İLK FİTNE: KANLI GÖMLEK -I-
İnsan düşüncesi birbirine bitişik halkalar mesabesindedir. Ancak felsefî ekollerin özde birbirlerine benzediğini söylemek büyük bir yanlış olur. Toplumların dâhilî, hâricî ve siyasî canlanışlarına uygun olarak bu felsefî düşünüşler birbirlerine uymamaktadır. İnsan aklı, düşüncesini ve hareketini, kimine göre belli bir metoda dayandırmadan düşünemez ve uslamlamada (istidlâl) bulunamazken kimine göre de selim bir akıl istidlal kurallarına başvurmadan hakikate ulaşabilir (tilkâi düşünceden anlama ve düşünce metoduna geçme yaklaşımları). Bu anlamda insan, vâkıâlardan ve tecrübelerden yararlanarak düşüncesini bir temele oturtmaya çalışarak ontolojik birtakım temellendirmelerde belli amaçlar edinir. Tevhit ya da usûlü’d-din ilmi olarak isimlendirilen ve aklî delillerle imânî akâidin hakikatlerini ispatlayan hüccetleri bünyesinde barındıran aynı zamanda sırf Müslümanların ortaya koymuş oldukları ilme Kelam ilmi diyoruz.
Kelam ilmi, ileriye dönük hamleler içeren daima diri, canlı ve devrimci görünümüyle tamamen İslam toplumunun rasyonelliğinde ortaya çıkmıştır. Müslümanlar Kelam ilmiyle, siyasî, dâhilî ve hâricî felsefî inançların, çeşitli dinlerin felsefî düşüncelerinin hücumlarına karşı, her ne kadar bunlardan etkilenmiş olsa da İslâmî karakterini muhafaza etmiştir. Kelamın bu mücadelesinde fıkıh ve İslam fukahâsı ona yardımcı olmuştur. Çünkü Kur’ân’ın nâzil oluşundan beri Müslümanlar kendilerine özgü amelî bir felsefe ortaya koymaya çalışmışlardır. Kur’ân, onları, “hayata hâkim olmaya” ve “onu sahiplenmeye” çağırmaktaydı. Müslümanlar da Kur’ân’ın metafiziğini aşmamaya özen göstermeyi Kelam ilmiyle sağlamışlardır. Kelam ilminin konusu Kur’ân’dan aldığı güçle metafiziği incelemektir. Çünkü Kur’ân kendi metafiziğini kabule çağırıp bunun üzerinde tartışılmasını istemiştir. Bu anlamda konusunu Kur’ân’dan alan Kelam ilmi de dayandığı temeller gereği felsefî metafizikçi esaslardan ayrılmaktadır. Denilebilir ki Müslümanlar Kelam ilmiyle, felsefî düşüncenin hiçbir yönünü araştırma konusu dışında bırakmamıştır. İşte bu dış etkenlerden biri olan Yahûdîlik, İslâm’la, ilk gelişme döneminde Yesrib sınırlarında karşılaşmış ve Müslümanlarla sert münakaşaların yanında çok şiddetli, çetin mücadele ve çatışmalar yaşanmıştır ve halen de yaşanmaktadır (İsrâîl Sorunu).
