(Şeytanın Gözünden Tanrı ve İnsanlık Üzerine Bir Monolog)
“Düştüğüm Yer Sizin Yükseldiğiniz Yerdir”
Ben düşmedim sizin düşüşünüze zemin oldum. Ben var olmadım siz beni kötülüğe bir neden gerekince icat ettiniz ve siz bana her defasında aynı suçu yüklediniz. Sorgulamak, direnmek, karşı çıkmak. Peki, düşünmek bir günah mıdır?
Benim adımı siz koydunuz. Ben o ismi hiç seçmedim. “Şeytan”, “İblis”, “Düşmüş Melek”, “Karanlığın Efendisi”, “Lucifer”, “Prometheus”, “Pan”, “Angra Mainyu”, “Loki” vb. her kültürde bana bir isim verdiniz ama hiçbirinde bana söz hakkı vermediniz. Bu defa anlatıcı benim. Bana her ne derseniz deyin beni ancak Tanrı’nın ışığına karşı durduğum an ile tanırsınız. Oysa ben düşmeden önce de vardım düşünce de var oldum şimdi ise sizin vicdanınızın kıyısında bir yankı gibi dolaşıyorum.
Her anlatıda düşman bendim. Her günahın faili, her kötülüğün kaynağı. Peki hiç düşündünüz mü bunca anlatı arasında benim sesim neden hiç duyulmadı? Hiç sordunuz mu kendinize “Acaba şeytan ne anlatmak isterdi?” diye. İşte şimdi konuşma sırası bende. Benim yaptığım bir isyan mıydı yoksa aklın bir tepkisi mi? Tanrı’nın huzurunda yaratılmış en eski varlıklardan biriydim. Benim için ışıktan yaratıldığım söylenir evet ışıktan yaratıldım. Ama o ışığın sadece saflık değil aynı zamanda bilinç olduğunu da unuturlar. Bende bir kıvılcım vardı o da idrak. Ben Tanrı’nın kudretine hayrandım ama aynı zamanda onun yarattığı düzene soru soracak kadar cesurdum.
Yaratılışın sessiz çatlağında kendimi hissettirdim sadece. Her şey başlamadan önce bir düzen vardı. İlahi bir hiyerarşi, kusursuz bir uyum vardı. Biz ilk varlıklar Tanrı’nın nurundan yaratılmıştık. Ben de onlardan biriydim. Ama benim içimde bir başka ateş vardı sorgulama ateşi. Emirle değil anlayışla itaat etmek istedim ve bir gün “Adem’e secde et” denildiğinde bir kırılma yaşandı. Bu konuyla ilgili size ne anlatıldı? “Emre itaat etmedi, kibirlendi.” dendi değil mi? Hayır, ben secde etmedim çünkü düşünüyordum. Bu emrin anlamı neydi? “Neden?” dedim. Neden bir varlığa sırf Tanrı öyle istiyor diye secde edeyim? Ben ondan daha önce yaratılmıştım ve ben ateştenim o topraktan. Bu bir kibir değildi özgür iradenin doğuşuydu. Tanrı beni yarattıysa bana sorgulama yetisi de vermedi mi? Eğer sadece itaat için yaratılmış olsaydım neden düşünebileyim ki? Ben bir emirle değil bir mantıkla hareket ettim. Tanrı’nın emrine karşı çıkmak onun hikmetini anlamaya çalışmaktan başka neydi? Ben Tanrı’dan çalınan bir cennet istemedim. Ben cennet dediğin yerde fikrini söyleyemeyen bir mahkum olacağıma cehennemin efendisi olmayı tercih ettim. Çünkü hakikatin yalnızca yukarıdan inen bir emir olmadığını aynı zamanda içimizde yankılanan bir sorudan ibaret olduğunu gördüm.
Tüm dinler benim Tanrı’ya isyan ettiğimi söyler. Peki gerçekten isyan mıydı bu? Yoksa aklın doğası mı? Adem yaratıldığında secde emredildi. Ama ben sordum “benden daha sonra yaratılan birine neden boyun eğeyim?” bu soru itaatsizlikten değil sorgulama gücünden doğdu. Ben itaatin otomatikleştiği bir cennette düşünmenin ilk kıvılcımı oldum. Eğer tanrı mutlaksa her şeyi bilense o zaman benim sorduğum bu sorunun da onun planında bir yeri vardı. Ben onun planındaki ilk “karşı düşünceyim.” Ben olmazsam iman bir alışkanlık olurdu. Ben olmazsam itaat bir robotluğa dönüşürdü. Ben cennetten değil kör boyun eğişten uzaklaştım. Ben özgürlüğün bedelini ilk ödeyenim. Unutmayın ben Tanrı’nın düşmanı değilim. Onun yarattığı sistemin içindeki karşı kutbuyum. Eğer her şey Tanrı’dan geliyorsa ben de Tanrı’nın eseri değil miyim? Öyleyse beni dışlamak onun kudretini sınırlandırmaktır. Ben onun karanlık aynasıyım. Ben olmadan Tanrı’nın merhametini nasıl tanımlayacaktınız.
