2017 yılında İstanbul’da bir kongreye katılmıştım. Sunumdan sonra birkaç hocayla ayaküstü sohbet ettik. Bir hocamız 2005 yılında Almanya’ya bir sempozyuma katılma üzere gittiğinden bahsetti. Başka bir ülkeden gelen akademisyenlerden biri kendisine “Büyük göçe hazır mısınız?” diye sormuş. Şaşırdığını, ne göçünden bahsediyor diye düşünse de bozuntuya vermemek için hazırlıklı olduğumuzu söylemiş. Hocamız 2011 yılında Suriye iç savaşı başladığında o akademisyenin ne demek istediğini anlamış ancak hiç hazır olmadığımız da ortaya çıktı. Günü kurtarmaya çalıştık, göçü gelişi güzel kabul ettik. Göç başladıktan bir iki yıl sonra bazı tedbirleri almaya başladık.
6 Şubat’ta asrın felaketini yaşadık. Binlerce insanımızı kaybettik. Depremlerin etkisini azaltmak acil olarak yapılacak bir şey değildir. İmar planından başlayan süreç denetimle sürdürülmeli sonraki tadilatlar da titizlikle takip edilmelidir. Bunlar yapılmadığı zaman bu tür felaketlerin yıkıcılığı daha yüksek olmaktadır. Bu depremde de anladık ki, aslında depreme hazırlıklı değiliz. Böyle bir felakette insanlar için çadırlar nerede kurulacak, geçici yerler neresi olacak gibi her türlü olasılık göz önünde bulundurulmalıdır. Ben de depremi yaşayan insanlardan biriyim. Ne yapacağımızı bilmez bir hâlde ortalıkta dolandık. Yine biz şanslıydık, üniversitenin kampüsünde kalmaya başladık. Bulunduğum şehirde koyteynerlerin konulacağı yerler aranmaya başlandı. Üniversitenin bir kampüsüne el konularak konteyner kent yapıldı. Olağanüstü hâl ilan edildiği için de itirazı kabul etmediler. Neticede tarım arazine yığınlarca beton döküp koytenerleri yerleştirdiler. Sonra sayıyı tam bilmemekle beraber 100 ile 200 arasında konteyner getirildi. Maalesef %10’nu bile depremzedeler tarafından kullanılmadı. Bir taraftan insanlar kalacak yer bulamazken yüzlerce konteynerin boş durmasına mı üzüleyim, kampüs arazisinin heder edilesine mi yoksa milyonlarca paranın heba olmasına mı?
Meselenin diğer bir yüzü ise tedbirleri felaketleri yaşadıktan sonra hatırlamamızdır. Bir yerde yangın çıkar hemen aklımıza yangın merdiveni gelir. Mersin’de kaldığım evin yangın merdiveni hırsızlar girmesin diye kilitliydi. Yangı merdivenine çıkan kapılar da kapalı olup anahtarı yoktu. Maalesef birçok resmi ve özel binanın durumu böyledir. Bir binada yangın felaketi yaşanır yangın merdiven, tüpler ve yangına müdahale yöntemleri aklımıza gelir. Ama bir ay sonra her şey unutulur ve bir şey olmaz havasına gireriz.
Son günlerde gündeme gelen sığınak meselesine değinmekte fayda var. İçinde yaşadığımız coğrafya savaşların eksik olmadığı bir alandır. Bazı devletlerle olası çatışmamız gündeme geldiği bu günler sığınak inşaası dillendirilmeye başlandı. Çok geç kalınmış bir karar diye düşünüyorum. Aslında bina veya sitelerimizin birçoğunda sığınak olarak bırakılan boş bir alan mevcuttur. Ancak bunun çoğunlukla göstermelik olduğu inşaat için şartları tamamlamak için ve işlevi olmayan bir yer olduğunu biliyoruz. Hatta günümüze bu tür sığınakların kullanılması daha tehlikedir.
Aslında acil durumlar için sık sık tatbikat yaparız. Örneğin acil bir durumda okulda öğrencilerin tahliyesi için tatbikat yapılır. Her ne hikmetse öğrencilerin normal zamanlardaki çıkışları tatbikat amaçlı okulu tahliyesinden daha hızlı olmaktadır.
Sonuç olarak biz acil durumlara hazırlıklı değiliz. Felaketler kapımıza geldiğinde onula gelişi güzel mücadele ediyoruz. Bir şey olmaz mantığıyla hareket ettiğimiz için alınan tedbirler de göstermelik oluyor. Felaketler hazırlıklı olmak geniş bir vizyon gerektirmektedir. Ancak biz toplum olarak günü yaşamaya ve günü kurtarmaya çalışmaktayız.
Saygılarımla.