Yahûdîler Hz. Peygamberi ve Kur’ân’ı kabul etmediler ve büyüklük tasladılar. Fikirsel tartışmalar ve sıcak savaşlar neticesinde bu Yahûdî toplulukları Hicaz bölgesinden çıkartılmış ve onlar da Şam ve Yemen gibi farklı bölgelere dağılmışlardır. Buralar da Müslümanlar tarafından fethedilince tekrar Yahûdî olgusuyla yüz yüze gelinmiştir. Daha sonra çok sayıda Yahûdî Kûfe’ye yerleşmiştir ve Gulat-ı şîa (Ayrıca Harîcî, İsmâilî, Keysâniyye ve Karmâtî) ile sürekli irtibat halindedirler (Gnostik etki). Diğer etkenlerle birleşen gnostik düşünce İslam’la çatışan en tehlikeli ve yıkıcı bir mezhep olmuştur (Hıristiyanlık, Yunan Felsefesi, Doğu Gnostik Düşünce Okulları). Ortaya Kelamın çözmesi gerektiği amelî ve felsefî isyan çıkmıştır. Bu amelî isyan daha sonra örgütlü bir şekilde fikir isyanına dönüşmüş ve bunun başını ilk olarak Abdullah ibni Sebe çekmiş ve Müslümanlar arasında hem amelî hem de fikrî alanda çok büyük düşünce etki ve sapmalarına neden olmuştur. Ömer Rıza Doğrul’un Kanlı Gömlek adlı eseri, Abdullah ibni Sebe’nin kurduğu bu korkunç örgütü anlatmaktadır ve bu eserin özellikle yeni nesil tarafından bilinmesine ihtiyaç vardır. Buradaki açıklamalarımızda Kelam ilmi bağlamında Yahûdî etkisinde dile getirilenlerde dil ve iktisadi etkenler göz ardı edilmiştir.
1.Kısaca Ömer Rıza Doğrul Kimdir?
DİA’da Mustafa İsmet Uzun’un kaydettiklerine göre Ömer Rıza Doğrul, Burdurlu olup Mısır’a yerleşmiş bir ailenin çocuğudur (1893-1952). Ezher Üniversitesi’nde öğrenimini tamamlamış ve gazetecilik yapmış olan Doğrul, Balkan harbi sırasında İstanbul’a mektuplar göndermiş ve bu mektuplar Tasvîr-i Efkâr gazetesinde yayımlanmıştır. Bundan başka makalelerinin ise Sebîlürreşâd’da yayımlandığını görürüz. 1915 yılında İstanbul’a gelir ve burada Mehmet Akif’in kızıyla evlenir. Vakit gazetesinde yayımladığı Türkiye-Mısır ilişkileri hakkındaki bazı yazıları nedeniyle 1925’te İstiklâl Mahkemesi’nce tutuklansa da bir süre sonra serbest bırakılır. Ve yine bu yıllarda döneminin en değerli dinî yayınlarından olan Asr-ı Saâdet serisini tamamlar.
1940’ta Eşref Edip, İsmail Hakkı İzmirli ve Kâmil Miras’la birlikte çıkarmaya başladıkları İslâm-Türk Ansiklopedisi ve bu ansiklopedinin mecmuasında çok sayıda madde ve makale yazan Doğrul, 1940-1950 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde günlük siyasî yazılar kaleme almış, İstanbul Radyosu için İslâm dünyası hakkında siyasi icmaller hazırlamıştır. 1947-1948 yıllarında, yazarları arasında Türk ve İslâm dünyasının önemli isimleri bulunan dinî-fikrî muhtevalı haftalık Selâmet Mecmuasını çıkarır. Çok partili hayata geçiş sırasında yayımlanan önemli İslamî dergilerden biri olan Selâmet Mecmuası’nda ilmî-dinî araştırmalar, İslâm dünyasındaki düşünce hareketleri, İslâm klasikleri gibi konuların yanında özellikle o yıllarda din öğretimiyle ilgili olarak basında ve mecliste yapılan tartışmalara da yer verdiği görülür. Din öğretiminin gereğini ortaya koyarak bu konuda kamuoyu oluşmasına büyük ölçüde yardım ederek din hürriyetinin sağlanmasında ve ilkokullara din dersinin konulmasında önemli hizmetlerde bulundu (Uzun, “Ömer Rıza Doğrul”, DİA, IX, 489-492).
Milletvekili iken yazdığı yazı ve makalelerde Ortadoğu ve İslâm ülkeleri hakkındaki incelemelerini dile getirerek Türkiye’yi diğer İslâm ülkelerindeki inkılâp hareketlerinin önderi olarak göstermiştir. Ona göre Doğu ve Batı bloklarına karşı İslâm cephesiyle üçüncü bir cephe oluşturulmalıydı. Bunun yanında Türk ve Arap ülkeleri arasındaki dostluğun önemini ve geliştirilmesinin gerektiğini de ortaya koyar. Kendisinin Arapçaya olan vukûfiyeti ve basında bu özelliği ile de bilinir olması Ömer Rıza Doğrul’un yazılarına ilgiyi arttırmıştır. Ömer Rıza Doğru Türk aydınları arasında taassuba düşmeden İslâm dinini etraflıca inceleyen ve bu incelemelerini çeşitli eserleriyle halka ulaştırır.
