Renksiz ve kokusuz bir kimyasal madde olan DDT (diklorodifeniltrikloroetan) ilk kez 1874 yılında sentezlendi. 1939’da ise böcek öldürücü etkisi İsviçreli kimyager Paul Hermann Müller tarafından keşfedildikten sonra yaygın kullanımına başlandı. 2. Dünya Savaşındaki ve sonraki yıllarda askerlerin, esirlerin, göçmenlerin ve hatta okul çocuklarının bitlenmeye karşı doğrudan ilaçlanmasında kullanılmıştır. Tarım zararlılarına karşı kullanılmaya başlandıktan sonra, Tifüs- Veba- Sıtma ve Sarıhumma gibi hastalıklara neden olan bit- pire- sivrisinek gibi ev haşerelerine karşı etkin olduğu görülünce hızlıca ünlenip her yerde kullanılmaya başlandı. DDT’yi bulan Paul Hermann Müller 1948 de Tıp Nobel ödülünü de almıştı. Ama DDT’nin asıl yaygınlaşması savaş sonrası başlayan Yeşil Devrim ile birlikte oldu. 50’li yıllar ile birlikte savaş sonrası tarımsal üretimin hızlı artışında DDT ile zararlı mücadelesinde sağlanan başarının payı büyüktü. Hiçbir zararı olmayan neredeyse mucizevi bir ilaç gibi kabul edilip sınırsızca tüketilmeye başlandı.
Kullanım arttıkça bazı böcekler bu ilaca karşı direnç geliştirdiler. Bunları yiyen kuşlar ve balıklar zaman içinde belirgin biçimde telef olmaya, aşikar olarak sayıca azalmaya başladılar. DDT maruz kalarak direnç kazanmış böcekleri yiyen kuşlar yumurtladıklarında yumurtalarının kabuklarının çok ince olduğu fark edilmiş. Kuluçkaya yattıklarında ise yumurta kolayca kırıldığı için üremeleri azalmaya başlamıştı.
Çevre biliminin öncülerinden biri Rachel Carson, doğanın korunması ve çevresel farkındalık konusunda çığır açan çalışmalara imza atan Amerikalı biyolog ve yazardır. Carson, ekoloji ve çevre bilimi alanlarındaki çalışmalarıyla tanınır. “Sessiz Bahar” ilk olarak The New Yorker’da dizi olarak ve ardından Houghton Mifflin tarafından kitap olarak yayınlandı, dünya çapında çevre hareketinin başlamasına ilham kaynağı olmuş ve kimyasal pestisitlerin tehlikeleri konusunda farkındalık yaratmıştır.
Pestisitlerin çevre üzerindeki birçok zararlı etkisini belgeleyen Carson, pestisitlerin hedef zararlılar dışındaki ki diğer organizmalar üzerindeki etkileri nedeniyle “biyosit” olarak adlandırılması gerektiğini savundu. Özellikle, DDT’nin kuş popülasyonlarına verdiği zarara dikkat çekti ve kuş cıvıltılarının olmadığı bir gelecek bahar konusunda insanlığı uyardı. DDT’nin farelerde karaciğer kanserine neden olduğu iddia edilen bir kimyasal kanserojen olduğunu vurguladı. Savaş döneminde hayli irileşmiş olan kimya endüstrisinin temsilcilerini güncel bilimsel araştırmalarla çelişen yanlış bilgi yaymakla suçladı. Diğer yandan bu kimyasal maddelerin güvenli olduğunu söyleyen hükümet yetkililerini de suçladı. Bilimsel ilerleme düşüncesi ile insanın doğaya hükmetmek duygusunun tartışılmasını sağladı. Pestisitlerin başarısının kısa vadeli olduğunu, çünkü hedef haşerelerin ilaca direnç geliştirme eğiliminde olduğunu, uzun dönemde pestisitler çevrede biriktikçe insanlar ve çevre için risklerin artacağını savundu.
Sessiz Bahar’ın yayımlanmasının ardından Carson, bir “korku tellalı” olarak suçlandı ve kimya endüstrisinin saldırılara maruz kaldı. Bilimsel ilerlemeyi tersine çevirmeye çalışmakla suçlandı. Ancak Carson’ın iddiaları, ABD Başkanı John F. Kennedy’nin istemiyle kimyasal pestisitlerin kullanımıyla ilgili düzenlemelerin derhal güçlendirilmesine yol açan bir soruşturmada doğrulandı. www.britannica.com/topic/Silent-Spring
Rachel Carson 1964’te ölmüş olsa da SESSİZ BAHAR kitabı onun yaşam süresinden çok daha uzun süre etkili olmaya devam etti. 1972’de Amerika Birleşik Devletleri’nde ve 2004’te uluslararası alanda sıtmaya neden olan sivrisineklerin kontrolü dışında yasaklanan DDT kullanımına karşı kampanyalarda ikna edici bir araç oldu. Kitap ayrıca bilimsel ilerlemenin faydaları ve insanların doğaya karşı takınması gereken tavır hakkındaki yaygın tutumları sorgulayan radikal çevreci aktivizminin bir modeli oldu.
