YÖK’ün “rotasyon” kararı ile ilgili yazı yazmak gibi bir niyetim yoktu. Çok insan yazdı, çizdi. Herkes galeyana geldi, tabip odaları davalar açmaya yöneldi. Tüm bunları memnuniyetle izlemekteyim. Başımıza bir iş gelince ne de güzel hak arayışını başlatıp ses çıkarabiliyoruz. Çok sevdim bu durumu. Bu kadar sevmişken de yazmadan edemedim!
Haydi gelin açık açık konuşalım. Var mısınız? Yıllardır bazılarımız “YÖK yasası yanlış, 2547 antidemokratik ve fazla otoriter bir yasadır.” dediğimizde pek çok akademisyen aynı fikirde değildi. Rotasyonla ilgili yasa maddesi çeyrek yüzyıldan uzunca bir süredir orada duruyordu. Birileri el altında bulunduruyordu “Ya lazım olursa?” İşte o gün bugün oldu! “Bana birşey olmaz, nasılsa benim tuzum kuru!” mantığı ile bugünlere geldik. Yüksek öğretim stratejik planı Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in başkanlığı sürecinde hazırlandı. Çok tartışıldı mı, ben pek hatırlamıyorum. Kim okuyacak ki o kocaman kitabı? O stratejik planda çok önemli görüşler vardı gelecek için. Türkiye’yi dönüştürecek bir süreci başlatabilirdi.
Mevcut YÖK yasası, benim akademik ve demokrasi anlayışım çerçevesince yanlıştır. Bunu asla çekinmeden söylerim ve gerekçelerimi de isteyenle, istediği şekilde tartışırım. Yanlış bir veya iki değil ki! Her yere üniversite açıldı. Tabii bunlar üniversite midir, başka birşey midir bunu bilmiyorum. Ayrıca tüm üniversitelerin hangisi üniversite olma niteliğindedir? Öğretim üyesinin düşünemediği, düşündüğünü ifade edemediği bir ortam üniversite olur mu? Öğretim üyesi yetiştiremedik yıllarca. Hem nitelik hem nicelik sorunumuz var.
Bir anabilim dalında 40-60 öğretim üyesi varken, kaçımız sorduk:
* “Bu insanların emeklilik, sağlık primlerini kim öder?”
* “Bu kadar insana ihtiyaç var mı?”
* “Kaç hoca tam günlü?”
* “Gerçekten kuruma katkıları var mı? ”
*“Bu unvanlar orada burada kullanılmak için mi alınıyor?”
Demek ki çok sorun var, bence sorunlar yumağı da… Bir yerden başlamak lazım çözmeye. Öğretim üyesine hareketlilik kazandırmak belki bir yol olabilir. Bunu doğru dürüst tartışmak gerek. Gerçekten bu insanlar oralarda yararlı olacak mı? Yoksa insanları evlerinden barklarından edip, şevklerini daha da kıracak mısınız? Ev deyince hatırladım! Nerde kalacak öğretim üyesi? Lojman hazırladınız mı? Ek para verecek misiniz? Kentler dönüşsün, gelişsin diye üniversite açıyorsanız, ülke kalkınsın, ileri gitsin, medeni olsun falan gibi ulvi gerekçeler varsa bu işlerin ardında, yine de insanları mağdur etmeyin. Ama bir anabilim dalına da yüksek sayılarda öğretim üyesi istiflemeyin.
Diğer bir sorun da, üniversitelerde rotasyona gitmeden aşama yapamayacağı kanısına kapılan bazı doçentlerin, vakıf üniversitelerine profesörlük dosyası vermeleri. Soruyorum, bu insanlar orada burada profesör olur da, bu unvanları kullanırlarsa? Yine fırsat eşitsizlikleri, yine haksızlıklar mı olacak? Hep yapıldığı gibi! Anlamıyorum bu unvanların bu kadar ulu orta kullanılmasını. Bunu da çözün bari başlamışken!
Üniversitelere yeni bir düzen getirilmesi şüphesiz ki gerekli. Ama buna başlamadan önce “Nasıl bir üniversite?” sorusuna yanıt bulalım. Sonra da başlayalım baştan yapılandırmaya. Kimlere elveda demek gerekiyor, kimleri nereye göndereceğiz, kimler hangi işlere bakacak? Hizmet mi verecek, öğrenci mi yetiştirecek, araştırma mı yapacak? Bunları üniversitelerin kendisi planlamalı bence. Özgürce ve dürüstçe. Elbette adilce! Böyle bir kültürden mi geliyoruz? Yine gemisini kurtaran kaptan mı? Eğer biz doğruları görmezden gelir ve gerçeklerden kaçmaya devam edersek, birileri doğru sandıklarını bize yaptırırlar.
“Bir kişi şu iki şeyden birine sahip olmalıdır: Ya doğal olarak kaygısız bir mizaç ya da sanat ve bilgi ile aydınlanmış bir mizaç” demekte büyük düşünür Nietzsche, “İnsanca, Pek İnsanca” adlı yapıtında. Bu sözünü bizleri gördü de onun için mi söyledi bilemedim.
Saygılarımla arz ettim!