Merhaba…
Akademikakil.com platformundaki ilk yazımı, planlı eskitmenin karanlık yüzünü, tüketici alışkanlıkları ve israf bağlamında tartışmıştım. Yazıyı konuyla ilgili yeni araştırmalarımı paylaşacağımı belirterek bitirmiştim. O sözü tutma zamanı çoktan geldi de geçiyor bile…
Geçiyor evet, çünkü aşağıda bulgularını paylaştığım makalemin yayınlanması aşamasında, önüne çok engel çıkarıldı. Nasıl mı? Biraz detay verelim, akademik camianın içler acısı durumuna ipucu niteliğinde:
“Her şeye bir şey engel, bilime her şey engel”
Makaleyi yazma kararını aldığımda, belkemiğini oluşturacak araştırma verileri henüz ortada yoktu. Çünkü Dünya Değerler Araştırmasının1 veri seti henüz açıklanmamıştı. Nihayet aylar süren bir bekleyişin ardından, elimde Türk toplumunun toplumsal konulara bakışını, son 25 yıl boyunca analiz etmeme olanak tanıyan eşsiz bir veri seti vardı. Böyle bir veri, bir bilimsel çalışma için bulunmaz nimettir. Hele ki sosyal bilimlerde…
Amacım, bu veriler üzerinden Türk toplumunun planlı eskitmeye yönelik tutumlarını bilimsel olarak ortaya koymaktı.
Türkiye ile birlikte üç Türki cumhuriyeti de analize dahil ederek kıyaslamalı bir çalışma hazırladım. Makalemi, sosyal bilimlerdeki en prestijli dergilerin tarandığı, uluslararası endeks (SSCI) kapsamındaki bir dergiye gönderdim. Fakat “Çalışmanız çok kıymetli ancak yayın kurulumuz tarafından derginin kapsamı dışında görüldü” gerekçesiyle reddedildi. Oysa makalem, derginin kapsamına birebir uyuyordu. Sonradan yaptığım araştırmaya göre derginin yayın kurulu, egemen siyasi erkin uzantısı idi. Kendi partisinden, cemaatinden, mahallesinden olanlara alan açmak üzere görevlendirilmiş bir kurul! Editörle ibretlik yazışmamı hala saklarım, numunedir!
Bunun ardından başvurduğum (bir alt seviyedeki ama yine uluslararası kabul gören endeks -ESCI- kapsamındaki) dergilerde de durum farklı değildi. Birinin editöründen “Makaleyi değerlendirecek nitelikte hakem bulamadık.” şeklinde evlere şenlik cevabı alınca, öteki dergiye gönderdim. O dergide ise iki hakemden biri makalemi doğrudan kabul ederken, diğeri doğrudan reddetti. Red gerekçelerini görmemle, reddeden hakemin makaleyi okumadığını anlamam bir oldu. Ve editör, üçüncü bir hakeme göndermek yerine makaleyi reddetmişti. Neden reddettiğini sorsam da kapı duvar! Zira yayın politikası gereği editörün böyle bir inisiyatifi var! Marabaya inisiyatif verilince böyle oluyor. Şikâyet dilekçelerim CİMER ve derginin bağlı olduğu üniversite rektörlüğünün arşivinde duruyor. Yine ibretlik!
Değerli okuyucu;
Tüm bunların ardından bu makaleden de, akademik camianın kokuşmuşluğunda da gına gelmişti. “Lanet olsun sizin akademik ahlakınıza” deyip, makaleyi başka dergilere göndermedim. Bir akademik kitapta bölüm olarak yayınlandı. Fakat asıl yayınlanması gereken mahfillerde yayınlanamadığı için hedef kitlesine gerçek anlamda ulaşamadı.
Elbette bu satırların yazarının deneyimlediği buna benzer pek çok olay, karşılaştığı pek çok psikiyatrik vaka var. Zira akademik camiada, değme siyasetçi esnafına taş çıkartan, “ilim ve bilim” soslu entrika ve hilekarlıklar bitmez.
Netice şu ki; amacı bilgi üretmek, eleştirel düşünceyi geliştirmek ve yeni fikirler ortaya koymak olan; tanımı gereği her şeyi kucaklayan bir yer olan ÜNİVERSİTE, Türkiye’de şirazesinden çoktan çıkarıldı. İlim insanlarının değil de bilgiyi alıp satan işportacıların hegemonyasında olunca liyakatsizlik şaha kalktı. Âlim- fikir adamı- ilim insanı farkı ortadan kaldırıldı. Üniversitelerde çanta taşıyan adamlar asistanlıktan profesörlüğe terfi (!) etmekle kalmadılar, kritik mevkilerde köşe başlarını tutan emireri olarak çalışıyorlar. Ve yukarıda özetlediğim üzere; mahalle- parti- cemaat- tarikat mensubu olmayan, sorgulayan, eleştirel düşünce ile özgün olma gayretinde olanların, yani meramı ilim olanların önünü kesiyorlar.
Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok.
Anıt isim Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın ifade ettiği gibi:
“Her şeye bir şey engel, bilime her şey engel!”
Gelelim şu mahsun araştırmamın bulgularına…
Türkiye’de Planlı Eskitmeye Yönelik Toplumsal Tutum
Türkiye’nin 1995’ten 2020’ye kadar geçen 25 yıllık seyri bize şunları söylüyor:2
- Toplum planlı eskitmeye karşı!3
Bu karşı olma hali, son 25 yıldır artarak devam ediyor. Özellikle eğitim ve gelir düzeyi yükseldikçe planlı eskitmeye karşı daha bilinçli bir olumsuz bakış gözleniyor.
