Üniversitelerin var oluşunun ve gelişiminin en temel bileşeni öğretim üyelerdir. Öğretim üyeleri çok keyifli ve toplum indinde de çok saygı gören insanlardır. Bu nedenle insanlar için oldukça caziptir. Öğretim üyesinin en temel vazifeleri nelerdir: araştırma yaparak bilgi üretmek ve eğitim vermektir. Araştırmanın sonuçlarının sunulduğu sempozyumlar ve makaleler bilgi üretiminin göstergeleridir. Bununla birlikte öğretim üyesinin yetiştirdiği lisans öğrencileri ile yaptırdığı tezlerdir. Tabii ki tez çalışmaları sırasında üretilen bilgiler de yayınlar yoluyla bilim dünyasına ve topluma sunulur. Şimdi bu kısa tanımlardan yazının başlığında saklanan ana temaya gelelim.
Nedir bu bitmeyen derdimiz? Kadro ve akademik unvan meselesi. Aslında bu mesele yasalarla ve yönetmeliklerle düzenlenmiş durumda. Her Üniversite teorik olarak nitelikli öğretim üyesini kadrosunda görmek ister. Peki niteliğe nasıl karar vereceğiz. Aslında bunu da 2547 sayılı YÖK Kanununda görmekteyiz. 2547 sayılı Kanun’un 12. Maddesinin (a) fıkrası aynen “Çağdaş uygarlık ve eğitim – öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde, toplumun ihtiyaçları ve kalkınma planları ilke ve hedeflerine uygun ve ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim – öğretim, bilimsel araştırma, yayım ve danışmanlık yapmak,” demektedir. O zaman Üniversiteler bu prensipleri gerçekleştirecek öğretim üyelerini bünyelerine katmak ve bünyesinde bu görevleri layıkıyla yerine getiren öğretim üyelerini taltif etmek, yükselmesi gerekiyorsa yükseltmektir. Kanun koyucu irade gerekli tanımları yapmış. Uygulayıcıların vazifesi ise Kanun ve Yönetmelikleri tavizsiz biçimde uygulamaktır. Kuşkusuz kanunlar ve yönetmelikler zamana bağlı olarak güncelliğini yitirebilirler ve güncellenmeleri gerekebilir. Bunun çözümü kanun ve yönetmeliklerin çevresinden dolaşmak değil, bunların değiştirilmesini talep etmektir. Çünkü bireyler kanun ve yönetmeliklere bakarak bir şeyi talep edebilir veya hakkı olmadığını görerek herhangi bir talepte bulunmaz.
Öğretim üyesi alımı veya yükseltilme talepleri ilgili bölümlerin akademik kurullarında görüşülerek, bölümün ihtiyaçları ve olası aday(lar)ın nitelikleri dikkate alınarak değerlendirilir ve Fakülteye sunulur. Bu talep(ler) Fakülte Yönetim Kurulunda görüşüldükten sonra, bölümün talebi uygun görülürse Rektörlüğe sunulur ve nihayetinde Rektörlük tüm üniversitenin kadro taleplerini, üniversitenin hedeflerine ve elindeki kadro olanaklarına uygun olarak önceliklendirerek gerekli işlemleri tamamlar. Burada her şey olması gerektiği şekilde yürütülürse hiçbir problem yok. Ancak maalesef kimi zaman işler böyle yürümediği için bu aşamalar akamete uğramaktadır.
Burada problem bölümlerden başlamakta ve rektörlükler de kimi zaman haklı olarak veya bölümlerdeki sorunları gerekçe göstererek bu kuralları görmemezlikten gelebilmektedir. Gerçi rektörlüklerin özel durumlarda resen kadro ilanına çıkma hakkı bulunmaktadır. Örneğin yeni kurulan bir bölüm veya fakülte için resen kadro ilanı zorunlu olarak yapılır çünkü ortada henüz bir akademik kurul yoktur. Ancak akademik kurulların olduğu bölüm ve fakültelerde, bölüm ve fakültenin kendi iç tartışmalarını gerekçe göstererek resen kadro ilanı doğru değildir. Doğru olan ilgili bölüm ve fakültede gereken sulhun sağlanarak, karşılıklı ikna yoluyla işlemlerin yürütülmesidir. Aksi durumda resen bölüme alınan bir öğretim üyesinin de mutlu biçimde çalışma olanağı olmuyor ve bölüm içindeki çelişkiler kavgaya dönüşüyor. Gelelim bölümdeki meselelere. Buradaki problemleri iki ana gruba ayırmak mümkün. Birincisi doktorasını bitirmiş ve ilk kez öğretim üyeliğine atanacak olan doktor öğretim üyelerinde ortaya çıkıyor. Yeni bir doktor öğretim üyesi atamak akademik kurullarda yeni bir oy demek çoğu kıdemli hocanın kafasında ve liyakate bakmadan kendine yakın kişinin doktor öğretim üyesi olmasını istiyor. Öncelikle kıdemli öğretim üyelerinin bu mantıktan vazgeçmesi gerekiyor. Yaptıklarıyla ve yapacaklarıyla kişileri değerlendirmesi şart. Aksi durumda bana yakın, sana yakın kavgası bölümleri bitiriyor ve dolayısıyla üniversitelerimizi bitiriyor ve ülkeye ağır zarar veriyor. Bir diğer mesele ise var olduğu bölümde kanunların ve yönetmeliklerin tanımladığı vazifeleri eksiksiz hatta fazlasıyla yerine getirmiş öğretim üyelerinin yükseltilme taleplerinin geciktirilmesi hatta engellenmesidir. Büyük bir emekle yetişmiş başarılı öğretim üyelerinin akademik olarak kendinden daha zayıf öğretim üyeleri tarafından engellenmesi bölümün ve üniversitenin kaybına dönüşüyor. Bu örneklere şahit oluyoruz ve bu tür davranışlar üniversitelerimize ve ülkemize zararlar veriyor. Son söz olarak, özellikle profesör unvanına sahip hocaların sen ben kavgası, senin adamı meselelerini acilen bırakıp aklı selimle akademinin genel doğrularını dikkate alarak davranmaları hepimiz için en iyisi olacaktır.
1 yorum
Sayın Hocam;
“2547 sayılı Kanun’un 12. Maddesinin (a) fıkrası aynen “Çağdaş uygarlık ve eğitim – öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde, toplumun ihtiyaçları ve kalkınma planları ilke ve hedeflerine uygun ve ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim – öğretim, bilimsel araştırma, yayım ve danışmanlık yapmak,” demektedir. ”
Ben a fıkrasındaki “ortaöğretime dayalı” meselesini anlamadım.
Ortaöğretim’ dayalı düzeylerde bilimsel araştırma mı yapıyorsunuz?
Yazdıklarınızdan; yerden göğe kadar haklı olduğunuzu düşünüyorum.
189 defa okunan yazınıza bir ‘kalp’ bırakan olmamış. O, bir kalp bendenize ait.
Okuyanlar ya okuduklarını anlamıyor, veya çok kibirli ya da bencil kişiler.
Okudun işte. Yazan da bir emek harcamış. Sağ ol arkadaş emek harcamışsın biz de okuduk istifade ettik.
Bir ‘kalp’ bırakıp emeğini taltif edelim diyen yok.
Bu platformda yazanların (belki de okumayanların!?) Üniversitelerde hoca olduğu düşünüldüğünde “kibirli, bencil” kişilerin olduğu ortamda sen-ben kavgası eksik olmaz diye düşünüyorum.
Bilim de yapılamaz diye düşünüyorum.
Vah! ki Vah benim üniversitelerime
İnşallah yanılıyorumdur.