Türkiye başta olmak üzere dünyadaki Müslümanların çeşitli siyâsî ve sosyal sorunlarıyla ilgilenmiş, bunların kurtuluş davasını samimiyetle benimsediği ortadadır. Ancak tüm bunlara rağmen iki eleştiriden kurtulamadığını görüyoruz: Masonluk ve Kādiyânîlik. Bu durum bize göre Kanlı Gömlek adlı eseri daha da önemli hâle getirmektedir. Fakat Ömer Rıza Doğrul, Kādiyânîlik fikrinde olmadığını ortaya koymuş ve bunu reddetmiştir (“Kadiyanîlikten Teberrî Ediyoruz”, Sebîlürreşâd, III/74 [Mart 1950], s. 374-378). Aslında onun tüm fikirsel kimliği, çıkarmış olduğu ve gerek yerli gerekse dış yazar kadrosuyla Selâmet Mecmuâsı ile Yeni Selâmet Mecmuâsıdır denilebilir (Uzun, DİA, IX, 489-492). Ömer Rıza Doğrul’un telif ve tercüme birçok eseri bulunmaktadır. Bizi ilgilendiren ise Kanlı Gömlek (İstanbul, 1944) adlı eseridir. Bu eser adını, Hz. Osman’ın şehit edildikten sonra Şam sokaklarında dolaştırılan kanlı gömleğinden almıştır. İslâm tarihinde Hz. Osman’ın şehadetiyle neticelenen ilk fitnenin hazırlayıcısı kabul edilen Yahûdî asıllı Abdullah ibni Sebe ile arkadaşlarının gizli bir cemiyet kurup bu işi gerçekleştirmek için nasıl çalıştıklarını ve Hakem vakâsından sonra Hz. Ali’ye karşı çıkarak Hâricîlik hareketini başlatmalarını “ana kaynakların kaydettiği tarîhî vakâlara tam sadakât dâiresinde” romanlaştırılarak anlatılmıştır. Ömer Rıza Doğrul’un Kanlı Gömlek adlı eserinin girişinde belirttiği, İslam dünyasında yıkıcı ve kahredici faaliyetlerde bulunan gizli ve çok tehlikeli örgütlerden bahsettiği diğer bir eseri ise Cennet Fedaileri: İslâm Tarihinde Gizli ve Yıkıcı Teşekküller (İstanbul 1944)’dir. Bu eser iki bölümden meydana gelmekte olup eserin birinci bölümünde Meymûn el-Kaddâh’ın (ö. 170/786) çocukları ile Karmatîler’in ve İsmâilîler’in İslâm’a yaptığı kötülükler ele alınmakta, tarihî bir roman mahiyetindeki ikinci bölümde ise İslâm kumandanı Zeydûn tarafından Hasan Sabbâh’ın fedaileriyle sahte cennetinin ortadan kaldırılması anlatılmaktadır. Ömer Rıza Doğrul’un, ilk iki cildini Şiblî Nu‘mânî’nin (Mevlânâ Şiblî, ö.1944), son iki cildini onun talebesi Süleyman Nedvî’nin (ö. 1953) kaleme aldığı Sîretü’n-nebî, adlı eseri İslâm Tarihi: Asr-ı Saâdet I-V (İstanbul, 1928) adıyla tercüme etmiştir. Buna bağlı kaleme aldığı eserlerde dile getirdikleri düşünülürse Kanlı Gömlek adlı telifinin önemi daha iyi kavranacaktır.
