Doğal kaynakların yönetimi, sadece ekonomik büyümenin değil, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirliğin de temelini oluşturur. Bu bağlamda, madencilik faaliyetlerinin çevreyle olan ilişkisi sıklıkla tartışmaların odağında yer alırken, özellikle zeytinlik alanları üzerindeki maden yatırımları hem kamuoyunda hem de karar alıcılar nezdinde yoğun bir gündem yaratmıştır.
Son dönemde Türkiye’de zeytinlik sahalarının maden faaliyetlerine açılmasına yönelik mevzuat değişikliği teklifleri, çevreci kaygılarla ekonomik zorunlulukların bir kez daha karşı karşıya geldiği bir gerilim alanı yaratmıştır. Ancak bu tartışmalar, çoğu zaman teknik gerçeklerden ve ülkenin enerji-üretim ihtiyacının rasyonel analizinden uzaklaşmaktadır.
Madencilik ve Zeytinlikler: Çatışma mı, Yönetilebilir Birliktelik mi?
Zeytin ağaçları, Anadolu’nun kültürel ve biyolojik mirasının önemli bir parçasıdır. Bu nedenle bu alanlarda yapılacak her müdahale, dikkatli planlanmalı ve çevresel değerler azami ölçüde korunmalıdır. Ancak bu yaklaşım, katı yasakçı reflekslere dönüşüp enerji üretimini, yerli hammadde teminini ve sanayi yatırımlarını bütünüyle engeller hale geldiğinde, kamu yararı zedelenir.
Zeytinliklerin mutlak koruma alanı ilan edilmesi ve 3 km’ye varan maden faaliyet yasağı gibi hükümler, yüzeysel bir çevreci duyarlılığın tezahürü olarak kalmakta, uzun vadede ise kırsal kalkınma ve yerli üretimi sekteye uğratmaktadır.
Bugün dünyada birçok gelişmiş ülke, madencilik faaliyetlerini tarım ve çevreyle uyum içinde sürdürebilmenin yollarını bilimsel ve teknik kriterlerle belirlemektedir. Maden arama, çıkarma ve rehabilitasyon süreçleri; ekosistem analizleri, çevresel etki değerlendirmeleri, peyzaj planlamaları gibi araçlarla birlikte yürütülmektedir.
Yasa Teklifi Ne Getiriyor Ne Getirmeli?
Meclis’e sunulan son mevzuat değişikliği teklifi, zeytinlik alanlarında yapılacak zorunlu kamu yararı taşıyan maden projelerine belirli koşullarla izin verilmesini öngörmektedir. Bu koşullar arasında taşınabilir ağaçların yer değiştirilmesi, faaliyet sonrası alanın rehabilite edilmesi ve zeytinlik vasfının yeniden kazandırılması gibi hükümler yer almaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu tür izinlerin istisnai durumlar için geçerli olması ve denetim mekanizmalarının etkin şekilde işletilmesidir. Aksi halde bu düzenlemeler, kamuoyunda “zeytinlikleri yok eden yasa” gibi algılanabilir ve meşruiyet krizi doğurabilir.
Popülist Çevreciliğin Ötesine Geçmek
Son yıllarda giderek artan bir biçimde, çevre söylemleri popülizmin aracı haline gelmekte; teknik gereklilikler görmezden gelinmektedir. Oysa madencilik, uygun
Denetim ve planlama araçlarıyla çevreyle barışık biçimde yürütülebilecek bir faaliyettir. Bunun için çevreyi gerekçe göstererek tüm madencilik projelerine set çeken bir anlayış değil, fonksiyonel adaleti esas alan bir çevre politikası gereklidir.
Fonksiyonel adalet; her ekonomik faaliyetin, çevresel etkileriyle birlikte değerlendirilmesini, ancak genellemeci yasaklarla değil, proje bazlı değerlendirmelerle karar alınmasını önerir. Bu anlayış hem çevrenin korunmasını hem de üretim ve kalkınmanın devamlılığını gözetir.
Sonuç: Üretim ve Doğayı Birlikte Düşünmek Mümkün
Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu enerji, istihdam ve sanayileşme hedefleri; yerli kaynaklara erişimi zorunlu kılmaktadır. Bu kaynakların akılcı bir biçimde kullanılması, çevresel değerlerle çatışmak zorunda değildir. Aksine, çağdaş mühendislik ve planlama araçları sayesinde doğayla uyumlu bir üretim kültürü inşa etmek mümkündür.
Zeytinlikler üzerinden yürütülen tartışmalar, bu bağlamda çok yönlü değerlendirme ihtiyacını bir kez daha ortaya koymaktadır. Sadece zeytin değil, tüm doğal ve kültürel değerlerin, üretim süreçleriyle birlikte yönetildiği, sürdürülebilir kalkınma eksenli bir madencilik politikası, ülkenin geleceği için zorunludur.