Geçtiğimiz günlerde Madleen adlı yardım gemisinin Akdeniz’de İsrail güçlerince alıkonulması, uluslararası kamuoyunun dikkatini yeniden Gazze’ye çevirdi. Gemide bulunan 12 aktivist arasında yer alan iklim aktivisti Greta Thunberg’in önceden kaydedilmiş mesajı ve ardından gelen uluslararası tepkiler, meselenin sadece bir yardım konvoyu değil, aynı zamanda bir anlatı inşası ve temsil stratejisi olduğunu da gözler önüne serdi.
İnsani yardımı taşıyan bir gemiye yapılan müdahale, ilk bakışta uluslararası hukukun, özellikle de deniz hukukunun ihlali gibi görünmektedir. Fakat burada asıl mesele sadece hukuki değil; aynı zamanda ahlaki, politik ve sembolik bir zemine de oturmaktadır. Bu nedenle meseleye salt bir “yardım götürme girişimi” olarak bakmak indirgemeci olur.
Aktivizmin Evrilen Doğası
Günümüzde aktivizm, artık sadece “ne yaptığıyla” değil, “nasıl göründüğüyle” de ölçülüyor. Sosyal medyanın ve dijital kameraların her anı belgelediği bir çağda, eylemlerin sahiciliği kadar temsil biçimi de önem taşıyor. Greta Thunberg gibi yüksek görünürlüğe sahip figürlerin böylesi sembolik yolculuklara katılması, kamuoyunu etkilemek kadar, politik imaj yönetiminin de bir parçası hâline geliyor.
Bu noktada şu soruları sormak gerekiyor:
- Madleen gemisinde bulunan aktivistler, sadece insani yardım amacıyla mı bu yolculuğa çıktılar?
- Yoksa bu hareket, aynı zamanda görünürlük, uluslararası sempati ve belirli ideolojik pozisyonlara destek arayışının stratejik bir sahnesi miydi?
Bu sorular, aktivistlerin niyetlerini sorgulamak için değil; siyasallaşmış insani yardım pratiklerinin ne derece araçsallaştırıldığını anlamak için önemlidir.
Seçici Duyarlılıklar ve İkircikli Temsiller
Greta Thunberg’in Gazze’ye yardım taşıyan bir gemide görünmesi, iklim adaleti söylemini Ortadoğu’daki politik krizlerle ilişkilendiren bir adım olarak okunabilir. Ancak aynı aktivistin Doğu Türkistan, Yemen, Keşmir gibi diğer insani krizlerde aynı netlikle görünmemesi, seçici duyarlılıklar eleştirisini beraberinde getiriyor.
Benzer bir durum, Avrupa kamuoyunda Müslüman kadınların başörtüsü özgürlüğü için ses yükselten bir gazetecinin kısa süre sonra LGBT haklarını savunan yazılar yayımlamasında da gözleniyor. Kimi çevrelerin alkışladığı bir figür, aynı çevrelerin değerleriyle çatışan bir başka meselede de “aynı tutarlılıkla” alkış bekliyor. Bu durum, ahlaki tutarlılık meselesini bir kez daha gündeme getiriyor. Zira bir insan bir konuda bizim yanımızda yer alıyor diye, diğer tüm meselelerde de otomatik olarak “bizim” sayılmalı mı?
Medyanın Kadrajı ve Yumuşak Güç: “İsrail Askeri ve Sandviç”
Elinde sandviçle yaklaştığı iddia edilen İsrail askeri görüntüsü, dijital çağın en tehlikeli ama en etkili araçlarından biri olan anlatı manipülasyonunu gündeme getiriyor. Şefkatli bir asker imajı, silahsız sivil gemicilere müdahale eden bir devletin gerçekliğini yumuşatabilir mi?
Belki de asıl soru burada yatıyor: Bu geminin esas amacı neydi? Yardım mı, mesaj mı? Yardım ulaştırmak için BM, Mısır veya diğer sivil ağlar üzerinden çalışan daha az görünür ama daha etkili modeller varken, neden kamuoyunun ortasında bu kadar sembolik bir girişim?
Sonuç: Eleştirel Sadakat
Madleen gemisindeki aktivistlerin eylemleri, Filistin halkının yaşadığı zulme dair dünyayı uyandırma çabası olarak okunabilir. Ancak bu çaba, eğer politik hedeflerin vitrinine dönüşürse, hem insani yardımın tarafsızlığı hem de aktivizmin samimiyeti zedelenir.
İşte bu yüzden; her alkışın öncesinde, her destekten önce şu ilkeye sadık kalmalıyız:
Eleştirel sadakat.
Yani; mazluma omuz verirken, mazlumun yanında duran figürlerin de niyet, yöntem ve temsil stratejilerini sorgulamak.
Çünkü iyi niyetli her hareket, iyi bir stratejiye sahip olmayabilir.
Ve her iyi strateji, her zaman masum olmayabilir.