Bir insanın başına gelen musibetten/felaketten çıkaracağı en önemli ders, öncelikle bunun neden başına geldiğini sorgulaması, kendi hatasını kabul etmesi, hatasıyla yüzleşmesi, daha sonra aynı hatayı tekrarlamamak üzere kendi kendine söz vermesi, kararlı, onurlu ve ilkeli bir duruş sergilemesi ve o hatadan/yanlıştan tamamen dönmesidir. Zira bütün bunlar Kur’ân’ın emridir. Âyetleri birlikte okuyalım.
“Başınıza her ne musibet (kötülük/felaket) gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir. (Bununla beraber) O, yine de çoğunu affeder (sizi hemen musibete/belaya/felakete uğratmaz).”[1]
“Onların (müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da) sizin başınıza geldiği zaman; ‘Bu, nereden başımıza geldi?’ dediniz, öyle mi? De ki: “O (musibet), kendi (hatalarınız/kusurlarınız/ihmalleriniz/yanlışlarınız) yüzünüzdendir.” Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.”[2]
Görüldüğü üzere Müslümanlar başlarına bir musibet gelince başkalarını suçlamak yerine dönüp kendileriyle yüzleşmek zorundadır. Çünkü hatalarını kabullenmeyenler, suçu hep başkalarına atanlar, hatalarının yüzlerine vurulmasından rahatsız olanlar, yanlışlarını söyleyenlere teşekkür edeceklerine hakaret edenler ve iftiralarla sonuç almaya çalışanlar sorumluluk ve ahlâk sahibi bireyler değillerdir.
Örneğin bazı sapkın/çarpık sözlerle kendilerinin kandırılmasına izin verenler, manevî yönden terakki etmek bir yana her geçen gün uçurumun kenarına biraz daha yaklaşırlar. Kur’ânî hiçbir dayanağı bulunmayan pespaye sözlere aldananlar ve hatalarıyla yüzleşmeyenler şeytanın ve şeytanlaşmış insanların kuklası/oyuncağı/piyonu/maşası/kölesi olmaktan da kurtulamazlar.
İşte o şeytanlaşmış tiplerin uydurduğu ve bazı sefihlerin de bunlara inanarak istikametten saptığı o sözlerden bazıları şunlardır:
“Bir müridin mürşidi karşısında huzur ve huşu içinde durması ihlasla yapılan 150 yıllık ibadetten daha efdaldir.”
“Şeyhinin hata edebileceğini kalbinden geçirirsen kesinlikle helak olursun. Manen terakki edebilmen için şeyhinin karşısında gassalin (ölü yıkayıcısının) elindeki meyyit (ölü) gibi olmalısın. Onun emirlerini itiraz etmeden harfiyen yerine getirmelisin/uygulamalısın!”
“Şeyhimiz asla yanılmaz ve hata etmez. O bir konuda bir şey demişse mutlaka doğrudur ve bunun bir hikmeti vardır.”
“Şeyhimize/hocamıza/efendimize eğer bir konuda itiraz edecek olursan şefkat tokadını yersin ve ahiretini de kaybedersin.”
“Zamanın sahibi bizim efendimizdir/hocamızdır/şeyhimizdir. Allah dünyanın tasarrufunu ona vermiştir. Bereket ve hidayet onun eliyle dağıtılır. Kâinat imamı/Kutub/Gavs-ı azam odur. O, mehdîdir, mesihtir, beklenen sâlih zattır.”
“Yüce Allah, âlemi Hz. Muhammed’in hatırına yaratmıştır; bizim şeyhimizin/kâinat imamımızın yüzü suyu hürmetine de devam ettirmektedir.”
“Bizim efendimiz/şeyhimiz/hocamız seçilmiş insandır, sözleri de kendisi de kutsaldır, ona kayıtsız şartsız itaat, teslimiyet ve bağlılık farzdır. Zira şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır. Kâinat imamımıza/şeyhimize tabi olan seçilmiştir ve cehennemden kurtulmuştur.”
“Bizim efendimize/şeyhimize intisap ettiğiniz (bu tarikata/cemaate girdiğiniz) zaman geçmiş bütün günahlarınız affolunur; ayrıca kılmadığınız namazlarınızın, yapamadığınız tüm ibadetlerinizin vebalinden böylece kurtulmuş olursunuz.”