- Tüketiciyi çaresizce yeni eşya almaya iten faktör, işletmelerin planlı eskitme stratejisi!
Tüketiciler, çevresindeki insanların “tamir ettirmekle uğraşma, yenisini al” gibi telkinlerinden ziyade, şirketlerin uyguladığı planlı eskitme stratejilerinden dolayı “eşyalarımın yenisini almak zorundayım” düşüncesine kapılıyorlar. Yani çaresizlik duygusu, işletmeler eliyle üretiliyor.
- Ve tepki büyüyor!
Eğitimli, gelir düzeyi yüksek, çaresizlikten sıyrılmış tüketici, planlı eskitmeye daha çok karşı çıkıyor. Kısacası, toplumun bilinç seviyesi yükseldikçe planlı eskitmeye verilen tepki daha sertleşiyor.
Değerlendirme
Yukarıdaki bulgulardan hareketle, işletmeler tarafından uygulanan planlı eskitme stratejisini, bir tür dayatma olarak algılayan tüketicilerin, bu stratejiye karşı çaresizlik tepkisi vermektense nasıl direnmeleri gerektiği noktasında bilinçlenmeleri önem kazanıyor. Zira tüketiciler, planlı eskitmeye yönelik bireysel ya da örgütlü bir şekilde verecekleri tepkilerle işletmeler üzerinde baskı oluşturmak suretiyle onların faaliyetlerine yön verebiliyorlar.
Büyük şirketlere açılan ve kazanılan tüketici davaları; tüketici boykotları; firmaların, EPEAT (Electronic Product Environmental Assessment Tool) gibi elektronik ürünlerin çevresel açıdan değerlendirilmesine yönelik sistemlere dahil olmaları için yaratılan tüketici baskıları; Fransa’daki HOP (Halte â’lobsolescence programme) gibi planlı eskitme karşıtı derneklerin çabalarıyla Atıklarla Mücadele Kanunu çerçevesinde çıkarılan “onarılabilirlik endeksi” gibi yasal mevzuatta gerçekleştirilen düzenlemeler; ikinci el ürün kullanımının yaygınlaştırılması bu hususta verilebilecek örnekler arasında yer alıyor.
Tüm bu gelişmeler, tüketicilerin bilinçli ve örgütlü hareket etmesine bağlı.
Neticede tüketici tepkisi örgütlü bir baskıya dönüşmediği sürece, büyük şirketler istedikleri gibi hareket etmeye devam edecekler.
Son Söz...
“Her şey”e rağmen “Hiçbir emek uzay-zamanda kaybolmaz, zamanı geldiğinde mutlaka hak ettiği yeri bulur.” inancını düstur edinmiş biri olarak bilimsel araştırma yapmaya ve yazmaya devam ediyorum.
Ve sadece bu düsturda sebat ve mücadele edenlere saygılarımı iletiyorum.
- Dünya değerler araştırması, dünya çapında yürütülen, 1981 yılından başlayarak, sonuncusu 48 ülkede olmak üzere her 5 yılda bir gerçekleştirilen bir araştırmadır. Bu araştırmanın amacı; toplumların toplumsal konulardan politik konulara kadar geniş bir yelpazede sahip oldukları değer ve yaklaşımları ve bunlardaki değişimi tespit edebilmektir. ↩︎
- Detaylı bulgular:
* Tüm dönemlerde planlı eskitmeye yönelik olumsuz tutum, olumlu tutumdan daha yüksektir. Kararsızlar hep marjinal kalmıştır (%2–6).
* Kadınlar 2007’ye kadar erkeklerden daha olumsuzken; sonra roller değişmiştir.
* Yaş arttıkça planlı eskitmeye daha olumlu bakılmıştır.
* Eğitim yükseldikçe, özellikle lisans mezunlarında, olumsuz tutum anlamlı şekilde artmıştır.
* Gelir arttıkça olumsuz tutum güçlenmiştir.
* Bekârlar, evlilere göre daha olumsuz bir bakış sergilemiştir.
* Öğrenilmiş çaresizlik azaldıkça, planlı eskitmeye karşı olumsuz tavır artmıştır. ↩︎ - Ancak bu sonuç kişisel beyanlara dayalı. Dolayısıyla burada, her araştırmada olduğu üzere araştırma verilerinin gerçeği yansıttığını varsayıyoruz. Çünkü insanlar ankette bazen gerçekte düşündüklerini değil, toplum tarafından doğru kabul edilen cevabı verirler. Buna “sosyal arzu edilirlik yanlılığı” deniyor ve sonuçlarda yanılgıya yol açabiliyor. Örneğin;
a. Ekonomik gelişmeyi yavaşlatsa ve biraz işsizliğe yol açsa bile, çevrenin korunmasına öncelik verilmelidir.
b. Çevreye bir miktar zarar gelse bile, ekonomik gelişmeye ve iş yaratmaya öncelik verilmelidir.
Şıklarından size uygun olanı seçiniz dendiğinde, işsiz kalmaktan korksa bile, birçok kişi çevreyi korumayı (a şıkkını) seçtiğini söyleyebilir. Çünkü bu cevap toplumda daha kabul görür. ↩︎