Bir Arap Atasözü vardır, “Kellim, Kellim, La Yenfa’a”, yani “Konuş, Konuş, Fayda Yok”. Şimdi, biz de, meslektaşlarımızın problemlerini yıllardır makalelerimizde dile getiriyoruz, ama, etkin ve yetkin makamlarda olanların bizleri soluklandıracak, nefes almamızı sağlayacak herhangi bir faaliyetleri gözükmemektedir. “Yaz, yaz, bir fayda vermiyor”! Bu nedenle, konuyu bir müddet değiştirelim istedim.
Nörofilozofi Köşemde, sizlere Dr. Bülend Gündem’i, özellikle sanatsal açıdan tanıtmaya çalışmıştım. Şimdi de, yine mesleğimizin duayenlerinden, Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca’yı, hekimlik yönünü bir tarafa bırakıp, musikimize yaptığı katkıları dikkate alıp, onun bu yönünü, biraz da, ilmi-felsefi zaviyeden inceleyerek, okuyucularımla paylaşmak istiyorum. KİLİS 7 Aralık Üniversitesi, Senatosu’nun aldığı kararla 2010 yılını “Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca yılı” olarak ilan etmişti. Bunu da, perçinleyici olarak kullanıp, Alaeddin Yavaşca hakkında kalem oynatmak arzusundayım.
Feridüddin-i Attar’ın Mantık üt-Tayr’ındakiotuz kuş, nasıl ‘Simurg’da kendilerini gördülerse, Türk Musikisinin ve aynı zamanda sanatkâr hekimlerimizin önde gelen yıldızlarından biri olan Prof. Dr. Alaattin Yavaşça da Âyin-i Şerîf’ten çocuk şarkılarına 600’ü aşkın eserin tümünde görülmektedir.
Eski Mısır’da tahsil gören Pythagoras, mîraca(!) çıktığını ve semadaki yıldızlarla göklerin döndüğünü gördüğünü, bu dönüşte muazzam ve ilahî bir ahengin bulunduğunu, bu ahengi kendisinin de duyduğunu ve ruhu yüksek derelere erenlerin de bunlara erişebileceğini söylemiştir. Nitekim musikinin ilk temellerinde de, mutlaka bu ilahi ahengin esasları yatmaktadır. Bu yüzden olmalıdır ki, musikiye de edvâr ilmi denmiştir. İşte Alaattin Yavaşca da, ruhu bu yüksek derecelere ulaşmış az sayıdaki müstesna sanatkârlarımızdan ve bestekârlarımızdan birisidir.
Belli esaslar çerçevesinde, müzik dinleyicisinin, seste hoşlandığı ve haz aldığı hususlar, sesin, ses olarak nitelikleri, müziğin anlamlı nitelikleri ile insan-tabii eylemler arasındaki benzerlikler ve müzikal bir formasyon içerisindeki melodilerin kompozisyonudur. Ses, uygun müzikal kompozisyonlarla süslenip uyumlu bir sisteme kavuştuğunda bu, zihni, nefsi, ruhu ve iç âlemi diğer seslerden daha fazla etkiler. Zira bu durum ilk hissedenin farklılığını duyulardan daha latif ve ince bir güç ile ve kompozisyon için daha güçlü bir kalıcılıkla ortaya koymasından dolayıdır. İşte bütün bu tanımlamalar, bütün başlıkları ile Dr. Yavaşca’nın bestekârlığı ve icracılığında mevcuttur.
Tarihî ve toplumsal bozulmanın hemen hemen tüm düzeylerde yaşandığı bir simülasyon çağına girdiğimiz, daha yerinde bir ifade ile her yerde birbirine benzeyen simülaklara ait bir oluşum düzeniyle karşılaştığımız ahlakî, estetik ve amelî kıymetler medeniyetine ait tüm büyük insani değer ölçütlerinin bize özgü imge ve göstergelerin yok olup gittiği günümüzde, son temsilcilerinden olduğu geleneği, modern çağın sesleri ile mecz eden büyük bestekâr Alaeddin Yavaşçca, bestekârlığı ve icrakârlığı ile “etkisiz kılma” ve “duyarsızlaştırmanın karşısına “yerine koyma”, “arındırma” ve “kemale erdirme” işlevleri ile dönem musikişinasının, sanatkârının, müzik bilimcisinin ve hatta müzik tarihçisinin karşısına çıkmaktadır. Duygu ve heyecanın doruk noktalara çıktığı, ulvî hislerin terennüm edildiği 600’ü aşkın eseri, gerek güfte seçimlerindeki titizlik gerekse ses bağlamaları açısından mükemmeldir.