“Efendimizin/şeyhimizin/hocamızın abdest suyunu içmek şifadır. Onun büyük abdestinin kokusu cennet kokusu gibidir.”
“Namaza başlarken efendi hazretlerinin resmine bakıp rabıta yaparsanız daha huzurlu namaz kılarsınız. Rabıta yapmaya ‘şirk’ diyenler ya da ‘Rabıta yapmak adamı şirke götürür’ diyenler, ‘Rabıta yapmak mayın tarlasında yürümek gibidir’ diyenler sapık ilahiyatçılardır. Onlara sakın inanmayın!”
“Bizim efendimiz/şeyhimiz/hocamız her gün Yüce Allah’ı ve Hz. Muhammed’i rüyasında görmekte ve onlardan talimat almaktadır. Bu nedenle onun dediklerini yapmak, Allah’ın dediklerini yapmak gibidir.”
“Bizim efendimiz/şeyhimiz/mesîhimiz ruhanî âlemde haftada bir evliyaullahla, ayda bir de enbiyayla sohbet eder; onları ruhani âlemde eğitmeye devam eder.”
“Efendimizin/mehdîmizin/hocamızın tenine temas edeni cehennem yakmaz. Kadın ya da erkek ona dokunursa ateşten kurtulur. Mürit kadınların veya erkeklerin bazı özel zamanlarda yalnız olarak gelip ona dokunmaları cehennemden kurtulmaları için yeterlidir.”
“Eğer bizim efendimiz müritlerinden beğendiği güzel bir hanıma; ‘Ben tecelliyatta gördüm, senin nikâhın gökte benimle kıyıldı, artık kocana haramsın, ondan ayrılıp bana gelmelisin!’ demişse bu zinhar doğrudur. Zira O, Allah ve peygamberle sürekli görüşme hâlindedir. O kadının kocasından boşanıp şeyhimizle evlenmesi artık farz olmuştur!”
İşte bu ve buna benzer “saçmalıklara/sapık fikirlere/hezeyanlara/akıl ve mantık dışı beyanlara” inananlar kesinlikle sorumludur. Zaten bu din bezirgânları, hoca kılıklı şeytanlar, çakma ilahiyatçılar, merdiven altı din tüccarları, milletin ırzına göz diken hainler, “zır cahillerin, sefihlerin ve ahmakların” ta kendileridir. Giydikleri kıyafetlere ve bıraktıkları sakallara bakarak onların “âlim/hoca olduklarını” zanneden ve peşlerinden gidenler de tıpkı onlar gibi kuş beyinli, ahmak ve sefihtir. Dolayısıyla her iki kesimde büyük bir yanlışlık içinde olduklarını, İslâm’ın yanlış tanıtılmasına sebebiyet verdiklerini ve bu yaptıklarının hesabının kendilerine ahirette mutlaka sorulacağını bilmelidir.
Bu zavallılar, bizim gibi cesaretle ortaya çıkıp kendilerini uyaranlara teşekkür etmek yerine hakaret etmeye ve keyifli bir şekilde bildikleri yolda gitmeye[3] devam ediyorlarsa bu, onların sorunudur. Zira böyle devam ettikleri takdirde hem sayılı olan dünya günlerini hem de sonsuz olan ahiret hayatlarını kaybedecekleri aşikârdır. Bu tiplerin mahşer günü ağlamaya, sızlamaya ve mazeret üretmeye de hakları olmayacaktır. Kaldı ki böyle olsa bile zaten hiçbiri kabul edilmeyecektir.
Diğer taraftan kendilerinin “hakiki mutasavvıf” olduğunu iddia edenler, bu “sapkın tarikatları/cemaatleri/hizipleri/grupları/sözde dinî hareketleri” düzeltmek için muslih kimselerle beraber hareket etmek yerine (Kanaatimizce çoğu etmezler; zira kendileri de bu ve buna benzer söylemlerden beslendikleri ve taraftar topladıkları için seslerini çıkartmazlar) kalkıp bize; “Bunların sahih tasavvufla alakası yoktur! Siz Tasavvuf düşmanısınız!” der, bizi haksız yere suçlar, töhmet altında bırakır ve iftiralarla sonuç almaya kalkışırlarsa bizim bu beyinsizlere artık şunları dememiz elzem/farz/gerekli/zaruri olmuştur:
“Bire gafiller! Bire ahmaklar! Bire zır cahiller! Bire geri zekâlılar!!!!!
