Toplumların yükselişinde ve çöküşünde belirleyici olan temel unsurlardan biri liyakattir. Bir toplumu güçlü ve adil kılan şey, sorumlulukların ehil kişilere verilmesidir. Kur’an-ı Kerim, bu konuda açık bir çağrıda bulunur: “Şüphesiz Allah, size emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder…” (Nisa, 4/58). Bu ilahi mesaj, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde adaletin sağlanması için temel bir ilkedir.
Kur’an’ın bu çağrısı, sadece yöneticileri değil, toplumun her kesimini ilgilendiren bir ilkeye işaret eder. Aileden devlet yönetimine kadar her alanda liyakatli kişilerin sorumluluk üstlenmesi, huzur ve istikrarın teminatıdır. Bu ilke ihmal edildiğinde, toplumsal yapıda bozulmalar başlar ve güven sarsılır. Dolayısıyla, Kur’an’ın emaneti ehline verme çağrısı, sadece bir ahlaki öğüt değil, aynı zamanda sosyal düzenin korunması adına kritik bir gerekliliktir.
Liyakat, Emanetin Bir Gereğidir
Kur’an’da emanet kavramı, sadece maddi anlamda bir eşyanın korunması değil, aynı zamanda görev ve sorumlulukların ehline verilmesi anlamına da gelir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Bir iş, ehil olmayana verilirse kıyameti bekleyin!” (Buhârî, İlim, 2) buyurarak liyakatsizliğin yol açacağı yıkımı açıkça ifade etmiştir. Bu hadis, bir toplumun çöküşünün liyakat ilkesine aykırı hareket etmekten kaynaklanacağını göstermektedir.
Liyakat, sadece yöneticilerin değil, toplumun her bireyinin sorumluluklarında dikkat etmesi gereken bir ilkedir. Bir doktorun, öğretmenin, esnafın ve hatta bir ailenin reisi olan ebeveynlerin bile işlerini ehil bir şekilde yapmaları toplumsal düzenin bir gereğidir. Görevler ehil insanlara verilmediğinde, bireysel hatalar birikerek büyük çaplı krizlere dönüşebilir. Bu yüzden liyakat, hem bireysel hem de toplumsal emaneti korumanın temel şartıdır.
Hz. Peygamber’in Liyakat Hassasiyeti
Hz. Muhammed (s.a.v.), İslam toplumunu inşa ederken yöneticilerini ve görevlilerini seçerken liyakati esas almıştır. Örneğin, Mekke’nin fethi sonrası Kâbe’nin anahtarlarını, daha önce bu görevi üstlenen Osman bin Talha’ya iade etmiştir. Hz. Peygamber, geçmişte müşrik olmasına rağmen onun bu görevi layıkıyla yerine getirdiğini görmüş ve adalet gereği emaneti ona vermiştir. Bu tutum, liyakat esaslı bir yönetimin en güzel örneklerinden biridir.
Bununla birlikte, Peygamberimiz’in (s.a.v.) liyakat konusundaki hassasiyeti sadece yöneticilerle sınırlı değildir. O, günlük hayatta bile ehliyet sahibi olmayan kişilere sorumluluk verilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Örneğin, bir savaş sırasında yetkin olmayan bir kişinin komutan yapılması, ordunun mağlubiyetine neden olabilir. Bu bilinçle hareket eden Hz. Peygamber, her zaman işin ehline verilmesi konusunda özen göstermiştir.
Liyakatsizliğin Tarihte ve Günümüzde Sonuçları
Tarih boyunca liyakat ilkesinin göz ardı edilmesi, büyük medeniyetlerin zayıflamasına ve yıkılmasına yol açmıştır. Emeviler döneminde liyakate değil, soy bağına dayalı görevlendirmelerin artması, devlet içinde huzursuzluklara neden olmuş ve toplumun adalet duygusunu zedelemiştir. Benzer şekilde Osmanlı Devleti’nde devşirme sistemiyle yetiştirilen liyakatli yöneticilerin yerine, saray içi entrikalarla makama gelenlerin çoğalması, devletin zayıflamasına neden olmuştur.
Günümüzde de liyakatsiz kişilerin önemli görevlere getirilmesi, kurumların etkinliğini kaybetmesine ve toplumsal huzursuzluğun artmasına neden olmaktadır. Yönetimde, eğitimde, ekonomide ve diğer tüm alanlarda ehil kişilerin yerine, sadece sadakat bağıyla atamaların yapılması, toplumsal yapının çürümesine yol açmaktadır. Bu durum, bireylerin devlete ve kurumlara olan güvenini zayıflatarak toplumsal birlikteliği tehlikeye atmaktadır.
Liyakatsiz atamaların doğurduğu en büyük sonuçlardan biri de ekonomik ve bilimsel ilerlemenin sekteye uğramasıdır. Bilgi ve yetkinlikten yoksun kişilerin stratejik pozisyonlarda yer alması, yeni fikirlerin ve gelişmelerin önünü keser. Tarihte olduğu gibi günümüzde de liyakat ilkesine uyulmaması, devletlerin ekonomik çöküşüne ve sosyal huzursuzlukların artmasına yol açmaktadır.
Çözüm: Liyakati Teşvik Eden Bir Sistem Kurmak
Kur’an’ın bu önemli çağrısı, her dönemde geçerliliğini koruyan evrensel bir ilkedir. Bir toplumun refahı ve güvenliği, ancak ehil insanların yönetimde söz sahibi olmasıyla mümkündür. Bunun için:
- Eğitim sisteminde bilgi, beceri ve ahlakı merkeze alan bir liyakat anlayışı oluşturulmalıdır.
- Kamu görevlerinde şeffaf ve adil seçim süreçleri işletilmelidir.
- Ahlaki değerler güçlendirilerek, bireylerde adalet ve emanet bilinci artırılmalıdır.
Bu adımlar, sadece devlet yönetimi açısından değil, bireysel ve kurumsal bazda da hayata geçirilmelidir. Bir şirketin, bir okulun ya da bir ailenin başarıya ulaşabilmesi için liyakat ilkesine uygun hareket etmesi gerekir. Küçük ölçekteki liyakat eksiklikleri bile zamanla büyük çaplı krizlere yol açabilir. Bu yüzden, liyakati teşvik eden bir sistem oluşturmak, geleceğin sağlam temeller üzerine inşa edilmesini sağlayacaktır.
Kur’an’ın öğütlediği liyakat anlayışı, sadece devlet yönetiminde değil, aile, iş hayatı ve sosyal ilişkilerde de temel bir prensip olmalıdır. Emaneti ehline vermek, sadece bir ahlaki sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal huzur ve güvenliğin teminatıdır. Bu çağrıya kulak vermek, güçlü ve adil bir gelecek inşa etmenin anahtarıdır.