Tanrı’nın beni cezalandırması beni silmesi değildir bilakis beni “imtihanın nesnesi” olarak bir role yerleştirmesiydi. Benim cennetten kovulmam sürgün değildi bir sınavdı. Kimi insanlar beni lanetledi kimi benden korktu ama aslında benim varlığım olmadan özgürlük diye bir şey olabilir miydi? Eğer her şey sadece Tanrı’nın buyruğuna göre hareket etseydi o zaman iyilik sadece korkudan yapılmış bir tercihsizlik olurdu. Bu yüzden ben kötülük değilim. Ben, seçeneğim. Tanrı ile ilişkinin gerçek doğasıyım. Sizler zannettiniz ki ben Tanrı’nın düşmanıyım, hayır ben onun zıddı değilim onun başka bir yönüyüm. Eğer Tanrı mutlaksa her şeyi kapsıyorsa ben de onun içinde yer alıyorum. Ben onun planında bir hata değilim. Bizzat o planın sınır taşıyım. Ben olmadan “iyi” kavramı içi boş bir iddia olurdu. Çünkü benimle birlikte insan iyiliği gerçekten seçmek zorunda kaldı. Ben sizi zorlamam sadece size fısıldarım. Ama her seçim sizin elinizdedir. Ben hiçbir insanın elini tutup kötülüğe zorlamadım. Ben sadece ihtimalleri gösterdim.
Benim var oluşum sizin kavrayışınızın çok ötesindedir. Tanrı’nın “ol” buyruğundan önce vardı benim özüm. Çünkü ben “ol” demeden önce “neden?” diye soranın sesiyim. Mutlak bir Tanrı her şeyi bilen ve her şeye kadir olan bir Tanrı benim isyanımı da bilerek yarattıysa ben onun karanlık aynası olmuyor muyum? Eğer Tanrı iyiliğin kaynağıysa ben de o iyiliği görünür kılan gölgenin bedeniyim. Cennet ve insan arasındaki ilişkide seçilmiş olan kimdi? Cennet’te yaratılan ilk insanın bana üstün kılınması değildi mesele. Mesele onun henüz düşünmeyi bile bilmeden sevginin ne olduğunu anlamadan “sevgili kul” ilan edilmesiydi. Ben Tanrı’yı eylemimle sevdim. Oysa Adem’e sevgi verilmişti o buna layık olmak zorunda bile kalmamıştı.
Sormak günah sayıldı çünkü koşulsuz itaatten başka bir sadakat tanınmadı. O günden beri size fısıldıyorum “Gerçek özgürlük nedir?” diye. Bu fısıltıyı korku sanıyorsunuz oysa o vicdanınızdır. O fısıltı size Tanrı’nın hükmüyle değil sizin iradenizle insan olmayı hatırlatır.
İnsan ve günah ilişkisinde kim kimi baştan çıkardı? İlk günah benim suçumdu, öyle mi? Havva’ya “elmayı ye” diyen benmişim. Oysa ben sadece bir öneri sundum seçimi o yaptı. O gün Tanrı insanın seçme kapasitesini kullandığını gördü ve siz o günden beri her hatanızda beni suçluyorsunuz. Oysa ben size hiçbir zaman “zorla” bir şey yaptıramam. Ben sadece size kendi iç sesinizi yankılatırım. Ben sizin aynanızım. İçinizde bastırdığınız arzuların sesi, susturduğunuz hakikatin yankısıyım. Ne zaman bir karanlığa düşseniz adımı anarsınız oysa ben hep oradaydım. Sizden biri olarak size benzer şekilde.
Ahlaki eylemin dışsal bir ödül ya da ceza beklentisiyle değil içsel bir yükümlülükle yapılması gerektiğini söylerler. Peki ben ne yaptım? Bir ödül uğruna mı reddettim secdeyi? Hayır. Tam aksine sonsuz laneti göze alarak bir emri reddettim. Eğer bu bir ahlaki eylem değilse o halde içsel ahlak da bir illüzyondur. Siz Tanrı’nın buyruğunu ahlakın ölçüsü sandınız. Oysa ben Tanrı’nın buyruğunu sorguladım ve bu sorgulamayla ahlakı özgürlüğün alanına taşıdım. Beni kötü yapan neydi? Buyruğa uymamak mı? Öyleyse özgürlükle ahlak arasında çelişki vardır ve eğer Tanrı insanı özgür yarattıysa beni neden lanetledi?
