“Liyakata bakarak insan terfi ettirmek, atamak, onurlandırmak neden önemlidir, niye gerçekleşemiyor?”, sorusunu cevaplandırmadan önce okurlarımızla anlamına bir göz atalım. Arapça dilinde ‘lyk’ kökünden gelmiş olan liyakat, esasen “1. layık olma, yaraşma, yaraşırlık, yakışma, uygunluk”, “2. yeterlilik, yetenek” olarak tanımlanabilir.
Liyakatli; liyakatli olan, liyakat ehli, iş bilir, değerli.
Liyakat göstermek; bir işte başarı göstermek anlamına gelir.
Liyakat sahibi; bir işin gerçekleştirilmesine elverişli, liyakatli, yetenekli.
Liyakat Ne Demek?
– Bir kişinin, kendine iş verilirken güven duyulmasını elde ettiren kalitesi, o işe yaraşması, değim.
– Yeterlilik.
– Layık olma, uygunluk, yaraşır olma, değim.
Peki niye bu sistem çalışmıyor? Esasen birkaç nedeni var. Birincisi, genel olarak tüm dünyada geçerli olan “konformizmin bozulmasına karşı direnç” önemli bir faktör; yani daha basit bir söylemle, köşe başlarını tutmuş, fazlaca performans gösteremeyen, gösterme kapasitesi de bulunmayan, buna karşılık karar verme aygıtında etkili kişilerin liyakat sistemine uymamaları. Yetenekli, yeterli kişi, sırça köşkteki üst organın rahatını bozabilir, yerinden edebilir kaygısı, çoğu zaman atama sırasında daha az tehlike potansiyeli olan, hatta talimatları sorgusuz bir şekilde yerine getirecek adayların tercih edilmesine yol açmaktadır. Dediğim gibi, bu genel olarak tüm dünyada az ya da çok geçerli bir durumdur. Gelişmiş ile gelişmeye karşı direnen ülkeler arasındaki fark, gelişmiş ülkelerde o karar verici noktalara tamamen boş çuval kişilerin pek gelemiyor olması, çıtanın da haliyle biraz daha yüksekte olması nedeniyle yöneticinin kendini o kadar çabuk tehdit altında görmemesi ve nispeten kaliteli birine yakınında tahammül edebilmesidir. Türkiye üzerine odaklandığımızda, bu şahsi değerlendirme kriterlerini devre dışı bırakan KPDS, LYS, TUS, DUS gibi merkezi sınavlar olumlu karşılanmalıdır, kanımca. İnsanları ezbere yönlendirmesi, soru kalitesinin çok önem taşıması gibi handikaplarına rağmen, torpile yatkın ülkeler için esasen çok iyi bir sistem olarak kabul edilmelidir. Bu sınavın tamamen objektif olabilmesi için, sonuçlara itirazı, keyfi değerlendirmeyi engellemek için, çoktan seçmeli veya boşluk doldurma esasına dayalı olması çok önemlidir. Doğal olarak sınavı değerlendirme aşaması da insan etkisinden uzak, dijital olmalıdır. Bu sisteme olan inancı yıpratmamak için, tabii ki soruların / cevapların el altından torpil yapılacak iltimaslı kişilerin eline geçmesi çok ciddi şekilde önlenmelidir, o konu ayrı. Ama merkezi sınav sistemleri bizim tarzımız ülkeler için oldukça önemli torpilsavar etkiye sahip birer araçtır, kabul edelim.
Diş hekimliğinin özelinde ele alındığında, halen sırça köşktekilerin elinde keyfi eleme / engelleme mekanizmaları bulunmaktadır: Kürsüye asistan alımı, yeterlilik sınavı, doçentlik sınavı gibi. Esasen genel işleyişin düzelmesi için, empati ve hakkaniyet kavramları özümsenene ve kurumsal hale gelene kadar sınavları, derecelendirmeleri, atamaları merkezi bir şekilde yürütmek en iyisi gibi görünüyor. Bu merkezi sınav yöntemi sayesinde ülkemizde kök salmış başka önemli bir liyakat engeli de aşılabilir diye düşünüyorum: Seçim yaparken başlıca kriter olarak partizanlık, yani belli bir siyasi görüşe endekslemenin önüne geçilebilir. Bahsettiğim şekilde insanlar, hak ettikleri zaman rahatlıkla istedikleri alanda eğitim almaya devam edebilecekler, uzmanlaşabilecekler ve keyfi biçimde yeterlilik sınavı ile elenme endişesinden uzak kendilerini geliştirebileceklerdir.
Doçentlik sınavının da, günümüzde uygulandığı alaturka şekli ile yeterlilik sınavı formatından çıkarılarak medeni ülkelerdeki örnekleri gibi bazı evrensel kriterlerin değerlendirildiği bir dosya değerlendirilmesi / savunması ve deneme dersi anlatımı gibi hem adayın hem de müessesenin itibarını arttıracak bir şekle sokularak uygulandığında daha iyi sonuçlar vereceği kanaatindeyim.
Ayrı felsefi bir tartışmanın konusu olmasına rağmen, gerek liyakat konusu ile kesişen yönleri olması nedeniyle, gerekse yukarıda savunduğum fikirleri desteklemek için bir soru sormak istiyorum: Türkiye’de doçent ve profesör olma kriterlerini beğeniyor musunuz? Bu unvanları alan kişilerin bunları hak ederek elde ettiklerini düşünüyor musunuz? Bu kadar çok profesör ve doçent gerekli mi? Bu kadar öğretim üyesi olması bizi medeni ülkelerle bilim yarışında öne taşıyor mu? Bu kadar öğretim üyesi bulunması Türk öğrencisini Çinli, Avrupalı, Kuzey Amerikalı öğrencilerin önüne geçiriyor mu? Korkarım bu soruların cevaplarının hepsi hayır olduğuna göre, herkesin şapkasını önüne koyarak nasıl düzeltiriz konusuna kafa yorması gerekiyor.
Çözüm, liyakat! Kişi liyakatli olmak için gayret edecek, sistem de onu liyakatine göre değerlendirip hakkını verecek! Yoksa böyle devam…
Herkese mutlu, sağlıklı, başarılı bir 2021 diliyorum.
Saygılarımla.
2 yorum
Merhaba hocam. Ben Hatice Kalkan sizi buldum inşallah. Nasılsınız? Türkiye’ye ne zaman geleceksiniz?
Merhabalar, eksik olmayın, nasıl yardımcı olabilirim?