Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek zorundadır.
Bugün yarına, dünle beslenerek yol alır.
Bertolt Brecht
Medimagazin’in internet sayfasında yer alan “Doktorların kadın sünneti yapması yasaklandı” haberi beni bundan 12 yıl öncesine geri götürdü. Hatıramı nakletmeden önce okumayanlar için haberi hatırlatayım. “Endonezya hükümeti, doktorlar ve diğer sağlık görevlilerinin kadın sünneti yapmasını yasaklamış. Sağlık Bakanlığı yetkilileri, sadece fiziksel tahribata yol açmayan sembolik kadın sünnetine izin verileceğini bildirmişler. Kadın dış genital organlarının kesilmesine izin verilmeyeceğini belirten yetkililer, bunun kadınların üreme haklarının ihlali olduğunu ve organlara zarar verdiğini söylemişler. Kültürel bir uygulama olan kadın sünnetinin Endonezya’da hayli yaygın olduğunu bildiren haber, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, her yıl 2 milyon kız çocuğu sünnet riskiyle karşı karşıya bulunduğunu bildirmiş. Habere göre kadın sünneti, evlilik öncesinde “bekareti ve namusu korumak”, evlilikte de “sadakati” korumak gerekçeleriyle yapılıyormuş.” Bilindiği üzere en çok Senegal’dan Somali’ye, Mısır’dan Tanzanya’ya kadar pek çok Afrika Ülkesi, bazı Arap ülkeleri ile Güney Amerika ve Uzak Doğu ülkelerinden bazılarında uygulanan kadın sünneti yaklaşık 2000 yıldır, bazen dini bazen de kültürel nedenlerle yapılmakta. [Detaylı bilgi için: http://en.wikipedia.org/wiki/female_circumcision] Başta Dünya Sağlık Teşkilatı (DST) olmak üzere pek çok uluslararası dernek ve kuruluş tarafından yasaklanması için mücadele verilen bu ‘tıbbi’ uygulama, hala dünyanın pek çok ülkesinde yaygın olarak uygulanıyor.
Sene 1995, yer; Manchester Üniversitesi. Prof. John Harris’in ‘Biyoetik’ doktora dersindeyiz. Konu “Genital Mutilation”, yani ‘Genital Organların Tahribatı’. Bunun etik boyutun tartışılacağı derste, ‘bizim sünnet’e laf edeceklerini tahmin etmek çok zor değil. Ders başlıyor ve tahmin ettiğim üzere Harris sünnetten (circumcision) bahsediyor. Fakat o an için anlayamadığım circumcision kelimesinin önüne eklediği male (erkek için olan) kelimesiydi. Bu işin ‘female’i (kadın için olan) mi vardı ki? Bunun ‘teknik’ bir tanımlama olduğunu düşünerek fazla önemsememiştim. Erkek sünnetinin ne kadar çok etik sorunlar içerdiği, Yahudi ve Müslümanların parmak kadar çocuklara ne kadar büyük ‘kötülük’ yaptığı, ıngiltere’de erkek sünnetinin son 40 yılda ne kadar azaldığı gibi pek çok görüşü dinledikten ve ‘ikna olduktan’ sonra, Yahudilerin de sünnet olmasının biz Müslümanlar için ne büyük bir ‘şans’ olduğunu düşünmeden edemedim. Aksi takdirde bu uluslararası camia BM, DST, UNICEF, AıHM, ınsan Hakları Örgütü ve bilumum teşkilatları ile üstümüze gelir, bu ‘barbarca’ işlemi, en azından kendi sınırları içinde, yasaklarlardı. Derken, aynı zamanda doktora hocam olan John Haris bana, “aramızda Müslüman olan bir tek Şahin var. Sen bize anlat bakalım bu deneyimi” demez mi. Tabii fazla detaya girmedim. Doktoraya yeni başlamanın verdiği deneyimsizlik ve ıngilizce’min henüz ‘cerbeze’ yapmaktaki yetersizliğinden dolayı kestirmeden bir şeyler söyledim. Daha sonra John’un inanç olarak Ateist olsa da ırk olarak Yahudi olduğunu öğrendiğimde, keşke “önce sen anlatsana” demediğime pişman oldum. Ama desem de anlatamazdı herhalde, zira bu operasyon Yahudilere yaşamının ilk günlerinde yapılmakta. Hem onlarda bizdeki gibi ‘sünnet düğünü’ de yok!