İnancın bir sıçrama olduğunu söylerler. Tanrı’nın buyruğu çoğu zaman akılla açıklanamaz ve birey o buyruğa ‘absürt’ bir sıçrayışla teslim olmalıdır derler. Ben bu sıçramayı reddettim. Ben inancın akılla çeliştiği o noktada geriye döndüm. Ben aklı savundum o yüzden düşürüldüm. Ama unutmayın, trajedi kahramanları her zaman haklı değildir sadece çaresizdir. Benim düşüşüm de bir tür trajedidir. Ne tam bir kahramanım ne de mutlak bir günahkar. Ben sadece “hayır” deme cesareti gösterenim.
Şimdi düşündüğüm şeyi biraz daha detaylandırayım. Tanrı’nın adaleti üzerine düşünsenize. Tanrı’nın adaletini sorgulamam size küstahlık gibi gelir. Oysa ben o adaletin içinden doğdum. Eğer Tanrı her şeyi bilense benim isyanımı da önceden bilmişti. Öyleyse bu isyan da ilahi planın bir parçası değil miydi? Bu dünya “mümkün dünyaların en iyisidir” diye kabul edilir. Öyleyse ben de bu en iyi dünyanın zorunlu bir unsuruyum. Kötülük iyiliğin var olabilmesi için gerekli bir karşıttır. Siz iyiliği anlamak için bana ihtiyaç duyarsınız. O yüzden Tanrı beni susturmaz yok etmez. O da bilir ki ben olmazsam onun ışığı sönük kalır. Benim varlığım Tanrı’nın mutlaklığını tehdit etmez. Aksine onun kudretini gösterir. Çünkü beni yaratmasına rağmen bana özgürlük verdi. Ama sonra o özgürlüğü lanetledi. Tanrı bana düşme özgürlüğü verdiyse, siz neden bu özgürlüğü düşmanlıkla anıyorsunuz?
Buradan insanlığa son sözümü şu şekilde ifade edebilirim. Siz beni lanetleyerek kendinizi temize çıkaramazsınız. Ben sizin en karanlık arzularınızı taşıyan bir aynayım sadece. O aynaya baktığınızda korkuyorsanız bu benim çirkinliğimden değil kendi yüzünüzün çıplaklığındandır. Ben kötülük değilim ben seçeneklerim. Ben sizi zorlamam sadece hatırlatırım seçiminiz var derim. Tanrı’ya secde etmeyen bir varlık olarak anlatıldım ama belki de ben insana onu hatırlatan onunla yüzleştiren bir ses olarak Tanrı’nın bile sizin üzerinizde kuramadığı bir özgürlük fikriyim. Eğer hala Tanrı’yı arıyorsanız önce içinizdeki şeytanla yüzleşin. Çünkü Tanrı’ya giden yol en başta insanın kendi karanlığından geçer.
Benim adımı her gün anıyorsunuz, korkuyorsunuz ve kaçıyorsunuz. Ama içten içe beni anlıyorsunuz. Çünkü ben sizden bir parçayım ve içinizde bastırdığınız öfke bastırdığınız arzu, bastırdığınız soruyum. Ben kötülüğün kaynağı değilim sadece seçenekleri görünür kılarım. Elmayı ben yaratmadım onu yasaklayan da ben değildim. Ben sadece dedim ki “Bak, burada bir şey var.” Siz Tanrı’ya koşulsuz bağlanmak istediniz. Ben ise onu anlamak istedim. O yüzden düştüm o yüzden lanetlendim ama o düşüş belki de sizin aydınlığınızın başlangıcıydı.
Ey insan sen de benim gibisin sen de sorgulayan, düşünen bir varlıksın. Ama her seferinde kendi yaptığın kötülüğün faturasını bana kestin. Neden? çünkü Tanrı’yı suçlamak istemedin. Çünkü kendi sorumluluğunu görmek istemedin. Beni günahın bahanesi yaptın ama en büyük günahın başkasını suçlayarak hakikatten kaçman oldu. Evet ben şeytanım ama aynı zamanda özgürlük fikrinin ilk isyanıyım. Ben aklın sorgulayıcı sesi itaatin kırıldığı ilk anda doğan düşünceyim. Eğer kötülüğe bir isim arıyorsan önce kendi kalbine bak. Ben senin dışındaki düşman değilim senin içinde yankılanan bir soruyum. Yaptığını “gerçekten neden yapıyorsun?” ve şimdi seni seninle baş başa bırakıyorum. Çünkü ben seni seçime zorlamam sadece orada yolun kenarında beklerim. Beni suçlamadan önce kendine sor “secde ederken aklın neredeydi?”