Onu ilk kez, hafızam beni yanıltmıyorsa, 1981 yılında bir nöroşirürji toplantısı vesilesi ile tanımıştım. Birlikte katılıyorduk bu ilmî sempozyuma. Yakışıklı, sevecen, gülümseme ile ciddiyet arası bir yüz ifadesine sahip bir ağabey olarak kendisini prezante ediyor ya da ben öyle algılıyordum. Konumumuz ve ilk tanışmamız sebebi ile mesafeli duruyordum kendisine…
Zaman zaman, bilimsel toplantılar vesilesi ile bir araya geldiğimizde samimiyetimiz arttı, bu ilişki, daha samimi bir ağabey-kardeş ilişkisine dönüştü.
Hele, dünyadaki bütün nöroşirürjiyenlerin İsviçre’deki kliniğine gitmek, birkaç günlüğüne de olsa ameliyatlarını izlemek için can attığı ve sıraya girdiği Prof. Dr. Mahmut Gazi Yaşargil’in yanına gideceğim haberini kendisine verince, kendisinin de Yaşargil Hoca’nın kliniğinde özellikle mikronörovasküler cerrahi eğitimi aldığını ve bunun benim için de çok büyük bir mesleki adım olacağını ifade ederek, çok sevinmişti.
İsviçre’de kaldığım süre içerisinde, Zürih Üniversitesi Nöroşirürji Kliniğinde, özellikle mikronöroşirürji araştırma merkezinde, Gazi Hoca’mdan ve münhasıran Rosemarie Frick Hanımefendi’den, Prof. Dr. Nurcan Özdamar hakkında duyduğum övgü dolu sözler, beni kendisine daha çok yakınlaştırdı. Bir anlamda, Zürih Üniversitesinde Nurcan Bey ile halef-selef olmuştuk.
Yurda döndüğümde, artık çok daha fazla görüşüyor ve haberleşiyorduk. Yurt içi ve yurt dışı kongrelere ve ilmî toplantılara, nerede ise ailece hep birlikte katılıyorduk. Eşim Emine ile Nurcan Bey’in Eşi Sevim Hanım da çok iyi arkadaş olmuşlar, konferanslarda çok uyumlu iki aile, dört samimi arkadaş gibi olmuştuk.
Sevim Hanım, Eşim Emine’ye ablalık, Nurcan Bey de bana ağabeylik yapıyordu hemen her toplantıda, her ülkede…
Dostluklar, dernek toplantıları, arkadaşlıklar bir yana, onunla ilmî toplantılarla ilgili çok anımız var.
1987 Barselona Avrupa Nöroşirürji Kongresi, Moskova Dünya Kongresi, Almanya-Berlin Kongresi, İngiltere-Glasgow Toplantısı… O kadar çok ki hatıralarımız, burada zikretmem imkânsız. Lakin bir olay var ki, paylaşmadan edemeyeceğim.
Yıl 1993, Meksika-Acapulco’da Dünya Beyin Cerrahisi Kongresi’ndeyiz. Yaklaşık 20 kişilik bir Türk ekibi ile Kongre’ye katılıyoruz. Erdem Tuçbay, Aykut Erbengi, Kemali Baykaner, Naci Seber… hep beraberiz. Nurcan Ağabey’in anevrizma ve vazospazm ile ilgili bir tebliği var. Tebliğini sunuyor, bir Japon bir de İtalyan nöroşirürjiyen, biraz da Türkleri küçümsercesine eleştirilerde bulunuyor. Nurcan Bey’in efendi kişiliğini biraz da suistimal ederek eleştirilerine devam etmeleri üzerine canım çok sıkılıyor, cevap vermek istiyorum, ama Nurcan Bey bana sakin olmamı söyleyerek, cevap vermeme müsaade etmiyor.
Allahtan, iki saat sonra, aynı pervasız ve hadsiz, muarız kişilerin, benim özellikle üzerinde çalıştığım “anevrizmalar, cerrahi, vazospazm ve deneysel modeller” ile ilgili olarak tebliğlerini dinledik ve benim için kaçırılmaması gereken bir fırsat doğdu.
Aykut Bey (Erbengi), Nurcan Bey, Tunçalp Bey (Özgen) ve Nezih Bey (Oktar) benim hemen arka sıramda oturuyorlardı. Konuya çok iyi hâkim olduğumdan, bilimsel eksikliklerini ve hatalarını yakalamıştım. Tebliğlerini sunduktan sonra, söz alarak, modellerindeki ilmî hataları ve eksiklikleri ifade ettim ve benim modelimi kullandıkları hâlde benden referans vermemelerinin (zikretmemelerinin) de bilimsel etiğe aykırı olduğunu söyledim. İtalyan kem küm etti, cevap veremedi, “Haklısın.” diyerek geçiştirdi. Japon bilim adamı panikledi, heyecanlandı, cevap veremedi ve elindeki slayt kontrol paneli (pointer)ni yere düşürerek parçaladı. Bu arada, arkamdan Nurcan Ağabey benim ceketimi çekiştiriyor ve oturmamı, fazla ileri gitmememi ikaz ediyordu. Ben ise gençliğimin verdiği güven ve heyecan ile avını köşeye sıkıştırmış bir avcı gibi üstüne üstüne gidiyordum.
Sonra arkama dönerek, bizim Türk ekibine, Türkçe olarak “Yeter mi?” diye sordum. Sevgili Nurcan Bey bana, “Yeter yahu, adamı rezil ettin, intikamımızı aldın! Tamam.” dedi ve ben de eleştirilerime son verdim.
Kaderin garip cilvesi ki, aynı Japon, akşam yemekte Sevgili Nezih Oktar ile aynı masaya düşmez mi… Allah kimseyi o Japon’un ve İtalyan’ın konumuna düşürmesin.
Sonraki toplantılarda, bir araya geldiğimizde, Nurcan Ağabey ile hatıralarımızı hep anımsar ve yâd ederdik.
Yıllar akıp giderken, birden bire Nurcan Bey’in, “Türk Nöroşirürjisinin Ağabeyi”nin rahatsızlandığı haberini aldık. Şok olduk bu haberle… Kendisi çok mütevekkil karşıladı hastalığını. Çareyi de çaresizliği de çok iyi biliyordu zira…
Çok geçmedi nitekim. Acıları, sızıları ve çaresizlikleri bir gün son buldu.
Ben Zürih’teki selefimi, Türk Beyin Cerrahisi Camiası ise bir Hocasını kaybetti.
Kabri nur, Mekânı Cennet’tir inşallah.
İşte, beşinci kitabımız “HİCRAN”dan bir rubaimiz…
BU ÂLEMDE DERMANIM
Zülfün, kâkülün gibi, hicrinle perîşânım.
Âteş-i sûzânına, fedâdır, bende Cânım.
Hasretin alev alev, tutuşturdu ummânı,
Vuslatın mı bilinmez, bu Âlemde dermânım.