Akademik Akıl Platformu, farklı disiplinlerden akademisyenlerin katkısıyla kamuoyunu yakından ilgilendiren meselelere dair düşünsel katkı sunan önemli bir zemin oluşturmaktadır. Bilimsel özgürlük, çoğulculuk ve ifade hürriyeti ilkeleri doğrultusunda şekillenen bu platformun, kamusal düşünceye sağladığı katkı takdire şayandır.
Ancak Mayıs 2025 için belirlenen “Millî Güvenlik Sorunu Olarak: Geleneksel Din Anlayışı” başlığı, hem kavramsal düzeyde hem de söylemsel etkileri bakımından eleştirel bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Bu yazı, söz konusu başlığa yönelik yapıcı bir düşünsel katkı sunmayı ve meseleyi daha sağlıklı bir tartışma zemine taşıma çabasını içermektedir.
Kavramsal Belirsizlik: Ne Kastediliyor, Neyi Kapsıyor?
Her şeyden önce, “geleneksel din anlayışı” ifadesi, oldukça geniş, çok katmanlı ve tarihsel derinliği olan bir kavramdır. İlmihal kitaplarından medrese eğitimine, tasavvufi pratiklerden mezhep temelli yorumlara kadar geniş bir yelpazeyi içinde barındırır. Dolayısıyla bu anlayış; İslam düşüncesinin şekilleniş sürecini, toplumun ahlaki ve kültürel dokusunu oluşturan köklü yapıları kapsar.
Bu kadar çok yönlü ve iç içe geçmiş bir kavramın, gerekçelendirilmeksizin ve sınırları netleştirilmeden doğrudan “milli güvenlik sorunu” olarak tanımlanması; akademik tutarlılık açısından sakıncalı, toplumsal etkileri açısından ise sorunludur. Bu tür bir genelleme, zihinlerde “neye, kime göre tehdit?” gibi sorular uyandırarak bilimsel tartışma zemininin bulanıklaşmasına neden olur.
Güvenlikleştirme Riski: Dinî Düşünceye Yaklaşımda İfade Sınırı
Günümüz siyaset biliminde “güvenlikleştirme” (securitization), bazı toplumsal olguların “tehdit” olarak sunulup olağanüstü müdahalelere gerekçe yapılması sürecidir. Dinî inançların veya yorumların bu bağlamda ele alınması ise oldukça hassas bir meseledir. Elbette dinî düşüncenin eleştirel sorgulamadan uzaklaştığı, dogmatikleştiği ve ideolojik amaçlarla araçsallaştırıldığı örnekler vardır ve bu durumlar tartışılmalıdır.
Ancak bu tartışmalar, “sorun” ya da “tehdit” gibi kriminalize edici ifadelerle değil; bilgi, sorgulama, yorum ve sosyal uyum gibi yapıcı kavramlarla yapılmalıdır. Aksi takdirde, tartışma alanı bilimsel değil, politik bir zemine kayar ve kutuplaşmayı derinleştiren bir dil oluşur.
Toplumsal Hassasiyetler: Aidiyet, İnanç ve Kutuplaşma Riski
Geleneksel dini anlayış, yüzyıllardır toplumun ahlaki, kültürel ve sosyal yapısını inşa eden temel kaynaklardan biri olmuştur. Bu anlayışı, gerekçelendirilmeden “tehdit” veya “sorun” olarak nitelemek, inançlı bireyler açısından dışlayıcı ve kırıcı bir algı oluşturabilir. İnanç alanının bu tür bir dışlayıcı dile maruz bırakılması, sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal hafızada da derin yaralar açabilir.
Toplumun geniş kesimleri için anlam dünyasını besleyen bu geleneksel yorum biçimlerinin toptancı biçimde mahkûm edilmesi, iletişim krizlerine ve gereksiz kutuplaşmalara yol açabilir. Oysa amaç; geleneği yıkmak değil, onu anlamak, eleştirmek ve dönüştürmektir.
Asıl Sorun: Bilgiye Kapanan ve İdeolojikleşen Din Yorumlarıdır
Her gelenek gibi dinî gelenek de zamanın ruhunu, bilgi birikimini ve toplumsal dönüşümleri dikkate alarak kendini gözden geçirme ihtiyacı duyar. Asıl sorun, geleneksel yorumların varlığında değil; bu yorumların bilgiye, eleştiriye ve sosyal değişime kendini bütünüyle kapatmış biçimlerinde aranmalıdır.
Dahası, dini inancı ideolojik bir silaha dönüştüren ve toplumu kendi dar kalıplarına göre yeniden inşa etmeye çalışan yapıların eleştirisi elbette yapılmalıdır. Ancak bu eleştiri, genelleştirici ve kriminalize edici bir dille değil; çoğulculuğa, açıklığa ve yapıcılığa dayanan bir yaklaşımla yürütülmelidir. Unutulmamalıdır ki, gelenek sadece geçmişi temsil etmez; aynı zamanda geleceğe dair taşıdığı birikimle, sağlıklı bir dönüşüm için zemin de sunabilir.
Sonuç Yerine: Daha Yapıcı Bir Tartışma Zemini Mümkün
Tartışmalar, ancak doğru kavramlarla ve açık tanımlarla yapıldığında anlamlı olur. “Geleneksel din anlayışı” gibi geniş kapsamlı bir kavramı “güvenlik tehdidi” şeklinde tanımlamak, bilimsel duyarlılıktan çok siyasal ajandaların dilini çağrıştırmaktadır. Bu sebeple, mesele gelenekten kaçmak değil; onu anlamak, eleştirel süzgeçten geçirmek ve toplumsal uyumla yeniden yorumlamaktır.
Bu doğrultuda, konunun daha sağlıklı bir çerçevede tartışılmasına imkân verecek alternatif başlık önerileri de şu şekilde düşünülebilir:
- “Dini Anlayışların Toplumsal Etkisi: Gelenek ile Gelecek Arasında Yeni Yorum İhtiyacı”
- “Dinî Anlayışta Yenilenme İhtiyacı: Bilgi, Sorgulama ve Sosyal Uyum Perspektifinden”
- “Gelenekten Güncele: Dinî Yorumların Toplumsal Uyum Kapasitesi Üzerine Düşünceler”
Akademik Akıl Platformu gibi düşünce odaklı alanların, yapıcı geri bildirimleri dikkate alacağına ve çoğulcu tartışma zeminlerini destekleyeceğine olan inancım tamdır. Amacımız yıkmak değil; anlamak, düzeltmek ve birlikte inşa etmektir.
1 yorum
Geleneksel din anlayışını güvenlik sorunu görenler mezhepler den başlayarak sonunda Kur’an’ın eleştirilmesini normal görenler malesef. Mealciler ve “Kur’an yeterciler” başı çekiyor. Sevadıazamdan ayrılan ya deistim diye toprak oldu ya Kurana ne gerek var diye.