Devlet imkânları sadece bir zümreye akarken toplum ne hisseder?
Bir ülkede vatandaşlar devletine güvenmek ister. Adaletin, fırsat eşitliğinin, emeğin karşılık bulduğuna inanmak ister. Ancak devletin imkânları hep aynı çevrelere akıyor, makam koltukları, liyakat değil sadakate göre dağıtılıyorsa, işte orada hem demokrasi, hem de toplum vicdanı yara alır. Son yıllarda kamuya yapılan atamalarda daha çok, bağlılık daha belirleyici hale geldi. “Kimin ne bildiğinden çok, kimi tanıdığı” konuşuluyor. Bu durum sadece bireylerin değil, ülkenin geleceğini de etkiliyor. Çünkü kamu hizmetleri, ülkede yaşayanların hayatını doğrudan etkileyen alanlardır: eğitim, adalet, sağlık, güvenlik vb…
‘Bizden Olana Her Şey Serbest’ Anlayışı.
Devlet ihaleleri hep aynı firmalara gidiyor, yönetim kademelerine hep aynı çevrelerden atamalar yapılıyorsa, halkın büyük bir kısmı kendini dışlanmış hisseder. Bu durum toplumsal barışı tehdit etmeye başlar. Adalet duygusunun zedelendiği bir yerde, insanların birbirine olan güveni azalır. Kutuplaşma, öfke, umutsuzluk dalga dalga yayılır.
Gençler Umut Değil, Torpil Arıyor.
Üniversiteden dereceyle mezun olmuş bir genç, “nasılsa torpilsiz işe alınmam” diyorsa, oradaki sorun sadece işsizlik değildir. Geleceğe dair umut, inanç ve motivasyon da yok olmaya başlamıştır. Gençler emeğin değil, ilişkinin kazandırdığına inanmaya başladığında, ülkenin dinamizmi körelir.
Yandaşlık Ekonomisi Ne Getirir?
Devlet ihalelerinin adrese teslim yapıldığı bir sistemde, rekabet ortadan kalkar. Kalite düşer, maliyet artar, israf çoğalır. Çünkü işin ehli olan değil, “yakını olan” kazanır. Bu da kamu kaynaklarının etkin kullanılmaması demektir. Kısaca, kaybeden yine halk olur.
Demokrasi Böyle mi Olmalı?
Yargı, medya, sivil toplum gibi kurumlar da aynı anlayışla dizayn edildiğinde; hesap soran değil, biat eden yapılar oluşur. Oysa gerçek demokrasi, kuvvetler ayrılığıyla, denetimle, şeffaflıkla yaşar. Aksi takdirde, “devlet” bir parti aygıtına dönüşür, halk ise sadece izleyici olur. Yönetim böyle olunca :
1. Güvensizlik kalıcı hale gelir. Devlete olan güven, toplumun ayakta kalması için gereken en temel yapı taşlarından biridir. Eğer insanlar “emek vererek, hak ederek bir yere gelinmiyor” düşüncesine alışırsa, bu sadece bireysel umutsuzluk yaratmaz, aynı zamanda toplumsal çözülmenin de fitilini ateşler. Ayni iktidar uzun suredir devam ediyorsa, güvensizlik nesiller boyu aktarılır. Çocuklar, ailelerinden şu cümleyi duyarak büyür: “Bizim gibi olanlara zaten sıra gelmez.” Böylece sisteme inanç yerine, sistemden uzaklaşma kalıcı hale gelir.
2. Liyakat erozyonu devletin kuruımsal yapısını çökertir. Devletin tüm kurumları, ‘eğitimden sağlığa, yargıdan güvenliğe’ ancak işinin ehli insanların elinde verimli şekilde çalışabilir. Yandaşlarla doldurulan bir kamu sistemi zamanla hantallaşarak, verimsizleşir. Özellikle kriz anlarınıda neredeyse felç olur. Uzun vadede bu durum, ‘devleti yönetemiyorlar’ algısını yaratır. Vatandaş giderek alternatif çözümler aramaya basşlar : torpil, adam kayırma, yasadışı yollar, paralel yapılar vb.
