Geçtiğimiz günlerde Yükseköğretim Kurumları Etik Davranış İlkeleri yayımlandı. İlkeler aslında hepimizin bildiği ve uymamız beklenen kurallar. Düşündürücü olansa YÖK’ün böyle bir yönetmeliği sunmak zorunluluğu duymuş olması. Ben de fırsat bu fırsat diyerek alıntılar yapacağım.
Etik “Kişilere, kurumlara ve meslek mensuplarının davranışlarına rehberlik eden, iyiyi ve doğruyu belirlemede yardımcı olan kılavuz değerler, ilkeler ve standartlar bütünüdür.” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu zaten hepimizin bildiği ve yaşamın her alanında uyduğu, bu nedenle de ahlaklı insan olduğu bir durumu ifade eder.
Devam ediyorum; Akademik Etik “Akademisyenlerin bilimsel çalışmaların üretilmesi, sunulması ve değerlendirilmesinde, toplumun farklı paydaşları ile ilişkilerinde, ödüllendirme ve yükseltme aşamalarında, bilim kurumları ve üniversitelerin bilimsel yetkinliğe dayalı yapılandırılması ile bilim insanlarının yetiştirilmesi süreçlerinin her aşamasındaki etik davranış kurallarına uymasını ifade eder.” denilmektedir. Harika bir tanımlama.
Diyor ki bizlere “Adil ol, dürüst ol, hak edene hakkını ver, hak etmeyeni doçent, profesör yapma! Üniversitelerin senatolarca kabul ettiği yükseltme ölçütlerini kullan! Sana yakın olanı yukarı çekip, sevmediğini aşağı itme! Liyakat her şeydir. Sadakat kurumu bitirir. Hak yiyen ahlaksızlık yapmış olur.” diyor.
Önce ekmekler bozulur, pardon önce ahlak bozulur. Ahlak bozulunca da her şey bozulur. Başkasının emeğini, yayınını çal ama ne önemi var ki; yeter ki yukarı tırman! Yalan söyle! Yeter ki yakalanma! Hediye yayınların olsun! Sırtını daya yeter ki bir yerlere! Etik kurul seni birçok etik ihlalden kusurlu bulsun ama seni kadroya atasınlar! Eğer üniversitelerde bunlar olduysa veya oluyorsa her şey bitmiştir! Ben disütopya yazıyorum. Çok şükür bunlar olmuyor(!). Bunlar oluyor da bizler dur demiyorsak vay bize vaylar bize!
Yine ilkeler arasında başkalarına saygıdan “Yükseköğretim kurumları mensuplarının bireylerin farklılıklarına saygı duyması, değer vermesi, ayrımcılık ve taciz gibi davranışlara izin vermemesi; meslektaşlar, çalışanlar, öğrenciler, paydaşlar ve üniversite dışı birimler ve şahıslara saygı ve nezaketle muamelede bulunması ve ilişki içerisinde olunan tüm şahısların onur ve kişiliklerini dikkate almasıdır.” şeklinde söz ediliyor. Ne acı ki yıllarca kıyafeti, inancı, düşüncesi, etnik kökeni bize benzemeyenlere bırakın saygı duymayı, akademik alanda yok etmeye bile uğraştı bazılarımız. Böylece ağır travma mağdurları oluşturuldu. Düşünceye saygı duymayabilirsiniz ama insana saygı duymak insan olmanın kaçınılmaz gereğidir.
İlkeler devam ediyor ve “Taciz, bezdirme ve yıldırma (mobbing) gibi etik dışı davranışların akademik yaşamın dışında kalması amacıyla her türlü eğitim, bilinçlendirme, bilgilendirme için gerekli tedbirleri almak; bu türden davranışlara maruz kalanların haklarını korumak.” diyor. Muhteşem bir ifade! Bunu yöneticilere söylüyor! Göreve ilk atandığımda en önemsediğim işlerden birisi de”mobbing”le mücadele kurulu kurmaktı. İşin ilginç yanı, kurul en çok tepki alan uygulamalardan biri oldu. Bazıları sandı ki bu kurulun varlığı “mobbing” şikâyetlerini artıracaktı. Oysa aksine bir farkındalıkla “mobbing” davranışı ile çatışmalar gayet net ayrıldı. İnsanların farkındalıklarındaki artış, eminim ki gelecekte kuruma çok yararlı olacak. Ancak bunun tüm kurumca kabul görmesi gerekliliğinin üst makamca kabul edilmesi muhteşem. Zira siz “mobbing” mağdurunu korumaya kalkarken, kendiniz inceleme belki de soruşturma geçirebilir, bir şey çıkmasa bile "ince ayara"maruz kalabilirsiniz.
Yazılacaklar bitmese de yazı alanım bitti.
Sözün özü Necip Fazıl Kısakürek’ten…
“ÖyIe ucuz değiI güI kokIamak.
GüI tutan eIe diken batmaIı.
Bir aşka gönüI veren o aşkın kapısında yatmaIı!”
Saygılarımla