Giriş
Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında yer alan üniter devlet yapısı, milli bütünlük, egemenliğin millette olduğu anlayış ve hukukun üstünlüğü ilkeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi ve hukuki varlığını biçimlendirmiştir. Son yıllarda bu yapı üzerinde ciddi tartışmalar doğuran “demokratik açılım”, “çözüm süreci”, “kültürel haklar” gibi kavramlar, zaman zaman etnik temelli özerklik talepleriyle iç içe geçmiş ve devletin birliği adına ciddi endişelere yol açmıştır.
Bu çalışmada, etnik temelli idari yapılanma taleplerinin anayasal, tarihsel ve sosyopolitik temelleri irdelenecek ve bu yöndeki girişimlerin neden “usul ve esas” açısından reddedilmesi gerektiği hukuki, tarihsel ve siyasal gerekçelerle açıklanacaktır.
1. Tarihsel Arka Plan: Ulus-Devlet Yapısının Temelleri
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok etnili yapısından çıkarken, 1919-1923 Kurtuluş Mücadelesi’nde bir millet bilinci oluşturarak doğmuştur. Bu süreçte Misak-ı Millî sınırları içerisinde yaşayan herkesin “Türk milleti” şemsiyesi altında eşit kabul edilmesi hedeflenmiştir. Sevr Antlaşması (1920), Türkiye’yi etnik temelde parçalamaya yönelik ilk büyük emperyalist girişimdir. Bu antlaşma, doğrudan Kürt ve Ermeni özerklikleri öngörmüş, ancak milletin ve önderi Mustafa Kemal’in direnişiyle geçersiz kılınmıştır.
Bugün “demokratik açılım” veya “çözüm süreci” adıyla sunulan bazı girişimler, geçmişte Sevr ile hedeflenen parçalanmışlık modelini çağrıştırmaktadır.
2. Anayasal ve Hukuki Çerçeve
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ilk üç maddesi, devletin bölünmez bütünlüğünü, resmi dilini ve üniter yapısını güvence altına alır:
Madde 1: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Madde 3: Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Ayrıca:
Madde 66: Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.
Madde 42: Eğitim ve öğretim kurumlarında başka dillerin öğretilmesi ancak özel kanunla mümkündür, Türkçeden başka bir dilin anadil olarak öğretilmesi veya kullanılması yasaktır.
Bu anayasal hükümler ışığında, etnik temelli özerklik, çok dilli resmi yapı, federatif yapılar veya etnisite temelli özel statüler, anayasa ile açıkça çelişmektedir.
3. Siyasal ve Sosyolojik Açmazlar
Hiçbir ulus-devlet, kendi kendine parçalanmayı kabul etmez. ABD’nin Irak işgalinden sonra uyguladığı Kürt Bölgesel Yönetimi Modeli, Suriye ve Türkiye’ye taşınmak istenmiş, bölgesel kaosu derinleştirmiştir. Bu modelin Türkiye’ye aktarılmaya çalışılması:
Üniter yapıyı zedeler,
Toplumsal bütünlüğü bozar,
Terör örgütlerine zemin hazırlar,
Ve milli egemenliği dış müdahalelere açık hale getirir.
Terörle mücadele sürecinde, affa uğrayacak suçluların “siyasi figür” haline getirilmesi, halk vicdanını derinden yaralayacak ve sosyal adalet duygusunu örseleyecektir.
4. Demokratik Açılımın Eleştirisi: Neden ‘Usul ve Esastan’ Red?
Usulen:
TBMM çatısı altında bu tür bir girişim için anayasal değişiklik gerekliyken, mevcut anayasaya aykırı düzenlemelerle ilerleme denemeleri hukuk dışıdır.
Esasen:
Açılım adı altında terörle bağlantılı yapıların meşrulaştırılması kabul edilemez.
Demokratikleşme adına yapılan bu hamleler, hukukilik ve meşruiyet zemini oluşturmamaktadır.
Bu girişimler, milletin iradesine aykırıdır ve halk tarafından reddedilmektedir.
5. Sonuç: Meşruiyetin Temeli Milletin Rızasıdır
Hakimiyet bila kaydü şart milletindir.
Milletin onayı olmadan, yasada olmayan bir düzenlemeyi hayata geçirmek, gayri meşru ve geçersiz bir girişimdir. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik değerleriyle birlikte milli birlikten, eşit vatandaşlıktan ve Atatürk’ün çizdiği çağdaş uygarlık yolundan vazgeçmemelidir.
Bugün tartışılan “çözüm süreci”, “federasyon”, “özerklik”, “etnik kurucu figürler” gibi kavramlar; hukuki, tarihi ve toplumsal gerçekliğe aykırıdır ve bu yüzden “ölü doğmuştur”.