Dini Vecibeleri Yerine Getirebilme ve Dini Hizmetlerden Faydalanma Hakkı”
“Üç çeşit yalan vardır: Yalan, Kuyruklu Yalan ve İstatistik.”
[Benjamin Disraeli: İngiliz Devlet Adamı ve Yazar ;1804-1881]
Malumunuz son yıllarda hasta hakları pek bir popüler oldu ülkemizde. Sağlık Bakanlığımızda adına bir Genel Müdürlük bile var. Doktorların, vesile-i nimeti olan hastaların haklarına riayet etmesi için büyük çaba gösteriliyor Sağlık Bakanlığımız tarafından. En son çıkan haberlere göre “Hastasını dinlemeyen doktorlara iletişim dersi verilecekmiş.” Bilmem doktorunu dinlemeyen Bakanlar için ne düşünülüyor?
Şu an yürürlükte olan ve 1998 yılıında çıkartılmış olan bir “Hasta Hakları Yönetmeliği” var ki, bazı maddeleri Bakanlığın bütün hastaneleri ile bazı özel ve üniversite hastanelerinin duvarlarını süslüyor. Hastalar bu “duvar yazılarına” bakıp, “hekim seçme”, “bilgi edinme”, “tedaviyi reddetme” vs. gibi haklarını sonuna kadar kullanmaları için teşvik ediliyorlar. Geçen zaman içinde “sorumsuz” insanlara “hak vermenin” yanlışlığı anlaşılmış olmalı ki, bu panoların yanına bir de “Hasta Sorumluluğu” diye bir pano asmaya başladılar. Kaç hasta bunu okuyor? O da kocaman bir soru işareti.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 2. Maddesinde ifadesini bulduğu şekli ile bu yönetmelik “Ülkemizde sağlık hizmeti verilen resmi ve özel bütün kurum ve kuruluşları, bu kurum ve kuruluşlarda veya bunların dışında hizmete katılan her kademedeki ve ünvandaki ilgilileri ve hizmetten faydalanma hakkına haiz olan bütün fertleri kapsamaktadır.” Yani “Sağlık hizmeti veriyorum” diyen bütün kurum ve kişilerin bu yönetmelik hükümlerine uyma zorunluluğu bulunuyor.
Bu yönetmelikte birçok madde var ki, duvarlara asılan 19 maddelik panolarda da yer aldığından her iki tarafça (hekimler ve hastalar) oldukça iyi biliniyor ve uygulanmaya çalışılıyor. Ben bu yazımda o yönetmelik içinde “sessiz sakin” duran, okunurken sessizce geçilen veya üzerinden” uzun atlama” yapılan bir maddeye dikkatleri çekmek istiyorum. Bu madde aslında Yönetmelik ilk çıktığında tartışılmış, başta dönemin meslek örgütü merkez konseyi ve etik kurul üyeleri tarafından olmak üzere pek çok kişi tarafından şiddetle eleştirilmiş, fakat ülkede hâlâ 28 Şubat rüzgârının esintileri devam ediyor olduğundan yasayı çıkartanlar tarafından bile savunulamamış ve unutulmaya terk edilmişti.
Sözünü ettiğim madde “Dini Vecibeleri Yerine Getirebilme ve Dini Hizmetlerden Faydalanma” başlığı altında yer alan Yönetmeliğin 38. Maddesi. -Ben değil-, Madde şöyle diyor: “Sağlık kurum ve kuruluşlarının imkânları ölçüsünde hastalara dini vecibelerini serbestçe yerine getirebilmeleri için gereken tedbirler alınır. Kurum hizmetlerinde aksamalara sebebiyet vermemek, başkalarını rahatsız etmemek ve personelce düzenlenip yürütülen tıbbi tedaviye hiçbir şekilde müdahalede bulunulmamak şartı ile hastalara dini telkinde bulunmak ve onları manevi yönden desteklemek üzere talepleri halinde, dini inançlarına uygun olan din görevlisi davet edilir. Bunun için, sağlık kurum ve kuruluşlarında uygun zaman ve mekân belirlenir. İfadeye muktedir olmayıp da dini inancı bilinen ve kimsesiz olan agoni halindeki hastalar için de, talep şartı aranmaksızın, dini inançlarına uygun olan din görevlisi çağırılır. Bu hakların nasıl ve ne zaman kullanılacağı ve bu konuda alınacak tedbirler, sağlık kuruluşunun çalışma usul ve esaslarını gösteren mevzuatta ayrıca düzenlenir.”
