Amerika Birleşik Devletleri’nin tarih sahnesinde yer alması, her ne kadar Amerika kıtasının keşfi gibi hususlar daha önceki asırlara uzansa da, 18. Yüzyıl sonlarında gerçekleşmiştir. Avrupa ve dünyanın farklı coğrafyalarından giden koloniler orada birleşerek eyaletler kurmuşlardır. Öncelikle konfederasyon şeklinde birleşen eyaletler daha sonra fedarasyon olarak varlığını sürdürmüştür. Konfederasyon iken eyaletler arası birleşiklik, uluslararası bir anlaşma ile tesis edilmiş olup daha çok gönüllülük esasına dayalıdır. İlerleyen tarihlerde ise konfederasyon federasyona dönüşmüştür. Federasyon olmasında Amerikan anayasasının rolü oldukça önemlidir. Literatürde ilk anayasa olarak kabul görür. Amerikan bağımsızlık bildirisi Amerika’nın kuruluşu ile ilişkilendirilen bir belge olup, 1776 tarihine tesadüf eder. 1787’de yazılıp, 1788’de onaylanan Amerika Birleşik Devletleri anayasası ise eyaletlerin hukuki bir zeminde birleştirilmesini sağlamıştır. Böylece eyaletler arasında daha sıkı bir bağ oluşmuştur. Dolayısıyla Amerika eyalet ve merkezi senatolardan, birden çok yargısal metin ve uygulamalardan oluşan bir birleşik devlet örneğini sunmaktadır.
Literatürde ilk anayasa olarak Amerika Anayasası gösterilse de anayasal bir belge olarak nitelendirilebilecek olan Medine Sözleşmesi bu bakımdan çok daha önceki asırlara dayanmaktadır. 622 senesinde Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v.) Medine’de Müslüman ve Yahudiler ile diğer kabileler arasında toplumsal düzeni sağlamak amacıyla yazılı bir metin oluşturmuştur. 47 maddeden müteşekkil olan bu metin farklı din ve inanca mensub toplumları bir arada huzur içerisinde yaşatmayı hedeflemiştir. Bu metin ve ilk anayasa olma konusunu ayrı bir makalede ele almak mümkündür. Burada vurgulamak istenilen husus, Amerika’nın aslında kendisini göstermek istediği yerde olmayışıdır. Bunu hukuki alanda dile getirmek mümkün olduğu gibi, kültürel, siyasi, sosyal ve iktisadi açıdan de değerlendirmek mümkündür. İktisadi açıdan Amerika’nın Osmanlı Devleti’ne vergi verdiği ile ilgili tarihsel bilgiler herkesin malumudur. Diğer taraftan Osmanlı Devleti ile bir takım ticari anlaşmalar yapmak istemişlerdir. Hatta yapılan bir anlaşmanın maddelerine Amerika uygun davranmayınca Osmanlı devlet adamları Amerika’nın çıkarcı yapısına dikkat çekmiştir. Bu konuların detayları üzerinde de durulabilir. Ancak diğer örnekler üzerinden hareket etmek gerekirse, misalen Amerika’nın kültürel hayata katkısı konusundan bahsedilecek olursa örnek vermekte zorlanılacaktır. Amerika’nın sanata, musikiye, edebiyata, şiire vb. alanlarda zihinlerde yer tutabilecek özgün bir katkı sunamadığı aşikardır. Bilimde ise, bilimin teknoloji ile özdeşleştiği ve yalnız insanın rahat ve konforunu artırmaya yönelik bazı gelişmeler çerçevesinde sınırlandırıldığını belirtmekte fayda vardır. Amerika ve burada yaşayan toplum için tefekkür kavramı kapsamında bilimde bir derinleşmeden bahsetmek zordur. Doğu medeniyetinde bilime bakış açısı ve yaklaşımı oldukça farklı olup, bir değer ve anlam taşır. Tarihsel süreçte bu topraklarda ve bilhassa Buhara, Semerkand gibi merkezlerde çok sayıda ilim adamı yetişmiş olup, bu isimler bilimi insanın tekâmül etmesi üzerine inşa ettiği bilinmektedir.
Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump’ın “Make America Great Again” sözleri sıklıkla basında ve medyada karşımıza çıkmaktadır. Ancak burada belirtilmesi gereken en önemli nokta Amerika tarihinde gerçekten büyük bir devlet niteliğini ortaya koyabilmiş midir?. Büyük devlet olabilmenin öncelikli şartı veya kuralı medeniyete olan katkıdır. Bu bakımdan Amerika’nın yeterli düzeyde olmadığı yukarıda bahsedildi. Büyük devlet olabilmenin diğer bir gereği tarihin bu konuda nasıl bir tavır takınacağıdır. Selçuklu Devleti, Osmanlı Devleti gibi büyük devletler kurmuş olan ecdadımızın bu konudaki mahareti tarihin inkâr edemeyeceği bir durumdur. Burada İbn Haldun’un insan fizyolojisi ile devlet arasındaki ilişkisini hatırlayalım. Buradan hareketle bir benzeşim daha yapılabilir. İnsan veya birey dünya hayatında iyilikler yaptığı zaman ve iyi biri olarak hatırlandığı ölçüde değer taşır. Devletler de öyledir. Dünyada adaleti, güveni, hoşgörüyü, insana saygıyı sağlayabilen devletler büyük devlet olarak anılacaktır. Dolayısıyla medeniyete katkı, devlet teşkilatı oluşturabilme, tarihteki yer ve önem devletlerin büyük olarak nitelendirilmesinde önemli pay sahibidir. Aksi halde elle çizilen sınırların büyüklüğü, güçlülerin haklılığı, iktisadi dengesizlikle gelişen gelir adaletsizliği vb. devletleri “büyük” yapmayacaktır. Amerikan Başkanı Trump, ısrarla Amerika’yı dünyayı yöneten ve istediği kararı alıp uygulayabilen güçlü bir devlet olarak lanse etmektedir. Bununla birlikte Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesi 31 Ağustos-1 Eylül 2025 tarihlerinde gerçekleşmiş ve buraya Türkiye’de katılmıştır. Bu zirve de Amerika’nın dünyada tek kutup olmadığı, dünyada tarihsel kökleri de bulunan büyük devletlerin var olduğu mesajı verilmiştir. Bu kapsamda Türkiye’nin gerek tarihsel rolü, gerek günümüzde izlediği politikalar, mazlum coğrafyalara uzatılan, uzatılmaya çalışılan yardım eli, dünyanın bir değil beşten büyük olduğunun dile getirilmesi merkeze insanı alan bir yaklaşım biçimidir. İnsan ve insan hayatı kıymetlidir. Bu yönde hareket eden devletler tarihte ve gelecekte büyük olma niteliklerini sürdüreceklerdir.
Sonuç olarak Amerika’da Trump ile yaygınlaşan “Amerika’yı tekrar büyük yapalım” sözünde “büyük veya güçlü” ifadesinin tartışmalı ve yoruma açık olduğunu belirtmek mümkündür. Amerika çeşitli noktalardan ele alındığında ve en önemlisi de yakın tarihlerde kurulmuş bir devlet olarak değerlendirildiğinde bu sözün muhtevasının dolu olmadığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Amerika’nın bilhassa Ortadoğu’da izlediği politikaların devamı halinde küçülmeye mahkûm olduğu söylenilebilir.