Geçen haftaki, “Alın Yazısı mı? Doktor Yazısı mı?” başlıklı yazıda, ABD’de yapılan bir araştırmada, ‘okunaksız el yazısı’ ile yazılmış reçeteden dolayı yılda 7.000 kişinin hayatını kaybettiği, İngiltere ve Singapur’da yapılan araştırmalarda doktorların %5’inin el yazısının ‘okunamaz’ bulunduğunu, Amerika’daki bir araştırmanın eczacıların okunamayan reçeteler yüzünden bir yıl içinde hekimleri 150 milyon kez aradıklarını ve bunun, doğan iş gücü kaybı ve diğer faktörlerle birlikte sağlık sistemine milyarlarca dolara mal olduğunu ortaya koyduğundan bahisle, ülkemizdeki durumun bu ülkelerden daha iyi olmadığını söyleyerek, okunaksız yazı yazmanın ‘hekimliğin raconu’ndan olmadığını ve okunaksız reçeteler ve hasta başı tabelaları ile eczacı ve hemşireleri uğraştırıp, hastalarını riske atanların mesleki sorumluluk sahibi olmayan, profesyonellikten uzak ve yaptığı işe saygısı olmayan insanlar olduğunu iddia etmiş ve bu haftaki yazıda da, ne yapılması gerektiği ve başka ülkelerin ne yaptığından bahsedeceğimi yazmıştım.
Bizler köşe yazımızı bir hafta öncesinden teslim ettiğimiz için henüz bu yazının okuyucular tarafından nasıl karşılandığına dair bir bilgim yok. Yani, okunaksız yazı yazanların ‘sorumsuz’ ve ‘profesyonellikten uzak’ oldukları görüşüm nasıl aksülamel uyandırdı bilemiyorum. Fakat ben yine de öncelikle, bu sorunun yaşandığı yabancı ülkelerde neler yapıldığından bahsedip bazı önerilerde bulunmak istiyorum.
Amerika’daki bazı sağlık merkezi ve tıp fakültesi hastaneleri bu sorunla başa çıkmak için, okunaksız yazısı olan doktorlarına okula giderek düzgün yazma kursları alma zorunluluğu getirmiş. Bu kurslarda öğreticilik yapan kişiler, hekimleri başlangıçta böyle bir kursu almaya ikna etmenin zor olduğunu, fakat sonuçtan hekimlerin kendilerinin de memnun olduğunu ifade etmekteler. Kursa katılan hekimler, biraz ısrar edildiğinde, aslında ilkokuldan bu yana ciddi bir güzel yazı eğitimi almadıklarını itiraf etmişler. Başlangıçta çok popüler olmayan bu kurslar, ABD’deki 6 eyaletin, ‘okunaksız yazı’ ile reçete yazmanın para cezası ile cezalandırılabilecek bir suç olarak kabul etmesinden sonra oldukça kolay öğrenci bulur olmuşlar. Zira günümüzde, bu altı eyalet Florida, Idaho, Maryland, Montana, Tennessee ve Washington’dan Montana’da, bir eczacı eğer bir doktorun reçetedeki yazısını ‘okunamaz’ olarak yetkili mercilere bildirirse, o hekim 500$’a kadar ceza alabilmekte. Ülkemizde olduğu gibi ABD’de hekimler, işin ucu kendi paralarına dokunduğunda hemen gerekli ‘çarelere’ başvurmak adına “şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk” şarkısını söylemeye başlamışlar. Amerika’daki önemli kurumlardan birisi olan Institute of Medicine’ın bu senenin Temmuz ayında açıkladığı rapora göre, her yıl 1.5 milyon kişi reçete yazılmasındaki, reçetenin hazırlanması veya ilacın alınmasına bağlı olarak sağlığını veya hayatını kaybetmekte. Bu yüzden ABD’de yürütülen büyük bir projeye göre 2010 yılına kadar bütün ülkede ‘elektronik reçete yazımı’na geçilmesi öngörülmekte. Reçetelerin hastalara bilgisayar çıktısı olarak verilmesi anlamına gelen ‘elektronik reçete yazımı’ ile okunamayan reçetelere bağlı ‘hasarlar’ın %55 azaldığı ortaya konulmuş. Belli ölçüde elektronik reçete yazımına geçilmiş olan İngiltere’de eczacılara, ‘okunamayan reçeteleri’, yazan doktora geri gönderme hakkı verilmiş.
Reçetelerin okunabilirliğini artırmak adına, hekimlerin reçetelerini, hızlı yazılsa bile okunabilir olma özelliği daha fazla olan büyük harf ile yazma zorunluluğu getirilmesi önerilmiş.
Ülkemizde bunlardan hangisinin yapılmasının önerilebileceğine gelince: Şüphesiz ‘elektronik reçete yazımı’ bunlar arasında en iyi çözüm olarak görülmekte. Ancak, sosyoekonomik düzeyi bizim ülkemizden daha iyi olan ülkelerde bile bu uygulamanın büyük zaman ve para aldığı gerçeğinden yola çıkarak, ilk tercih olamayacağı açıktır.
Okunamayan reçetenin ‘geri gönderilmesi’ ise, bunu yapacak ‘babayiğit’ eczacı ile bunu hazmedecek olgunluktaki ‘mütevazı’ hekimin ülkemizde pek fazla bulunmadığından dolayı şayanı tercih değildir.
Şüphesiz, eğer büyük harf ile yazmak gerçekten okunaklı yazmayı olumlu etkileyen bir unsur ise bu teşvik edilebilir. Eğer teşvik yeterli olmuyorsa buna ilişkin yasal bir zorunluluk da getirilebilir.
Benim önerim; elde kalan son yöntem olan, okunaksız yazısı olan hekimlerin hizmeti içi eğitim bağlamında tekrar okula veya bir kursa gönderilmesi. O yüzden yazımın başlığını “haydi hekimler okula” olarak seçtim. Aslında yazının başlığı “başhekimim beni okula gönder” de olabilirdi. Bilmem bu öneri kulağa nasıl geliyor? Bence son derece makul. Düşünün özel bir hastane de Başhekim veya bir ülkede Sağlık Bakanısınız. Yapılan bilimsel çalışmalar gösteriyor ki o hastanede veya o ülkedeki sağlık kurumlarında hastaların %1 ile %5’i ‘belli bir sebep’ten dolayı hastalanıyor veya hayatını kaybediyor. Bu ‘belli sebebin’, el yıkamamak, beyaz önlük giymemek, maske takmamak veya yatakların korkuluklarının sürekli kapalı tutulmaması olduğunu farz edersek, bunu değiştirmek için tedbir alıp, belli bir mecburiyet getirmez misiniz? İşte, hastalarınızın ‘okunaksız el yazısı’ ile yazılmış reçetelerden dolayı mağdur olmasının yukarıdaki durumlardan hiçbir farkı bulunmamaktadır.
Bu yüzden, bütün yetkilileri göreve davet ediyorum. Yarından tezi yok, bütün hekimlerinizin el yazılarını kontrol edin. Okunaksız yazısı olanları okul veya kurslara gönderin. Daha fazla hasta, parasını, sağlığını ve yaşamını gereksiz yere kaybetmesin. Unutmayın bu reçete bir gün size veya bir sevdiğinize de yazılabilir. Alın yazınız, doktor yazısından olmasın. Şimdi hep beraber söylüyoruz: “Haydi Hekimler Okula”; “Başhekimim Beni Okula Gönder”.