Ahlak ifadesinin Arapça hulk kökünden türemiş bir kavram olarak, huy manasından geldiği bilinmektedir. Halık, Allah’ın isimlerinden biri olarak, halk eden olmaklığıyla, Hak’kın insanı en güzel şekilde yarattığını tüm kutsal kitaplarda bildirmiştir. Halk ifadesi, hem toplumu tanımlamakta kullanılırken, türevlerinden olan halka kelimesinin, yuvarlak şeklin tanımı ile; bir döngüyü, var oluştaki devamlılığı, başlangıçla bitişin birleşiminden oluşan bir devinimi aklımıza getirmekte ve bu sembolik vurgunun arkasında yatan anlamı düşündüğümüzde, insanın başlangıçta bebekliğinde var olan temiz, hiç kötülük bulunmayan düşünce yapısının; Kuran’da da belirtildiği gibi ileri yaşlılıkta oluşan çocukluğa geri dönüş, yani dış dünyaya yansıttığı davranışları olan, iç düşüncelerinin kötülük ifade etmemesi ile yine başlangıca geri dönüşü yansıttığını düşündürmektedir. Hakikaten çok yaşlı bireylere baktığımızda gördüğümüz o dinginlik, anlayış, hoş görü, adalet düşüncesinin, yine küçük çocuklara baktığımızda gördüğümüz tertemiz huylarla benzer olduğunu fark ederiz ki, işte bu nokta, halka sembolünün, insan yaşamı ve düşünce dünyasındaki devinimini bize gösterdiğini görebiliriz. Bu bağlamda, ahlak kavramının kökenlerinden ve türevlerinden hareketle yapılandırdığımız bu düşünce sisteminin, aslında ahlakın pratik yaşamda günümüzde nasıl toplum yaşamında entegrasyonunun olması gerektiğine dair de bize ışık tutabileceğini çıkarsayabiliriz. Eğer ahlak gerçek anlamı ile şekillenir ise içerisinde adaleti de barındıran davranışları sergileyen bireylerin oluşturduğu adaletli toplum sistemine yol alabiliriz.
Bilim, bilgi kavramından gelmekliğiyle, bilginin evrilmesi, değişimi, dönüşümü, ilerlemesi uğraşısı olarak tanımlanmaktadır. Bilme etkinliği, tarihten süzülüp gelen, günümüzde ulaştığı kapsamıyla, bilge insanların düşünce dünyası ve çalışmalarıyla şekillenen bir olgu olarak insan yaşamında olmazsa olmaz bir eylemdir. Bilimsel bir Dünya’yı kurgulamak adına yapılan her girişimin, ahlaklı bireylerin eylemleriyle gelişmesi önemli bir erdemdir. Ahlakın açıklamasında dile getirdiğimiz adaletli olma sıfatıyla hareket edebilen ve ahlakı davranışlarıyla üzerinde taşıyabilen bilim insanlarının oluşturduğu bir akademik toplum, böylelikle gelecek nesillerin yaşam durumlarını ileriye doğru yönlendirebilir.
Bu yukarıdaki ifadeler olması gerekenler iken tıp etiği açısından baktığımızda pratikte günümüzde pek de bu söylemlerin istenilen şekilde gerçekleşmediği görülebilmekte ve bu birbiriyle bağlantılı üç kavramın; bilim, ahlak ve adaletin temellerinin sağlam kurulmasına karşın içeriğinin yapılan yanlış davranışlarla geriletildiği durumlar olabilmektedir.
Bu üç kavramın akademik hayatta gerçek yerini alabilmesini sağlamak için, örnek fikir olarak göz önüne alabileceğimiz, tarihten günümüze gelmiş geçmiş ünlü düşünürlerin görüşlerini düstur edinerek olanaklı hale getirebiliriz.
Mesela bu düşünürlerin arasında güzel örneklerden biri olan Sokrates’in öne sürdüğü ahlaki değerler; evrensel iyi, kalıcı iyi, her durumda ve her zamanda geçerli iyi, tek tek durumlarda değişmeyen iyi olarak; ölçülü olma, yardımsever olma, cesaretli olma, doğru olma, adaletli olma, yasalara uyma gibi değerlerdi.
