Bu kişiler düşünebilir, sorgulayabilir, hatta değiştirebilir…
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraf, üzerine yapılan yüzlerce yorumla birlikte aslında çok daha büyük bir yaraya parmak bastı. Bir genç, Gebze’de bir parkta kitap okuyor. Evet, sadece kitap okuyor. Ama altına gelen yorumlara bakınca sanki sıra dışı, hatta hafif tehlikeli bir eylemle karşı karşıyaymışız gibi bir hava oluşmuş: “UNESCO tarafından koruma altına alınmalı”, “Devlet sahip çıksın, soyları tükeniyor”, “Toplum ahlakını bozuyor olabilir”, “Bence montajdır, inandırıcı değil”… Bu ironik cümleler bir yana, alt metinde saklı olan o sarsıcı gerçek göz ardı edilemez: Kitap okuyan birini görmek artık şaşılacak bir şey hâline geldi.
Düzce’de bir AVM’de denk geldiğim manzara da bu durumu doğrular nitelikteydi. Kitap satış reyonunun önünden sessizce geçen kalabalık, hemen yanında yer alan isimlik, bileklik, minik oyuncaklar ve dekoratif ürünlerle dolu standın etrafında toplanmıştı. İncik boncuğun ışığı, kitabın sessizliğinden daha çok cazibe üretmişti. Kimse kitapları karıştırmıyor, eline bile almıyordu. Sanki kitaplar orada sadece dekor olarak vardı; tıpkı bazı evlerde süs olarak konulan ama kapağı dahi açılmayan ansiklopediler gibi.
Oysa okumak bir ihtiyaçtır. Nasıl ki acıkan biri yemek yemeye yönelirse, zihni diri tutmak isteyen de okumaya yönelir. Kitap sadece bilgi taşımaz; aynı zamanda hayal kurdurur, empati kurdurur, yavaşlatır, düşündürür. Fakat gelin görün ki, kamusal alanda kitap okuyan biri artık ya alay konusu oluyor ya da “aşırı entel” gibi yaftalanıyor. Okumak sanki dört duvar arasında yapılması gereken mahrem bir uğraşmış gibi algılanıyor. Hâlbuki kitaplar tam da kalabalıkların içinde açıldığında anlam kazanır; bir parkta, bir metroda, bir banka sırasında…
Yine sosyal medyada denk geldiğim bir yorumda bir hanımefendi şöyle yazmıştı: “Sağlık ocağında kitap okuyordum. Yanımdaki genç, babasına dönüp ‘Bak o kitap okuyor, sen telefona gömülmüşsün’ dedi. Genelde tam tersi olurdu ya, şaşırdım.” Bu cümle, kitabın yalnızlığını kıran bir anın ifadesi gibi duruyor. Okuyan bir insan, aslında sadece kendini değil, çevresini de dönüştürmeye başlıyor. En azından bir bakış, bir cümle, bir farkındalık bırakıyor arkasında.
Fakat şunu da itiraf etmek gerekiyor: Kitap okumanın kendisi kadar okuma kültürünün toplumsal karşılığı da zayıflamış durumda. Okumak artık bir gelişim aracı değil, çoğu yerde bir “farklılık göstergesi” ya da “yabancı davranış” gibi algılanıyor. Gençlere “Oku da adam ol” diyen büyüklerin çoğu, yıllardır bir kitap kapağı açmamış durumda. Kütüphane sayısından çok AVM sayısıyla övünen bir toplumda, kitaba gösterilen mesafenin gün geçtikçe açılması şaşırtıcı mı, tartışılır.
Bu bağlamda yazar olarak kanaatimiz odur ki; kamusal alanda kitap okuyan insanlar birer kültür elçisidir. Onlar aslında modern zamanların sessiz aktivistleri gibidir. Onları alaya almak, şaka malzemesi hâline getirmek ya da garipsemek, sadece onları değil, kültürel bir direnci küçümsemek anlamına gelir. Bugün bir parkta kitap okuyan genç, yarın bir düşünceyi değiştirecek, belki de bir toplumu harekete geçirecek kıvılcımı yakabilir.
Öyleyse evet, dikkat edelim onlara!
Çünkü onlar düşünebilir, sorgulayabilir…
Ve evet, değiştirebilir!
2 yorum
Hocam bu durumun bir benzerini bende yaşadım. Üniversite okurken bizim üniversite ile şehir merkezi arasında 20-25 dk sürüyor bende o süreyi değerlendirmek için kitap okurdum. Bir gün yine okurken yanımdaki arkadaşım ne yapıyorsun sen insanlar bize bakıyor dedi. Sanki çok kötü bir şey yapmışım gibi tepki verdi. Ondan sonra Otobüste ya da toplumsal bir alanda her kitap okumak için niyetlendiğimde önce etrafıma bakar kimse bakmıyorsa öyle çıkartıp okurum. 😊
Münevver Çukurova tebrik ediyorum. Sizler her yerde okumaya devam ediniz.