Haricen, Türk Musikisinin ses icrası bahsinde eda, tavır, üslûp çok mühim bir husustur. Türk Musikisi yıllarca bu üç başlık üzerinden işlenerek bugüne taşındı. Bu kavramlar da ustalığın göstergeleridir. Meşkin son halkası olan Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca, icrakârlığı ile aynı zamanda meşkin, usta-çırağın öneminin, fem-i muhsinden neşv ü nema bulmanın da göstergesi olmuştur.
Seçkin ve zarif ircasında seslerin ve perdelerin tertemiz baskıları, ifade özelliklerini icrasını gerçekleştirdiği eserlerin karakteristiğine uygun, Türk Musikisi kararınca gerçekleştirir. O, bu duruşu ile sanatkârlara ve müzik adamlarına çok önemli ve abidevi bir model sunar. Dr. Yavaşca, meşk öğretisi ile Zekai Dede, Zeki Ârif Ataergin ve Sadettin Kaynak gibi ustaları ve hocalarını da yaşatarak bugüne taşımış olur.
Türk Musikisi icrası ve repertuarı, Türk dili Dr. Yavaşca ile işlenerek incelmiş, onun sanat adamlığı ve yaratıcılığıyla kültür dili, kültür müziği düzeyine ulaşmıştır. Yavaşca, temiz icrasıyla aynı zamanda Türk diline de büyük bir hizmet etmiştir.
Sanatın, duygu ve düşüncelerin ses vasıtasıyla icrası, insan beyninin en üst düzeydeki fonksiyonları ile yakından ilgilidir. Böylece müzik ve ses sanatının tıp ve fizik bilimi ile alakası ortaya çıkar. Dr. Yavaşca’nın icrasında, geniş, volümlü, renkli tınıya sahip güçlü bir sese sahip olduğu görülmektedir. Bu durum akıllara “Altın gırtlak”ı getirmektedir. Aynı zamanda bir hekim olan Sayın Yavaşca’nın işitme ve lisan merkezlerinin de çok gelişkin olduğu icrasının niteliğinden açıkça anlaşılmaktadır. Zengin bir görgü ve bilgi birikimi, engin bir ruh ve duygu dünyası da eşlik edince muhteşem bir bestekâr ve icrakâr modeli ile karşılaşıyoruz.
Alaeddin Yavaşca, yaptığı yenilikleri tanımlayan, sağlam bir zemine oturtan bir bestekârdır. Nitekim, duygu itibariyle Sûz-nâk düşündüğü bir eserine, yine güftenin mana içeriğinden hareketle Şehnâz başlaması alışılmış Sûz-nâk terkibinden farklı olduğu için usta sanatkâr bu yeni eserinin makamını Sûz-nâk-ı Nev olarak tanımlar ve gerekçelerini açıklar. Yavaşca gibi dev bir bestekârın, Türk Musikisinin temel yapısına karşı duyduğu bu sorumluluk, Onun mükemmel kişiliğinin bir göstergesi olup, sanatkârlar için de apayrı bir model oluşunun ana unsurudur.
Bütün bu sebeplerden dolayı, “Türk Musikisinde Bir Altın Halka” olarak gördüğüm, Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca, musiki sanatının hemen bütün katmanlarında dolaşan, Allah’ın bir lütfü olan, üstün bir akustik varlık sergileyen, hemen her formda eser veren bir klasik, yarım asrı aşan müktesebatıyla yüksek zevk sahibi ve vakur bir bestekâr, icrakâr ve musikimizin en mühim şahsiyetlerinden biri olarak ebediyen gönüllerde yaşayacaktır (Not; Bu makale, bazı değişikliklerle, Kültür Bakanlığına, hazırladığı kitapta yer alması için de gönderilmiştir).
Ve beytimizi de unutmayalım.
İZHAR-İ MUHABBETE MALİK
DEĞİLİM AMMA İFADE-İ SEVDADA, MALUMDUR Kİ, MAHİRİM.