3. Toplumsal hareketlilik durur, sınıflar katılaşır. Normalde sağlıklı bir toplumda, alt gelir gruplarındaki bireyler eğitimle, çalışarak ve fırsat eşitliğiyle sosyal olarak yükselebilir. Ancak torpil sisteminin kalıcı hale geldiği bir düzende bu kanallar tıkanır. Bu da sınıflar arası geçişi engeller. Toplum katılaşır. “Kim nerede doğduysa orada kalır” mantığı yerleşir. Böyle bir ortamda girişimcilik, yaratıcılık ve dinamizm azalır. Toplumun enerjisi bastırılır.
4. Kutuplaşma derinleşir. Devletin imkanları sadece belli bir kesime aktarılırsa, diger kesimler kendini ‘ikinci sınıf vatandaş’ olarak hissetmeye başlar. Bu duygu, kimlik üzerinden siyaset yapan yapıları elini güçlendirir. “Biz eziliyoruz”, “bize sıra gelmez”, “onlar her yerde” gibi görüşler yaygınlaşır. Bu durum siyasi kutuplaşmayı kalıcı hale getirir. Artık insanlar sadece fikir ayrılığıyla değil, kimlik ayrılığıyla da birbirinden uzaklaşır.Ayni ülke içinde, birbirine yabancı gruplar oluşur.
5. Beyin göçü hızlanır. İyi üniversitelerden mezun olmuş, bir-iki yabancı dil bilen nitelikli gençler, özellikle doktorlar, mühendisler, adil olmayan sistemde “kalmanın bir anlamı yok” diye düşünmeye başlarlar. Bu da ülkenin yetişmiş insan kaynağının yurt dışına gitmesine ve bir daha dönmemesine neden olur. Olay sadece bireysel bir kayıp değildir. Aynı zamanda ülkenin ekonomik büyümesini, teknolojik gelişmesini ve uluslararası rekabet gücünü zayıflatır.
6. Demokrasi geriye gider, otoriterleşme kalıcı hale gelir. iktidar, yönetimini sürdürebilmek için kurumlar yerine, sadakate güvenmeye başlar. Bağımsız yargı, tarafsız medya, liyakate dayalı bürokrasi zayıflatılır. Uzun vadede bu, demokratik rejimin içini boşaltır. Seçim yapılır ama anlamı kalmaz. Halkın iradesi kurumlara yansımaz, sadece yukarıdan gelen kararlara bağımlı bir sistem oluşur.
Yandaş sistemler, sadece bu dönemin sorunu değildir. Eğer kalıcılaşırsa, toplumun ruhuna işleyecek kadar güçlü sonuçlar doğurur. Sonuç olarak, ekonomik çöküşe, ahlaki yozlaşmaya, siyasal kırılma ve toplumsal çalkantılara zemin hazırlar. En önemlisi de: İnsanlar artık, kolay kolay devletine güvenemez.
Devletin kapıları ve olanakları, herkese eşit olarak açılmadıkça, kamu gücü ortak akılla değil, dar çevrelerin çıkarlarıyla yönetildikçe; ülkede ne adalet kalır, ne huzur, ne de gelecek umudu. Bu nedenle, mesele yalnızca bir “torpil” sorunu olmayıp, aynı zamanda ‘demokrasi ve toplumsal barış’ meselesidir.
1 yorum
Ah ah bunlar hep gerçekleşti içim gerçekten yanıyor bu kadar güzel ülke nasıl bu hale geldi bu kadar dinine bağlı bir ülke nasıl birbirine düşman oldu sevgili arkadaşım çok üzgünüm çok yazmaya başlarsam bitiremem senin eline yüreğine sağlık