Bir süre sonra tartışma female circumcision (kadın sünneti)’a döndü. Kulaklarıma inanamıyor, “yanlış anlıyorum herhalde” diyordum. Ama resmen kadın sünnetinden bahsediliyordu ve bunun yaygın olarak Müslüman ülkelerde uygulandığı söyleniyordu. Müslüman bir ülkeden geliyordum, tıp doktoruydum, az çok okuyan biriydim, ülkemdeki geleneksel ve kültürel olaylara ilgiliydim, ama o güne kadar kadın sünneti diye bir şey duymamıştım. Zira, bir süre sonra nazarlar bana dönüp de ben, “O ne ki? ılk defa duyuyorum.” dediğimde kimse bana inanmadı. Meğer bu konu Batı da, özellikle de Müslüman nüfusa sahip ülkelerde hararetli bir tartışma konusuymuş. Uygulama konusunda biraz bilgi sahibi olduğunuzda, ‘Genital Organların Tahribatı’ başlığı altında ele alınmasını anladığınız ve konunun Batı’da infial uyandırmasına hak verdiğiniz bu uygulama hakkında bilgi sahibi olmamama gerçekten şaşırmıştım. Başta hekim olan eşim olmak üzere çevremdeki pek çok Türk arkadaşıma sorduğumda onların da ilk defa duyduklarını gördüm. Oysa Orta Doğu ve Afrika’daki Müslüman ülkelerden gelen arkadaşlarım bundan haberdardı ve kadın sünnetinin ülkelerinde yapıldığını söylüyordu. Ülkelerindeki insanların, özellikle de kadınların/annelerin, devletlerinin, biraz da uluslararası baskılarla yasakladığı bu uygulamaya aslında karşı olduğunu fakat toplumsal baskıdan dolayı devam ettiklerini söyledi. ıfade ettiklerine göre, en azından toplumun belli bir sosyal kesiminde sünnetsiz olan kızlar evlenemiyormuş.
Bu deneyimin bana öğrettiği iki şey oldu.
Birincisi; bir ülkenin kültürünü ve toplumsal değer yargılarını bilmeden uygulanacak uluslararası baskıların ve yasaklamaların yeni toplumsal sorunlara yol açabileceği. Zira, özellikle Mısır’da bu böyle olmuş. Türkiye’den sonra en fazla Batı dünyası ile uyumlu olma çabası içindeki Müslüman ülke Mısır’da devlet, yasalarla kadın sünneti yapmayı da yaptırmayı da suç saymış. Fakat, hem bu uygulamanın gerekliliğine inanan milyonlar, hem de buna ruhsat veren din adamlarının varlığı yöneticileri sıkıntıya sokmuş. Hatta bu durum, arka sokaklarda yapılan kadın sünneti ve buna bağlı komplikasyonların artmasına neden olmuş. Şimdi Mısır ve diğer ülke yöneticileri, halkın ve din adamlarının Hz. Muhammed’in bir sözüne dayandırdıkları, fakat aslında ıslam’ın gelişinden daha öncelere dayanan ve kadimden beri var olan kadını baskı altında tutma yöntemlerinden biri olan bu batıl inanç ile mücadele etmekte.
İkincisi: Selçuklu ve Osmanlı’dan devraldığı miras ile ıslam dininin gereklerinin hassasiyet ile yaşandığı bu topraklarda, bu uygulamanın hiç itibar görmemesinin, ülkemizde gerek Kur’an ayetlerinin gerekse Hz. Peygamberin sözlerinin yorumlanırken ne kadar titiz davranıldığı. Hz. Peygamberin zayıf bir kaynaktan rivayet edilen bu Hadis’i, Osmanlı döneminde yaşamış hiçbir ıslam alimi dikkate almamış. Uygulamanın insanilik ve sıhhat boyutu da değerlendirilerek kadın sünneti reddedilmiş. Bu da, Anadolu’nun dini anlama ve yorumlamada böyle alimlere sahip olmakla ne kadar şanslı olduğunu göstermekteydi.
Son olarak; geç bir Ramazan ve erken bir Bayram kutlaması. Tüm sağlık camiasının Mübarek Ramazan ayı ve Şeker Bayramı kutlu olsun…