2. Kur’ân Nesli Sahâbe Döneminde Yahûdî Gnostik Etki
İslam’dan önceki dönemde Yahûdilerin kendilerine ait “bir düşünce tarihleri”, “aklî asalet”leri ya da belli bir felsefeleri bulunmamaktaydı (Neşşar, 2013: I, 71-72). Özellikle Hıristiyanların darbelerinden sonra dünyanın farklı coğrafyalarına dağılmışlardır ve yerleştikleri her yerde dışa kapalı (iç dinamizm) olmuşlardır. Tevrata olan imanları, kolay kolay kimsenin anlayamayacağı kapalılıkları dışında onları birbirlerine bağlayacak aklî ve fikrî bağları yoktu. Denilebilir ki Yahûdilik, yayılımı ve etkisi bakımından dini özelliğe sahip olmasına ve bu unsurları taşımasına rağmen inanç sistemi manasında bir din olmanın ötesinde bir hayat tarzını ve dinî-etnik kimliği ifade etmektedir. İbrahîmî geleneğe bağlı tektanrıcı (monoteist) din ailesi içindedir ve bu ailenin en eski halkasıdır (Gürkan, DİA; 43/187-197). Gürkan’ın ifadesiyle, aynı dinî geleneğe yani Sâmî-İbrâhîmî geleneğine aidiyetleri sebebiyle Hıristiyanlık ve İslâm’la ortak coğrafya ve karşılıklı etkileşimlerin görüldüğü ortak tarihî tecrübeye sahip olan Yahûdîlik pek çok dinsel, ahlak ve pratik kural noktasında benzerlik gösterir. Ortak kutsal kitap literatürü (Ahd-i Atîk), seçilmişlik ve kurtuluş kavramları bakımından Hıristiyanlığa, tek Tanrı inancı, dinî hukuk ve pratiğe yönelik vurgu ile vahiy inancı bakımından İslâm’a yakın durmaktadır (Gürkan, DİA; 43/187-197). Burada Yahûdiliğin tarihi, kutsal metinleri ve dinî literatür, inanç esasları, mâbed ve ibadetleri, mezhepleri ve dinî grupları, diğer dinlerle ilişkisi ve İslâm kaynaklarında Yahûdilik hakkında (siyasi-hukukî-eskatolojik ve teolojik-mistik) uzun uzun açıklamalarda bulunulmayacaktır. Özellikle Neşşâr’ın İslam’da Felsefî Düşüncenin Doğuşu I-II adlı kitabında Yahûdilikle ile ilgili açıklamalarıyla Ömer Rıza Doğrul’un Kanlı Gömlek adlı romanında geçen Abdullah İbni Sebe’nin yıkıcı ve kahredici faaliyetleri Kelam ilmi bağlamında ana hatlarıyla tahlil edilmeye çalışılacaktır. Neşşar ve Gürkan’ın ortak ifadesiyle Yahûdilik, monolitik (tek ve değişmez bir yapıya sahip) sistemden ziyâde, Yahûdîlerin farklı dönemlerde farklı kültürlerle ki bunlar Bâbil, Pers, Grek, Roma, Hıristiyan Bizans, Sâsânî, Müslüman Arap, Osmanlı ve Avrupa (romanda geçen ilişki ise özellikle İslâm’ın sahâbe döneminde iki, üç ve dördüncü halifeler ile Hz. Muâviye devrine de taşan Araplar ile Yahûdîlik arasındaki etkileşim), yaşadıkları tecrübe ve karşılıklı etkileşimler neticesinde şekillenen dinamik bir sistemi ifade etmektedir. Aslında Yahûdiliğin, İslâm’la savaşırken ortaya koyduğu gnostik etki yanında heretik unsurlar da söz konusudur. (Neşşâr, 1999: I, 71, 72, 73 vd; Gürkan, DİA; 43/187-197).
