Bugün tarih bir taraftan Gazze’deki ölüm çığlıklarına, açlık ve susuzluğuna, diğer taraftan merhamet ve göz yaşı damarları korumuş sorumlu insanların lüks ve israf dolu seküler hayatlarına şahitlik etmektedir. Bir bakıma sözün bittiği yerdeyiz. Olayın vahametine dikkat çekmek için Mehmet Akif’in konu ile ilgili milli mücadele yıllarında yazdığı bir şiirin ilk satırını başlık olarak seçmeyi tercih ettik.
Mehmet Akif, 10 Nisan 1913 tarihinde A’râf Suresinin 155. Ayetinin, “içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin, Allah’ım”ana başlığı altında iki sayfalık bir şiir yazmıştır. Üzerinden bir asır geçmesine rağmen İslam dünyasının bugünkü ibretlik halini tasvir eden şiirin birkaç cümlesini dikkatinize sunarak konuya girmek istiyorum: “Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?/ Mahşerde mi biçarelerin, yoksa felâhı!/ Nûr istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun!/ Yandık diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun!/ Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında/Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;/Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!/ Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn’i,” (Safahat, 3. Kitap/187-188). Şayet Akif bugün Gazze’de cereyan eden zulüm ve katliamı görmüş olsaydı muhtemelen İslam ülkelerinin lider, hükumet ve sorumlularını daha ağır bir üslupla eleştirirdi. Zira son iki yıldır Siyonist İsrail Gazze’de zulüm ve katliama hız kesmeden devam etmektedir. Resmi rakamlara göre 60 bin civarında insan (çocuk, kadın, erkek ve hasta) hayatını kaybederken, yaralıların, enkaz altında kalanların ve cezaevlerinde öldürülenlerin sayıları ise tam bilinememektedir.
Kan ve Zulümden Beslenen Siyonist Toplum
İsrail devleti, uluslararası Yahudi örgütlerinin uzun mücadeleleri sonunda 1948 yılında Musevilerce “arz-ı mev‘ûd” kabul edilen Filistin topraklarında kurulmuştur. Bu Siyonist yapı ilk günden itibaren siyasi geleceğini, Filistin topraklarını ilhak etme politikası üzerine inşa etmiştir. 1967 savaşında Sînâ yarımadası ile Batı Şeria toprakları, Suriye Golan tepeleri ve Kudüs’ün tamamına yakınını işgal etmiştir. O dönemde İslam ülkelerinin yoğun tepkileri, diplomatik ve ekonomik (petrol vanalarını kapatmak gibi) müeyyidelerin uygulanmasıyla Sînâ yarımadası Mısır’a iade edilmiş, Golan teperlerindeki ilerleme durdurulmuş, Erîhâ bölgesi ve Gazze Şeridi’ne de Filistin Devleti’nin kontrolünde özerklik verilmiştir. Ne yazık ki bu tarihten sonra da İsrail parçacı ve lokal saldırılarla Filistin topraklarını gasp ederek yeni yerleşim alanları açmıştır. Oysa ki uluslararası hukuka göre 1967 savaşından sonra işgal edilen topraklar İsrail Devleti’nin bir parçası olarak sayılamaz. Dolayısıyla bu tarihten itibaren gasp edilen her karış toprak haksız bir işgaldir. Buna rağmen dünya kamuoyunun gözü önünde Filistin halkı, yarım asır boyunca içerisinde doğup büyüdüğü evlerinden, yurtlarından çıkarılmıştır.
Yahudiler Peygamberlere Bile Zulmetmişlerdir
Yahudiliğin karakterlerinden biri de etnik ve radikal dinî unsurlardan beslenmesidir. Bu bağlamda Hz. Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkarılıp mucizevi bir şekilde Kızıldeniz’den geçirilerek Sînâ dağına yakın yerde güvenceye alındıklarında bile peygamberlerine ihanet etmişlerdir. Hz. Mûsâ Tanrı’dan “on emiri” almak üzere Sînâ dağına çıkıp kırk gün sonra döndüğünde onların “altın madeninden yaptıkları buzağı heykeline” taptıklarına şahit olmuştu. Asırlar sonra Hz. Muhammed (sav) de on bin nüfuslu Medine’ye hicret ettiklerinde şehir merkezi ve çevresinde kıskanç/hain planlarıyla tanınan dört bin civarında bir Yahudi topluluğu vardı. Onların karakterini vahiyle bilen Allah Resulü “Medine Vesikasını/Anayasasını” hazırlarken 16,24 ve 25. Maddelerinde sorumluluk alanlarını belirterek kontrol altına almıştı. Bununla birlikte ilerleyen günlerde Benî Nadîr ve Benî Kurayza Yahudileri ittifak ederek Hayber’de Müslümanlarla savaşmış ve Hz. Peygamber’i zehirlemeye çalışmışlardır.
