“Balık baştan kokar.”
“Balık kokarsa tuz var. Ya tuz kokarsa?”
“Zulüm ile abat olanın ahiri berbat olur.”
“Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.”
“Adalet için en büyük talihsizlik, devleti idare edenin zalimliğidir.”
“Adalet mülkün temelidir.”
Yukarıdaki deyişlerin ne yazının başlığı ne de bu hafta ele alacağım konu ile bir ilgisi var. Ülke gündemi –nedendir bilmem- bana bu sözleri çağrıştırdı. Malumunuz, yukarıda ‘balık’ ve ‘tuz’ metaforik (mecazi) anlamda kullanılmakta. Yoksa, muhtemel çağrışım yaptığı kişi ve kurumların ‘balık’ veya ‘tuz’ ile hiçbir ilgisi bulunmamakta. Ayrıca ‘zulüm’ de, ‘haksızlık’tan farklı ve aşkın bir anlam yükünde kullanılmış. Adamın biri size durduk yere bir tokat atarsa ‘haksızlık’ yapmış olur. Eğer hem tokat atar hem de “İmdat! Adam dövüyorlar!” diye bağırırsa o zaman size ‘zulüm’ yapmış olur. Ve de, Hz. Ali’nin dediği gibi: “Zalime gelip çatan adalet günü, mazlumun uğradığı cevir ve cefa mihnetinden çetindir. Şiddet son dereceyi buldu mu ferahlık gelir çatar. Bela halkaları tam daraldı mı genişlik yüz gösterir.”
Gelelim bu hafta konu etmek istediğim, 6023 sayılı ‘Türk Tabipleri Birliği Yasası’nın 59/g maddesine dayanılarak hazırlanan ve amacı hekimlerin, mesleklerini yerine getirirken uymaları zorunlu olan meslek etiği kurallarını belirlemek olarak tanımlanan, Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nda önemle vurgulanan ‘Konsültasyon’ -veya sonradan ‘türetildiği’ şekli ile ‘Danışım’- kavramına. Hemen açıklamak isterim; ‘Türetildiği’ diyorum çünkü, kırk yıldır kullanılan ve artık herkes tarafından kabullenilmiş kelimelerin yerine ‘lüzumsuz ulusalcılık’ yapıp yeni kelimeler bulunmasını ‘gereksizlik’ olarak görüyorum. Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğü’nün “Bir hastalığa birkaç hekimin teşhis koyması işi” olarak tanımladığı ‘konsültasyon’u sen ne diye TDK Sözlüğü de dâhil hiçbir Türkçe sözlükte yer almayan ve herkesin farklı anlam yüklediği ‘danışım’ kelimesi ile değiştirmeye kalkarsın ki? ‘Danışma’ dense anlaşılacak. Ama illa ki ‘türetilen’ kelime “-” ile bitecek ya -stem, izlem, onam, vs. de olduğu gibi-. Daha önce de yazmıştım; bazıları “kuyuya taş atmayı” pek seviyor. İster “onam” verin, isterseniz vermeyin.
Bilindiği üzere, konsültasyon icra-i tababetin en temel unsurlarındandır. Hele ki hastalıklar ve tedavilerin çeşitliliğinin günden güne fazlalaştığı, uzmanlaşmanın ve hastalara bütüncül yaklaşımın ise günden güne azaldığı bugünlerde. Hekimler kendi kliniklerinde yatan, fakat kendilerinin uzman olduğu alan dışında bir sağlık sorunu olduğunu düşündükleri hastaları ilgili alanın uzmanı olan bir meslektaşına yönlendirir ve onların görüşlerini alır. Konsültasyon denilen bu süreçte dikkat edilmesi gereken inceliklere ve uyulması gereken kurallara Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları arasında oldukça açık ve güzel şekilde yer verilmiş. Ancak, elimizdeki bu metinde ve ülkemizdeki diğer pek çok kanun, yasa ve yönetmelikte olduğu gibi teorideki güzellik maalesef çoğu zaman pratiğe yansımamakta.
Söz konusu metnin 19. maddesinin “Danışım ve ekip çalışması sürecinin düzenli işleyebilmesi ve bir hekim hakkı olarak yaşama geçirilebilmesi için;….” diye başlaması konsültasyonun bir ‘hekim hakkı’ olarak algılanmasına neden olsa da, maddenin ilerleyen kısımları bunun aslında bir ‘hekim ödevi’ ve ‘hasta hakkı’ olarak anlaşılması gerektiğini ortaya koymakta. Gözlemlerimden ve sağlık çalışanı olmayan çevremden edindiğim izlenim konsültasyon sürecinin, özellikle de üniversite ve eğitim hastanelerinde hiç de ortaya koyulan kurallara uygun işlemediği yönünde olduğundan, pek çok hekimin belki de bugüne kadar ilk defa görmüş olacağı metnin bu kısmının yeniden hatırlatılmasının yararlı olacağını düşündüm.
