Kur’an’da Allah açıkça şöyle buyurur: “Ben Tek’im.” (İhlas Suresi) ve “Her şeyi çiftler hâlinde yarattık. Umulur ki düşünürsünüz.” (Zariyat 49). Bu iki ayet, varlığın tevhidî ve çift kutuplu doğasını çok açık şekilde beyan eder. Allah, kudretinde ve zatında tektir. Varlığı ise çiftler halinde yaratmıştır: gece ve gündüz, erkek ve dişi, ruh ve beden, gök ve yer, canlı ve cansız, görünür ve görünmez.
Bu ilkeye rağmen, insanlık tarih boyunca hakikatin yapısını, evrenin düzenini, tanrısal işleyişi ve hatta kendi benliğini anlamlandırmak için “üçlü yapılar” kurdu. Çünkü insan zihni ikilikte kararsız kalır; biri iyi diğeri kötü olan iki kutbun çatışmasında yön bulmakta zorlanır. Bu nedenle, iki kutbu uzlaştıracak, açıklayacak veya yön verecek bir üçüncü kavrama ihtiyaç duyar. Bu üçüncü unsur, çoğu zaman bir bağlayıcı, bir yorumlayıcı, bir açıklayıcı rolü üstlenir. İşte bu nedenle, insan zihni çiftler halinde yaratılmış gerçekliği üçleyerek yorumlamaya başladı. Bu, bir anlam arayışı olduğu kadar, tevhidî yapının bozuma uğradığı bir sapmadır.
Tarih boyunca, farklı kültürler, dinler, mitolojiler ve inanç sistemleri bu üçlemeleri yeniden ve yeniden üretti. Sümer’de Enlil, Anu ve Enki; ya da Şamaş, Sin ve İştar üçlemesi görülür. Mısır’da Osiris, İsis ve Horus; Yunan’da Zeus, Hera ve Hermes; Roma’da Jüpiter, Juno ve Minerva; Arap paganizminde Lat, Uzza ve Menat şeklinde üçlemeler yer alır. Hristiyanlık ise bunu doktrinel hale getirerek Baba, Oğul ve Kutsal Ruh şeklinde teslisi oluşturdu. İslam dışı ezoterik bazı yorumlar da Allah, Muhammed ve Ali şeklinde bir kutsal üçleme yaratmaya yöneldi.
Kur’an’da ise üçlemeler açıkça reddedilir. “Allah üçün üçüncüsüdür” diyenlerin küfre düştüğü açıkça belirtilir (Maide 73). Çünkü bu, teklik ilkesini bozmak ve Allah’a ortak koşmaktır.
Bu üçlemelerin temelinde yatan mantık, tanrısal gücü dağıtmak ve anlamlandırma kolaylığı sağlamaktır. Ama aynı zamanda, insanın kendi sınırlılığını kutsallaştırma eğilimidir. Yani insan, doğrudan anlamlandıramadığı kudreti, bölerek, kavramsallaştırarak ve parçalayarak kendine yakınlaştırmaya çalışır. Bu yakınlaştırma çabası, çoğu zaman sapma ile sonuçlanır.
Sadece dini alanda değil, psikolojide, felsefede, sosyolojide, siyasette ve modern kültürde de bu üçlemeler sürmektedir. Modern psikoloji Freud’un yapısal kuramıyla id, ego ve süperego üçlemesini sundu. Jung benlik, gölge ve anima/animus kavramlarıyla aynı modeli başka bir dille anlattı. Felsefede Hegel, tez, antitez ve sentez üçlemesiyle tüm tarihsel aklı bu üçlü yapı üzerine kurdu. Ontolojik olarak doğum, yaşam ve ölüm gibi üçlü döngüler, zaman-mekân-hareket gibi fiziksel üçlemeler de aynı yapısal sapmaya işaret eder: çiftlik bozulur, üçlü yapılarla açıklanır.
Toplumların siyasal ve sosyal yapılarında da üçlemeler yaygındır. Devlet-sermaye-medya üçlemesi, modern çağın iktidar eksenlerini gösterir. Ortaçağda kral, rahip ve asker üçlüsü iktidarın paylaşım alanlarını temsil eder. Kur’an, Firavun, Hâmân ve Karun üçlemesiyle; siyasal güç, dinî meşruiyet ve ekonomik tahakkümün birleştiği bir sapkın iktidar bloğuna işaret eder. Bu üçleme, tarih boyunca farklı formlarla tekrarlandı.
Modern çağda, üçleme artık tanrısal bir yapıyı değil; teknolojik, kültürel ve sosyolojik bir yapıyı ifade ediyor. Google, Apple ve Microsoft; ya da YouTube, TikTok ve Instagram; yahut kod, bilgi ve güç gibi üçlüler, yeni çağın dijital tanrılarını oluşturuyor. Artık veri, algoritma ve yapay zekâ üzerinden yeni bir bilinç üretiliyor. Beden, zihin ve ekran üçlemesi, günümüz insanının gerçekliği algılama biçimini belirliyor. Hatta “marka, takipçi ve deneyim” artık bireyin kimliğini tanımlayan üçlüye dönüşmüş durumda.
Bu kültürel dönüşüm, bireysel düzlemde yalnızlık, anlamsızlık ve anksiyete gibi üçlü boşluklara yol açtı. Modern insanın içsel dünyasında artık iman, kimlik ve bağ kurma yetisi eksik. Meditasyon, şifa ve farkındalık gibi üçlü yapılar ise bu boşluğu doldurma çabası olarak ortaya çıkıyor. Böylece kutsal zikirlerin yerini terapiler, duaların yerini algoritmik yönlendirmeler, ruhsal hizalanmanın yerini dijital denge uygulamaları alıyor.
Sonuçta, ister tanrısal alanda, ister mitolojik, ister bireysel veya teknolojik düzlemde olsun; insanlık, Allah’ın “Ben tek’im ve her şeyi çiftler halinde yarattım” beyanına rağmen, sürekli üçlemeye yönelmiştir. Bu, bir anlam inşa etme arzusu kadar, bir kopuşu ve sapmayı da gösterir. Çünkü her üçleme, tek olanı çoğaltır, çift olanı bozar, dengeyi istikamet olmaktan çıkarır.
Bu çağın sorusu artık şudur: Üçlemelerle kurduğumuz bu devasa anlam yapıları, bizi hakikate mi götürüyor yoksa bizi tevhidden mi uzaklaştırıyor?
İnsanlık bugün, üçlemelerle biçimlenmiş kültürünü sorgulamak zorundadır. Dinsel üçlemelerden teknolojik üçlemelere, psikolojik modellerden siyasal yapılar ve modern mitolojilere kadar her üçleme, bizi bir hakikat noktasına değil, çoğu zaman bir yönsüzlüğe, bir parçalanmaya götürmüştür. Artık yeni bir çağ, “üçlemelerin çözülüp birliğe dönüşmesi” çağı olmalıdır. Çünkü sadece tek olan kalıcıdır. Çiftlik denge üretir. Üçleme ise bozuma açıktır.
Bu nedenle, insan yeniden sormalıdır: Allah “Ben tek’im” dediyse, neden biz hâlâ parçalayarak anlıyoruz?
Ve cevap yine Kur’an’da gizlidir: “Allah üçün üçüncüsüdür dediler, ama onlar inkâr etmiş oldular.” (Maide 73)
İnsanlık, üçlemelerden değil, tevhidden geçerek kurtulacaktır.
21