenin bir lüks ya da statü göstergesi olarak görülmesinin önüne geçmek için, doğru bilgiye erişimi kolaylaştırmak önemlidir. İnsanlara, sağlıklı beslenmenin yalnızca pahalı gıdalarla değil, yerel ve mevsimsel ürünlerle de mümkün olduğu anlatılmalıdır. Bizler ki ihtiyaç sahiplerine ya da sevdiklerimize bir kap yemek götürüken bile yolda görenin canı çekmesin diye üzerini kapatan bir kültür ve medeniyetin mensuplarıyız. Geleceğimizin güzelliği için geçmişimizdeki bu değerlerimizi hatırlamalı ve de hatırlatmalıyız. Bunun için bireylerden hükümetlere, üreticilerden medya kuruluşlarına kadar geniş bir yelpazede sorumluluk paylaşımı ve doğru iletişim gereklidir. Tüm paydaşlar sık sık bir araya gelerek problemlerin çözümünün bir parçası haline gelmelidir. Bu bilinç yaygınlaştıkça ve bu kapsamda kararlı adımlar atıldıkça daha sağlıklı gelecek bir hayal değil, ulaşıldığında hepimizin hem sağlıklı hem de mutlu olacağı bir hedef olacaktır.