“Zulüm ancak sessizlik sayesinde varlığını sürdürebilir”
[Carmen de Monteflores;
Porto Rico’lu Yazar, Psikoterapist]
Gün geçmiyor ki bir sağlık çalışanı darp edilmesin. Artık hekim ve hemşire dövmek sıradan bir vaka olmaya başladı. Sadece son 1 ayda Şanlıurfa sınırları içinde iki kadın doktor, hastaları tarafından dövülüp hastanelik edildi. Dövenlere ne mi oldu? Tabii ki ifadesi alındı ve serbest bırakıldı. Bir gece bile nezarette kalmadı. Bu adamları serbest bırakan savcılara sormak lazım; Size, değil genç kadın doktorlarımıza olduğu gibi suratınıza yumruk, karnınıza tekme atılsın, gömleğiniz yırtılıp, kolunuz burkulsun, sadece ve sadece yan bakılsa acaba ne yapardınız? Eskiden, “görevli memura hakaret” diye bir mefhum vardı. Bunu yapanlar perişan olurdu. Şimdi öyle mi ya? Artık bütün halkımız biliyor ki sağlık çalışanını dövmek, sövmek serbest. İfaden alınıp serbest bırakılırsın, yüce Türk adaleti nasılsa bir gün tecelli eder.
Aslında problemin kaynağında hekimlerini toplum nazarında küçük düşüren ve rencide eden bir Sağlık Bakanı ve Sağlık Bakanlığının olması var. Dünyanın neresinde böyle bir şey var? Sağlık Bakanlığı Hasta Hakları Şube Müdürlüğünün internet sayfasının başında şu cümle yazıyor: “Her başvuru bizim için bir armağandır.” Sağlık Bakanlığı, hekimleri hakkındaki şikâyet başvurularını bir armağan olarak kabul ediyor. Zaten SABİM (Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi) diye bir uygulama var ki, evlere şenlik. 112 Acil, 155 Polis İmdat gibi bir şey, 7/24 hekim ve hemşireleri Bakanlığa şikâyet edebiliyorsun. Peki, gerektiğinde şikâyet edilmesini sağladığın hekiminin dayak yiyince arayabileceği bir telefonun var mı? Yok! Her şey bitmiş, dayak yiyen yaşadığı korku ve acıyla baş başa kalmış, dayak atan elini kolunu sallayarak dolaşıyor, yetkililer demeç veriyor: “Olayı kınıyoruz. Olay adliyeye intikal etmiştir. Suçluların hak ettiği cezayı almasını istiyoruz.” Ve saldırıya uğrayan hekimler istatistiklerdeki yerini alıyor.
Mevcut Sağlık Bakanını anlamak mümkün değil. İnsan 40 küsur yıllık birikimini ve aidiyetini bu kadar mı kolay terk eder. Sen hekim ol, hekimlere zerre kadar saygın olmasın ve onların saygınlığını toplum nazarında sıfırla. Sen akademisyen ol, akademisyenleri düşman ilan et. Sen üniversite hastanesinde ömrünü geçir, üniversite hastanelerine savaş aç. Sen bir Anadolu üniversitesinden gel, Anadolu’daki tıp fakültelerinin kapısına kilit vuracak her türlü uygulamaya imza at. Kendisi daha önceki Bakanlar gibi ömrü büyük şehirlerde geçmiş birisi değil, Erzurumlu. Dolayısıyla eski söylemlerini ve uygulamalarını pek çok eski bakandan daha iyi biliyoruz. Erzurum’dan evli olduğum ve Atatürk Üniversitesi ile yoğun irtibatım devam ettiği için biliyorum, eski dostları ve meslektaşları da kendisini tanıyamadıklarını söylüyor. Heyhat siyaset sen nelere kadirsin. Bilmem bir dönem daha iktidar olabilmek ve Bakan olarak kalabilmek için bunları yapmaya değer miydi? Sayın Başbakan şu an farkında değil ama kendisine seçim kazandıran Sağlık Bakanı, bir seçimi de kaybettirmek üzere. Benim derdim kimin seçim kazanacağı, kimin Bakan olacağı değil. Benim öfkem, hasta hakları masalı ile hekimi ve hemşireyi hastalar karşısında böylesine zayıf hale getiren zihniyete, günübirlik hekimi ve hemşireyi hedef gösterici beyanatlar veren Sağlık Bakanına ve hak edenlere hak ettiği cezayı verme konusunda beklentileri karşılamayan yargı mensuplarının sağlık çalışanına bir saldırı olduğunda yetkilerini kullanmayıp adaletsizlik yapmasına. Ülkede son 1-2 yıldır yaşananlar yüzünden adalete güven sarsılmış durumda, ama onların arkalarında kapı gibi duran bir Bakanları var. Bizim Bakanımız ise her gün bir popülizm (ucuz halkçılık) sevdası ile medya üzerinden hekim haşlıyor. Şu anda hekimler kendilerine Bakanlık üzerinden zulüm yapıldığını düşünüyor. Ama herkes bilir ki, “Zulüm ile abat olanın ahiri berbat olur!” Benden söylemesi…