İbn Adî’ye (ö. 364/975) göre ahlâk, nefsin bir çeşit hali olarak ifade edilir ki insan ahlak sayesiyle üzerinde iyice düşünerek eylemlerini gerçekleştirebilir.
Gazzâlî (ö. 505/1111) ahlâkı, nefiste yerleşmiş durumda yer alan ve sayesinde insan davranışlarının zorlanmadan meydana geldiği bir çeşit meleke olarak ifade etmiştir.
Nasîrüddîn-i Tûsî ‘nin (ö. 672/1274) görüşüne göre ahlak, huy yani hulk, ne doğuştan ve ne de sonradandır. Ona göre, kişinin karakterine uyan bir huy, kolay elde edilir iken, uymayan huy da güç elde edilir.
Yine bize güzel ahlak örneği olan değerli ilim insanı Mevlâna, hikmet, iffet, şecaat ve adalet olarak bilinen dört temel fazileti, erdemli insanın özellikleri olarak ele almıştır. O hikmeti akıl ve bilim ile ilişkilendirmiştir. İffeti; edep ve utanma olarak tarif etmiştir. Şecaati; cesaret olarak açıklamıştır. Adaleti ise; kişinin içinden gelen kötü dürtüler (nefis) ile kendi kendine mücadelesi olarak belirterek, olgun insanı betimlemiştir.
Yunus Emre’nin ahlak görüşü ise; sevgi, hoşgörü, adil olma, gösterişten uzak yaşam, öze dönüş, kendini tanıma üzerine yoğunlaşmış bir bakış açısı idi.
Aşağıda oluşturduğum şema ile; ahlak, adalet ve bilim olmak üzere incelediğimiz üç kavramın birbiri ile ilişkisini tanımlamaya çalışacağım:
Bu şemadan da anlaşılacağı üzere, bir bilim insanında bulunması gereken ahlak, eş zamanlı olarak adaleti getirecek, devamında adalet ise bireyde bilimselliğin şekillenmesini sağlayacaktır. Aynı döngüye bilim başlangıcı ile bakarsak, bir bireyde bilimsel bilgi var olduğunda, adaletin sağlaması mümkün olacak ve bu sayede ahlaklı davranışa birey yol alacaktır. Diğer yandan adaletli bir bilim insanı, aynı zamanda ahlaklı da davranmış olacak ve bu sayede ahlaklı davranış kapsamında bilimsel açıdan doğru yaklaşımlar da sergileyebilecektir. Yine akademisyende bulunan bilimsel bilgi, ahlakı, ahlak da adaleti peşi sıra getirebilecektir. Bu devri daim döngüsü birbiriyle ilişkili halde bir akademisyende bulunması gereken erdemleri özetlemiş olmaktadır kanısındayım.
Kaynaklar
TDK sözlük, Ahlak, https://sozluk.gov.tr/. Erişim tarihi: 14.10.2024.
Durak N. Mevlânâ’nın Ahlâk Öğretisinde İyi ve Kötü Kavramları, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2007/2, Sayı: 6.
Kadğa E. ve ark., Yunus Emre ve Ahlak, Journal of Social, Humanities and Administrative Sciences, 9(71):4136-4144. DOI: http://dx.doi.org/10.29228/JOSHAS.7 4227, 2023.
Toksöz H., Gazzâlî’ye Göre Bireyin Ahlâkî Yetkinlik Kazanımında Peygamberin Rolü, Danisname 5 (Eylül/September 2022) 213-244.
Özkan F., Sokrates’in Entelektüalist Ahlâkı, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi , Sayı / No. 4, Ekim / October 2013: 35-53.
1 yorum
Ahlakın kökeni Olarak belirttiğiniz Hulk ve marvel karakteri olan yeşil dev Hulk aklıma geldi.
Ahlak, hulk, halk ve halka örüntünüz, metaforunuz gerçekten güzel. Yazınıza biraz itirazım var. Kadınlar genelde aynısını yapar. Gebelikleri ilgili kendi mesuliyetlerini görmezden gelir veya üstünü örterler.
Kadınlar doğurduklarının kötü, eksik, başarısız olmasınının müsebbibi olarak kendilerini görmezler, bunu ret, inkar ederler.