İslam Ülkeleri ve Otorite Kaybı
Az önce ifade edildiği üzere 1967 savaşında da bugünkü gibi İsrail’e destek veren ABD ve bazı Batı ülkeleri vardı. O gün İslam ülkelerinin siyasi, ekonomik ve diplomatik duruşları sayesinde, barış sağlanmış ve işgal edilen topraklar önemli ölçüde iade edilmiştir. Diğer bir ifade ile o gün uluslararası hukuka göre belirlenen sınırların, bugün de geçerli olması gerekir. Fakat 7 Ekim/ 2023 tarihinde başlayan ve iki yılı tamamlanmak üzere olan ve “soy kırım” a dönüşen savaşın arka planındaki asıl güç yine ABD ve bazı Batı ülkeleridir. İlk günden itibaren tavır koyması gereken İslam dünyası, ne hazindir ki cılız ve rutin açıklamaların ötesine geçememiş 1967 yılındaki siyasi/diplomatik duruşun gerisinde kalmıştır. İslam ülkelerinin NATO’su konumunda olması gereken “İslam İşbirliği Teşkilatı” ise, hiçbir performans gösterememiştir. Daha da üzücü olanı bazı İslam ülkelerinin, doğrudan veya dolaylı olarak hala İsrail ile petrol ve diğer temel maddelerle ilgili ticari ilişkilerine devam etmeleridir. Oysa ki “bir yerde zulüm varsa, sadece zulmü yapan değil, ona yardım eden ve sessiz kalan da sorumludur.”
Zulme Karşı Miting ve Dua
Bazı ülkelerde olduğu gibi bizde de bu katliama, miting, yürüyüş, konuşma ve dualarla tepki verilmektedir. Şüphesiz kamuoyunu oluşturmak için çeşitli programlar düzenlenebilir. Fakat tecrübeler göstermiştir ki bu tür etkinlikler bir süre sonra unutulmakta veya kanıksanmaktadır. Oysa ki muhatap ülke ve onların hamileri ancak somut/caydırıcı tedbirlerden etkilenirler. Nitekim yakın geçmişte körfez ülkelerini ziyaret eden ve üç trilyon dolarlık ekonomik bağlantı yapan ABD başkanına mealen “tamam biz bu antlaşmaları yapalım ancak siz de İslam’ın hareminde ciğerlerimizi yakan İsrail’i durdurun.” demek suretiyle dini ve insani bir ön şart ileri sürülemez miydi? Keza birkaç gün önce Hollanda’da yapılan NATO liderler zirvesinde bir araya gelen devlet başkanları, 21. Asrın en büyük haksızlığı olan bu vahşete son verilmesi için bir karar alınamaz mıydı? Elbette bu ve benzeri fırsatlar her zaman mümkündü ancak liderlerin, öz güven eksikliği, menfaat ve gelecek kaygısı ne İsrail’i ne ona destek verenlerin zulmünü durdurmaya yetmemiştir.
Oysa ki bugün Gazze yerine Hıristiyan, Yahudi veya başka bir millet olsaydı herhalde bu katliamdan söz edilmeyecekti. Fakat hedefte Müslüman olunca gözler kör, kulaklar sağır kalpler ise perdelenmiştir. Gerçekten zor bir tablo ile karşı karşıyayız. Öyle ki haber bültenlerinde Gazze’ye sıra gelince ekranlara bakılamıyor. Yürüyüş, miting sonrasında siyasi imalı nutuklardan da heyecan ve samimiyet kalmamıştır. Sosyal medyada servis edilen görüntüler/videolar da çözüm değil, sadece dertlere dert katmaktadır. Duanın gücüne elbette inanmak zorundayız fakat kan ve göz yaşlarının sel olduğu bir ortamda artık hedefin büyütülerek diplomatik hamlelerle fiili duaya geçmenin zorunlu olduğu bir gerçektir. Çalışmamızı tamamlarken insanlığa bir ilham kaynağı olur ümidiyle yine Akif’in şiiriyle noktalamak istiyorum:
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran iman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban? ?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!
Câni geziyor dipdiri… Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası muhkûm?
(Safahat, 3. Kitap/187-188)
3 yorum
Elinize sağlık kıymetli hocam.
Elinize emeğinize yüreğinize kaleminize sağlık anlaşılan o ki İslam dünyasının yöneticileri kıpırdamadan bir şey olmaz dualarımızı harekete geçirecek kabul olmasını sağlayacak liderleri katmak lazım
Kıymetli hocam elinize emeğinize sağlık Rabbim bütün mazlumların yar ve yardımcısı olsun
Selam ve hürmetlerimi sunuyorum.