Bakın TTB Hekimlik Meslek Etiği Kuralları konsültasyon işlemi için ne diyor.
“a)Hasta izlemi sırasında, değişik uzmanlık alanlarının görüş ve uygulamalarına gereksinim doğduğunda, tedaviyi yürüten hekim durumu hasta ve/veya yakınlarına bildirmelidir.”
Yani, “Hemşerim al şu kağıdı. Falanca bölümdeki Dr. Filanca seni bekliyor. Bu kağıdı ona ver, seni muayene edecek” dememek lazım. Hastanın kafasında pek çok soru işareti ve şüphe oluşturmamak gerekiyor.
“Konsültasyonu hastanın tedaviyi yürüten hekimi yazılı olarak ister. Yazılı istemde hastanın özellikleri, konsültasyon isteğinin nedenleri açık ve anlaşılır biçimde belirtilir.”
“b)Konsültasyon sürecinde konsültan hekim de, hastanın sürekli hekimi gibi hastadan sorumludur.”
Yani, konsültasyonları ve konsültasyon için gelen hastaları birer angarya ve ekstra iş gibi görmemek gerekiyor.
“c)Konsültan hekim, alanında bilimsel ve teknik bilgiye sahip olmalıdır.”
Bu metnin adının Türk Tabipleri Birliği Tıp Meslek Etiği Tüzüğü olduğu zamanlarda, yani metnin 30 Nisan 2007 tarihindeki son güncellenmesinden önce, bu madde “Konsültan hekim, alanında bilimsel ve teknik bilgiye sahip, uzman olmalıdır.” şeklindeydi. Muhtemelen ‘ülke gerçekleri’ ve üniversite ile eğitim hastanelerinin ‘durumu’ göz önünde bulundurularak ‘uzman’ ifadesi çıkarılmış. Böylece, konsültasyonların ‘bilimsel ve teknik bilgiye sahip’ asistanlar -yani uzmanlık ‘öğrencileri’- tarafından yapılmasının yasal kılıfı da hazırlamış. Tabii bu durum halen var olan ‘etik’ ve ‘bilimsel’ kaygıları ortadan kaldırabilmiş değil.
“d)Konsültasyon sonucunda, konsültasyonun gerekçesi ve sonuçları, açık ve anlaşılır biçimde bir tutanak ile belgelenir.”
Demek isteniyor ki; konsültasyon istenirken veya sonuç bildirilirken çala kalem ‘doktor yazısı’ (yoksa ‘alın yazısı’ mı demeli?) ile bir şeyler çiziktirmek olmaz. Ne istediğini de, ne düşündüğünü de, ne bulduğunu da “açık ve anlaşılır biçimde” yazmak münasiptir.
“e)Konsültasyonun sonuçlarından hastalar da yeterli ölçüde bilgilendirilir.”
Yani, hasta kendisinin kime ve niye gönderildiğini bilmesi gerektiği gibi, yapılan “danışım” sonrasında ne sonuca varıldığını da bilmeli. Metinde bu bilgilendirmenin kimin tarafından yapılacağı ve “yeterli ölçüde” derken neyin kastedildiği açık olmasa da, kanaatime göre bilgilendirmenin “tedaviyi yürüten hekim” tarafından yapılacağını, “yeterli ölçüde”yi de, “hastanın kafasında her hangi bir soru işareti bırakmayacak şekilde” diye anlamak uygun olabilir.
“f)Konsültasyonun sonucunda hastanın tedaviyi yürüten hekimi ile konsültan hekimin görüş ve kanaatleri arasında fark olur ve hasta konsültan hekimin önerilerini kabul ederse, hastanın tedaviyi yürüten hekimi tedaviyi bırakabilir.”
İşte burası hasta hakkı yanında “hekim hakkı” da içermekte. Metnin daha önceki halinde bir miktar farklı olan bu kısım [“Konsültasyonun sonucunda hastanın sürekli hekimi tedaviyi bir başka hekime devredebilir.”] daha bir ‘hasta merkezli’ hale getirilmiş.
“g)Konsültasyon istenen hekim davete uymak zorundadır.”
Daha önceki metinde olmayan ve muhtemelen konsültasyonları ve konsültasyon için gelen hastaları, yukarıda bahsettiğim gibi, birer angarya ve ekstra iş olarak gören meslektaşlar yüzünden bu ek madde ilave edilmiş. İyi de olmuş. Ama acaba “davete uymak” yeterli mi? Yeterli olmadığını pek çok uygulama ortaya koyuyor. Zaten ben de bu yazıyı bunun için yazdım…