Kur’ân’ı kendi arzularına/çıkarlarına göre tefsir eden sahtekârları eleştirmek, Tefsir ilmine düşman olmak mıdır?
Sahte sûfîlerin pespaye sözlerini eleştirmek, Tasavvuf ilmine düşman olmak mıdır?
Sahte müctehidlerin sapık düşüncelerini eleştirmek, Fıkıh ilmine düşman olmak mıdır?
Sahte doktorların sahtekârlıklarına dikkat çekmek, Tıp ilmine düşman olmak mıdır?
Sizin nasıl bir mantığınız var? (Her ne kadar ben burada böyle bir soru sorsam da o aptallarda zerre kadar akıl ve mantık olmadığını çok iyi biliyorum. Çünkü bu ahmaklar, “uydurma hadisleri” kabul etmeyenleri de ‘Hadis düşmanı’, ‘Sünnet düşmanı’ olarak yaftalamaktadır. Söz konusu İslâm âlimi uydurma hadisleri reddetse ve “sahih hadisleri” kabul edip bunları savunmaya devam etse bile onu “Kur’ân Müslümanı, mealci, peygamber düşmanı, sapık, itikadı bozuk, modernist” şeklinde karalamaya devam etmektedir.)
Siz nasıl bir yaratıksınız? Siz adam mısınız?
Siz kendinizi ne sanıyorsunuz? Siz nereye gidiyorsunuz böyle?[4]
Siz yukarıdaki sapkın sözlerle Yüce Allah’a ve peygamberine iftira atanları eleştirmek ve onlarla mücadele etmek yerine kalkmış kuduz köpekler gibi sizi uyaranlara saldırıyorsunuz! Allah’a hamd olsun ki bu iftiralarınız/hakaretleriniz melekler tarafından kaydediliyor![5] Ahiret günü bütün sevaplarınızı yitirdiğiniz zaman gerçeği anlayacaksınız; ama o gün iş işten geçmiş olacak! Çünkü ben ve benim gibiler sizin gibi sözde Müslümanlara/gafil fâsıklara/şaşkın münafıklara asla hakkımızı helal etmeyeceğiz!!!”
Sonuç olarak, hem geçmişte hem de günümüzde kendisinin Müslüman olduğunu zanneden niceleri “giydiği kıyafetin yeterli olduğu zannıyla, ibadetler için belirlenmiş şekli, ritüeli ya da süreyi yerine getirmekle ya da sahte şeyhlerin/hocaların/mehdîlerin eteğine yapışmakla” cenneti elde edeceğini zannetmiş, İslâm’ın diğer emirlerini göz ardı etmiş, taklidi imanla yetinmiş, tahkiki iman konusunda hiçbir gayret göstermemiş ve son kutsal kitap Kur’ân’ı yalnızlığa terk etmiştir.[6] Oysa böylelerinin yapması gereken şey öncelikle kendilerini sorgulamaları, imanlarını tahkiki hâle getirmeleri, Kur’ân ve sahih sünnetin ilkelerini gerçek anlamda öğrenip içselleştirmeleri ve buna uygun bir yaşam tarzı benimsemeleridir. Ayrıca bu gafiller şu gerçeği de akıllarından çıkarmamalıdır ki, ahirette hüsrana uğrayıp kaybedeceklerini söyleyen (eğer okuma ve anlama zahmetine katlanırlarsa) biz değil, Yüce Kur’ân’ın bizzat kendisidir. (12.08.2016)
[1] eş-Şûrâ 42/30.
[2] Âl-i İmrân 3/165.
[3] el-Mü’minûn 23/53.
[4] et-Tekvîr 81/26.
[5] Yûnûs 10/21; Casiye 45/29.
[6] el-Furkân 25/30.