Erkeklerin, kadın ayrımcılığı yaptığından, erkek şiddetinden kadınlar şikayet ederler ama erkekleri kendileri büyütür. Değişik bir paradokstur bu.
Biraz derinleşirsen;
Ahlakı güzel şekilde açıklarken siz de doğuştana yani sadece doğum sonrasına (doğuştana) indirgemişsiniz, rahim içi süreçleri (Doğmadan yaşattırılanları) göz ardı etmişsiniz ( burada kadını, kadınları gizlice aklamaya çalışmışsınız). Ahlaksızlardaki İlliyet bağını, müteselsil etkilerde rolü olan kadını (anneyi) çıkarmışsınız, sizin ve diğerlerinin yaptığı aslında ahlakın özüne ters düşen bir yaklaşım olmaktadır.
Ahlak gelişimi, daha anne karnında, rahim içindeyken başlamaktadır, sıfırdan başlar, insana rahime düşer düşmez, ahlak direkt, %100 konulmuş, yüklenmiş bir şey değildir. Eğer öyle kabul edersek ne oldu da bu adamların ahlakı eksildi yada yok oldu?
İnsanın en savunmasız, en hassas dönemi olan bu intrauterin süreç, hayat boyu taşıyacağı değerlerin temellerini atar. Gerçek duyarlı anne adayları, bu dönemin farkındalığıyla en küçük olumsuzluklardan bile kendilerini koruma içgüdüsü taşır, zira bebeğin zihinsel ve ruhsal gelişiminde kritik bir rol üstlenirler. Doğum sonrasında başlayan süreç ise bu temel üzerine inşa edilir.
Düşünelim: Rahmi sağlıklı, iltihapsız, akıntısız, tam bir jinekolojik hijyen huzur ve refah içinde olan kadının, huzurlu rahim ortamında gelişen bir bebek ile; rahmi ardışık doğumlar ile yorgun, yaşlı hale gelmiş, İltihaplı, miyomlu, polipli, terse – yana yatmış, şekli bozulmuş, kanser kist üretmiş ve varislerle mücadele eden bir annenin rahmindeki bebek ile aynı olabilir mi?
İlk bebek, temiz nasum bir başlangıcın sembolü iken, diğer bebek zorlu koşulların ( survivor – hayatta kalma mücadelesi) içinde doğar. İyi muameleye maruz kalan bir bebeğin hayata bakışı ile zorluklarla doğan ( kötü muameleye maruz kalmış, size hastalık gelebilir ama bebeğe kötü muameledir) bir bebeğin ruh hali, beyin ahlak alanlarının gelişimi, masumiyeti aynı mıdır? Elbette ki, doğum öncesi (rahim içi) süreç, ahlakın ilk ve en derin temellerinin atıldığı dönemdir; bu yüzden ahlakı sadece doğum sonrasına odaklayarak, insanın en önemli dönemini görmezden gelmek, ahlaka yapılmış bir haksızlıktır.
Bizim hastalık olarak gördüğümüz, rahimdeki bebeklerin dayanır sabreder diye umut ederek kendimizi kandırdığımı, maddi manevi kısıntı yapılan bir gebelik süreci; aslında bebeğin kötü muameleye maruz kalmasıdır. Kötü muameleye maruz kalmış ; sesi çıkmamış, derdini anlatamamış, erken doğmuş, dışkısını yutmuş, oksijenlenememiş, mikroplar beyninde kalbinde kist – kireçlenme – kanama yapmış birisinin merhamet, şefkat, cömertlik, empati, dürüstlük çalışkanlık beyin alanları ne kadar gelişir?
O yüzden ahlaklı bireyler çıksın istiyorsak, doğum yapınca değil, daha gebeliği zihinsel olarak düşününce eski hayatımıza aynen, hiç bir şey olmamış gibi devam etmemeliyiz. Derhal kendimizi zihinsel, bedensel, maddi olarak hazır ettikten sonra gebeliğe girmeliyiz.
Bunu kadınlarımızın %99.99 u yapmıyor.
Ahlaksızlığın yapıldığı bir ilk adımdan ahlak çıkar mı? Çıkarsa ne kadar çıkar?