Çok kısa bir süre önce bu köşede, “Tehlikenin Farkında mısınız?” başlıklı bir makale yayınlamıştım. Bu yazıda, son yapılan Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) sonucu meslektaşlarımın tercihlerini analiz ederek, komplikasyonları, riskleri ve hekimi mahkemelere sürükleme ve süründürme ihtimalleri yüksek olan ihtisas dallarına rağbetin çok fazla olmadığı gerçeğini vurgulayarak, istikbale yönelik bu uzmanlık alanlarında yaşanabilecek problemlere dikkat çekmiştim.
Müspet ya da menfi içerikli telefon mesajları yanında, gerek elektronik posta adresime ve gerekse bu makale ile ilgili yapılan yorumlar dikkate alındığında, herkesin görmek istediği ve düşünmeyi tercih ettiği açıdan, yazıyı değerlendirerek fikir beyan ettiği anlaşılmaktadır. Bu tür yazılar, genelde atasözleri ve şiirler gibi yazarlarının düşüncelerinden ziyade, okuyanların yorumlamalarına ya da istedikleri gibi anlamalarına bırakılmamış olsa dahi, yine de her makaleyi, her okuyanın istediği gibi okuma, anlama(!) ve yorumlama özgürlüğü(!) vardır.
Bu nedenle, şahsi elektronik posta adresime gelen mesajlar haricindeki yorumları(!), ayrı ayrı dikkate alarak cevaplamayı, hem bilimsel, edebi ve sanatsal kişiliğim hem yetişme tarzım hem de bu köşenin etik, ilkesel, ahlaki, felsefi ve fiziki kuralları sebebi ile düşünmüyorum. Ancak, gerektiğinde, Nef’i, Sümbülzade Vehbi ve Neyzen Tevfik’e rahmet okutturacak, adrese teslim, kişiye özel, mürekkep yerine ateş dolu kalemimden volkan gibi fışkıran manzum cevaplarımın da olduğunu hatırlatmak isterim.
Yine de burada bir hususu açıklamak ve vuzuha kavuşturmak istiyorum. Ben her yazıyı kaleme alırken, okuyucularımın beyinlerinde oluşabilecek muhtemel istifham ve soruları dikkate alarak, “Tehlikenin Farkında mısınız?” isimli yazımda da olduğu gibi, ya satırlar arasında ya da makalelerimi bitirirken, genellikle konu ile ilgili seçtiğim beyit ve rubailerle sonlandırmayı adet edindiğim şiirlerle cevaplamaya veya mesaj vermeye özen gösteririm. Yazılarımda yer almasını tercih ettiğim rubailerin çoğu, yaklaşık kırk beş yıldır kaleme aldığım ve “Suz-i Dilara”, “Aşk”, “Vuslat” ve “Nefes” isimleri ile kitaplaştırdığım eserlerimden alınmıştır.
Kalemimin edebi ve sanatsal kifayetsizliği(!) sebebi ile bazı hususların kaarilerim(!) (okuyucularım) tarafından yanlış anlaşılabileceği açıktır. Nitekim yaklaşık iki yıl önce bu köşede yazdığım yarı mizahi, yarı şaka ve hiciv içerikli, özellikle de, daha o günlerden bugünlere cevap olabilecek nitelikteki, “Edeb Ya Hu!”, “Ah Bu Doktorlar!” ve “Doktor! Ayağa kalk!” adlı üç makalem bazı meslektaşlarım, bazı bilgili-bilgisiz, ilgili-ilgisiz ve yetkili-yetkisiz kişilerce gereğinden fazla ciddiye(!) alınmış, fikir beyan edilmiş, bütün meslektaşlarımızı derinden üzen ve inciten kararlar alınmış, uygulamalar ve düzenlemeler yapılmıştır(!).
Evet… Bitirirken, yazımıza başlık olan sözü açıklamanın tam zamanı…
“Men çe guyem, tamburam çe guyed”.
“Ben ne diyorum, tamburam ne söylüyor”…