Sonuçta DDT’nin faydadan çok zararı olduğu anlaşılınca tarım alanlarında kullanımını yasaklanmaya başladı. İlk olarak 1968’de Macaristan’da, 1972’de ABD ve Almanya’da, 1984’te İngiltere’de ve daha birçok ülkede yasaklandı. Türkiye’de ise DDT’nin kullanımdan kalkması 1987 yılında oldu. Ancak yasakların tamamıyla uygulanması için 2000’li yılları buldu.
Türkiye’de pestisit kullanımı 1950″lerde temelde her türlü zararlıya karşı olduğu kabul edilen DDT kullanımı ile başlamıştır. Türkiye o tarihlerde bir tarım ülkesiydi, bu nedenle, tarımsal zararlıların kontrolü zorunluluktu ve tarımsal zararlıların ve sıtma vektörü kontrolü için en etkili yöntem, kimyasalları, özellikle de DDT kullanmıştır. 1940’lardan bu yana çok sayıda yapay organik klorürlü pestisit üretilmekte ve bitki korumada kullanılmak üzere temin edilebilmektedir. Bunlar arasında, aldrin, DDT ve heptaklor yasaklandıkları 1980’li yıllara dek kullanılmışlardır.
Türkiye’de yerleşik yaşayan tarımla geçinen köylü halk ve hayvancılık ile geçinen göçebe yörükler için DDT vazgeçilmez bir ilaçtı. Ahıra yakın yerde olur, koyunun uyuz olmuş yerine serpilirdi. Çiftçiler için en ucuz ve kolay ulaşılır zehirdi. Sivrisinek için bir pompanın içinde biraz suyla koyulur: ve fıs fıs. O yıllarda büyüklerimizden rivayetler odur ki bitlenen çocukların kafasına serperlerdi.
Türk romanında romantik kahramanların yasak aşkları ve zehirle intiharlar pek çok kez konu olmuştur. Ama kırsalda köy ya da yaylada ise romantizminden değil tecavüz yada istismar edilen ergen kızlar ve kadınlar için bir özkıyım aracı olmuştur. Küçük bir yerleşim yerinde, aile ve çevre baskısı zemininde halen de devam eden erkek terörü karşısında kadın bugün de olduğu gibi bunlara YETER diyemediği için kendi hayatına YETER demek zorunda kalıyordu AYŞELER, FATMALAR, ELİFLER, YETERLER. Araç da hemen evin en ulaşılır yerinde ahırın ve bahçenin girişinde bulunurdu “DDT”. Köyde tarlada çalışırken, yaylada koyun kuzuyu otlatırken her işi yapmak zorunda kalan kadın/ergen kız ıssızlığın ortasında kötü kalpli kurt rolünü oynayan erkeklerin kurbanı oluyordu. Omuzlarına yükledikleri insanlığın günahı ile toprak oldular.
Son 24 yılda Türkiye genelinde yaşanan intihar oranının 2,25 kat arttığı gösterilmiştir. İntihar vakalarının tüm yıllara göre en çok yaşandığı yıl ise 2022 yılı olmuştur. 2000 yılında kayda düşen intihar vaka sayısı 1802 iken 2022 yılında bu sayı 4218’e çıkmıştır. Türkiye’de kaba intihar hızı 1978 yılında 1,48 iken 2023 yılında 4,76’ya yükselmiştir. Türkiye bu artışa rağmen dünya genelinde intihar oranlarının en düşük seyrettiği ülkeler arasındadır. Bununla birlikte TÜİK verileri üzerinden incelendiğinde kaba intihar hızının 2001 sonrasında bir artış gösterdiği görülmektedir. Türkiye genelinde 15 yaş altı intihar vakalarının en yoğun görüldüğü yıllar 2010 ile 2014 arasında iken, intiharların en fazla görüldüğü yaş aralığı 20-24 yaş ile 25-29 yaş aralığına işaret etmektedir. Tüm yıllar için erkek intihar oranının en yüksek olduğu bölgeler Batı Marmara, Doğu Marmara, Ege ve Batı Anadolu iken. Ortadoğu Anadolu, Kuzeydoğu Anadolu ve Güneydoğu yani bu üç bölge kadın intihar oranının en yüksek olduğu bölgelerdir. Gönç Şavran, T. (2025). “Bildiğimiz Kadarıyla” Bazı Gerçekler: Türkiye’de 2001-2023 Arası İntihar İstatistikleri Sosyal Bilimler ve Sağlık Bülteni (SoSa), KIŞ(13), 30-53.
Kadınlar ile ilgili sayılarda kayda geçmeyen olgular yada nedeni bilinmeyen şüpheli ölümler dikkatle incelenmelidir. Asıl görmemiz gereken ve YETER dememiz gereken kadınları ve çocuklara karşı işlenen istismar suçları olmalıdır. Sosyoekonomik düzeyimizin arttırılması, dengesizliği düzeltilmelidir. Tarımda, sanayide çalışan yada sokakta su satan, mendil satan, dilendirilen çocuklar en doğal hakları olan eğitim için OKULLARINDA olmalıdır. Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesine YETER demek gerekir. EĞİTİM, KÜLTÜR, ÇEVRE, EKONOMİK KALKINMA, TAM BAĞIMZISLIK gibi birbirinin içinde giren ne kadar çok kavram var!