Yahûdîlik kelimesinin kökeni için daha çok Grekçe’de karşılığı olduğu ileri sürülen ioudaismos (daha sonraları iudaismus şeklinde Latince’ye ve oradan da Batı dillerine geçmiştir: judaism, Judaisme, Judaismus, Judaismo) ilk defa Grekçe konuşan Yahûdîler tarafından kullanmıştır. Bu anlamda taşıdığı yük “Yahûdîlerin bağlı olduğu dinî gelenek, Yahûdî olma ve görünme (İbrânîce; mityahadim/dat yehudit/yahadut)” manasını taşımaktadır. Modern İbrânîce’de bu kelime hem Yahûdî dinini hem de kimliğini ifade etmektedir. Gürkan, özellikle günümüzde kullanıldığı biçimiyle gerek dinî gerekse seküler referanslara, dinamik ve değişken ilkelere sahip olan Yahûdilik (Yahadut) hem dinî-kültürel bir sisteme hem de kimliğe işaret ettiğini yazmıştır (Gürkan, DİA; 43/187-197). Yine devamla Tevrat belli bir topluluk (kutsal kavim: Yahûdîliğin başlangıcını oluşturan İsrâîl; Eber, İbrânî, Ya‘kûb) oluşturmayı hedefleyen merkezi unsuru, geniş manasıyla, her ne kadar farklı değerlendirmeler olsa dâhi, Yahûdilik belli bir topluluk (Yahûdîler) tarafından şekillenen olgu olarak hem dinî hem de etnik unsurları içinde barındırmaktadır: “Yahûdîlik Tanrı’nın Yahûdîler için takdir ettiği dindir (toplum fikri: etnik aidiyet).” Bu nedenle her dönemde aynı kalan bir tek Tevrat olmakta ancak Yahûdîlerin tecrübelerine bağlantılı tarih ve tarîk içinde beliren Yahûdîlik biçimlerinden söz edilmektedir (Burada yer verilen isimler kronoloji göz ardı edilerek karışık ifade edilmiştir): Mesîhî, Helenistik, Ecelesiaste, Zend-Avesta, Sihir-Nirencat, Hartuk, Makkabî, Ferisiler, Sadukiler, Esseniler, Therapeuteler, Zelaotlar, Yudganiyyeler, Rabbânî, Karâî, Ananî, Sefarad, Aşkenazî, Talmudiye, Kabala, Reformist, Muhafakazar, Ortodoks, Seküler, Sabataycı (heretik), Hasidî, Frankizm, Mizrahim vb) (Neşşâr, 1999: I, 71-106; Gürkan, DİA; 43/187-197). Gürkan’ın ifadesiyle Yahûdilik, “Tanrı-İsrâil ilişkisi (kavm) merkezli” anlayışıyla onu farklı kılan özelliğiyle birlikte, “belli bir âmentüden (kredo) ve merkezî dinî otoriteden yoksun gelişen eylem ve gelenek dinidir. Bu gelenek içinde yahûdî kimliğini belirleyen esas ölçüt, kişinin neye inandığından daha çok ne olduğu ve ne yaptığı sorusudur (Benzer ifadeler için bkz: Neşşâr, 1999: I, 71-106). Son tahlilde, tartışmaların varlığı göz önüne alınarak Yahûdîlik, bir şemsiye kavram olarak bütün Yahûdî oluşum ve teşekküllerini kapsayan ve tek bir Yahûdîlikten bahsetmenin imkânsızlığı yanında Yahûdî toplumunun dinî, tarîhî, kültürel ve siyasal tecrübelerinin toplamına eşit ancak bu topluluğun bulunduğu tüm çeşitliliği yansıtmaktadır (Neşşâr, 1999: I, 71-106).
Kaynakça
Harman, Ö. F. (ty) “İslam kaynaklarında Yahudilik” DİA. 43/220-226.
Hodgson, M.G.S. (1993). The Venture Of Islam – Conscience and History in a World Civilization I-III (İslâm’ın Serüveni Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih). (Tercüme Kurulu). (1. bk). İstanbul: İz.
Gürkan, S.L. (ty) “Yahudilik” DİA. 43/187-197.
Neşşâr, A.S. (1999). İslâm’da Felsefî Düşüncenin Doğuşu I-II (1. bs). İstanbul: İnsan.
Uzun, M. “Ömer Rıza Doğrul”, DİA, IX, 489-492.