Pek çoğunuz bu maddeden yeni haberdar olduğunuz değil mi? “Hasta Hakları Merkezlerine” her yıl binlerce şikâyet geliyor hiç bu konuda bir şikâyet duydunuz mu? Sanmam. Muhtemelen hastalar böyle bir hakları olduğundan haberdar bile değildir. Bu hakkı teslim etme konusunda, yani kadrolarında görevli din adamları bulundurmak, konusunda gerekli tedbirleri almayan hastanelerin de bu “hak” konusunda hastaları “uyandırmak” işlerine gelmediğinden sessizliğini korumakta. Bir grup hasta hakları savunucusu var ki, bu uygulamayı laiklik ilkesine aykırı bulduğundan bu maddenin varlığına özünde karşılar ve uygulanmasını istemiyorlar.
2005 yılında bir dizi ders ve konferans vermek üzere bulunduğum Amerika’da, “Cleveland Clinic”te de 3 seminer vermem istenmişti. Bu seminerlerden biri “Cleveland Clinic”te kadrolu ve tam zamanlı olarak çalışan din adamlarına yönelikti. Semineri dinlemeye 15 kişi gelmişti. Büyük bir kısmı farklı Hıristiyan mezheplerin din adamları olan dinleyiciler toplam sayılarının 21 olduğunu söylediler. Kendilerinde çağrı cihazı bulunduğunu ve günün 24 saati kliniklerde yatan hastalara dini telkinde bulunmak veya sorularına cevap vermek üzere çağırıldıklarını söylediklerinde, bizim buralarda böyle şeyler olmadığı için oldukça şaşırmıştım. “Cleveland Clinic”in en iyi “müşterilerinin” 1. sırada Suudi Arabistanlılar, 2. sırada Türkler olduğunu bildiğim için 21 kişilik ekipte kaç tane Müslüman din adamı olduğunu sorma gereği duydum. Aldığım cevap şaşırtıcıydı, çünkü hiç Müslüman din adamı yoktu. Sebebini sorduğumda, Müslümanlardan böyle taleplerin nadiren geldiğini, gelen taleplere de semt camiinin imamını çağırarak cevap verdiklerini söylediler.
Demek ki Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 38. Maddesi gereksiz bir madde. Eğer öyle ise uyulmayan, uygulanmayan, varlığı ile yokluğu arasında bir fark bulunmayan bu madde yönetmelikten çıkartılmalıdır. Eğer bu madde kalacaksa, sağlık kurumları hastaları diğer hakları konusunda bilgilendirmeye harcadığı çaba kadar bu hakları konusunda da bilgilendirmek için çaba harcamalı. Yani yatan her hastaya “dini vecibelerini serbestçe yerine getirebilmesi için gereken tedbirlerin alındığı”, “kendilerine dini telkinde bulunmak ve onları manevi yönden desteklemek üzere talepleri halinde, dini inançlarına uygun olan din görevlisinin davet edilebileceği” söylenmeli. Eminim, bu bilgilendirme önemli bir fark yaratacaktır. Çünkü memleketimin hastanelerinde yatan insan profili ile Cleveland’a tedaviye giden insan profili birbirinden büyük farklılık göstermekte. Fakat bu bilgilendirme hastanelere ek bir yük getirirse ona da bir şey diyemem. İşin bu noktaya varabileceğini “Hasta Hakları”nı bu kadar yaymadan önce düşüneceklerdi. Bir hakkı verip, bir hakkı vermemek de olmaz. Yoksa, ben ne anladım bu özde değil sözde hak anlayışından…