Birisine karşı kazanabileceğin en büyük zafer onu nezakette yenmektir.
Josh Billings (1818 – 1885; Amerikalı Yazar)
Geçen hafta bu köşede dile getirdiğim gibi, Medimagazin’de yazmak çok güzel. Bu hafta bu güzelliği iliklerime kadar yaşadım ve bunu sizlerle de paylaşmak istedim. Hatırlayanlar olacaktır; 29 Mayıs 2006 tarihinde bu köşede “Taşrada Öğretim Üyesi Olmak” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıda ‘taşralı bir öğretim üyesi’ olarak, buraların halinden bahisle ‘taşralı olmayan’ hocaların buralara bakışına ilişkin bazı örnekler vermiş ve şöyle demiştim: “…Ancak taşra üniversitelerinde olmanın hoş da bir yanı vardır. Üniversite Sınavı, master/doktora jürisi, konferans verme veya kongre katılımı vesilesi ile şehrinize gelen meslektaşlarınız sizin kendinizi iyi hissetmenizi sağlarlar. Onlara göre siz, gürültüden ve trafikten uzak, bölüm içi ‘Bizans oyunları’ olmadan asude bir hayat yaşamaktasınızdır. Hatta çoğu, “Keşke senin yerinde olsam” der, ama hiçbir zaman olmazlar. Kendileri olmadığı gibi çocuklarını ve yakınlarını da göndermezler buralara, ne asker olarak, ne doktor olarak, ne de öğrenci olarak…”
Yine, 4 Eylül 2006 tarihli “Bingöl’de Bir Gece” başlıklı yazıda “…“Gidemediğin yer senin değildir.” Bu yazıyı okuyan ve bu beldelere henüz gelmeyenlere bir çağrım var. Eğer bu ülkenin her karış toprağı bizim diyorsanız, buralara gelin. Bir vesile bulun gelin. Ama bu gelişler devlet kasasından yapılan görevlendirmeleriniz ile sınırlı kalmasın. Ailenizi, çocuklarınızı, sevdiklerinizi alıp getirin buralara. “İnsan tanımadığı şeyden korkar.” Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu tanıtın ki çocuklarınıza, abla ve ağabeyleri gibi mecburi hizmet kurasında bu beldelere gitmekten korkmasınlar. Onlar gibi, çok çok paralar versen bile buralara sağlık hizmeti vermeye gelmeyen bir nesil olmasınlar…” demiştim.
Bu iki yazıdaki ana mesaj aslında bugünlerde ülkemizin başındaki terör belasıyla ve hükümetin ve aklı eren herkesin ortaya koyduğu çözüm önerileri ile doğrudan ilişkili. “Bu ülke benim diyeceksen, ülkene sahip çıkacaksın. Birileri ölürken ve birileri sıkıntı içinde bu bölgelerde hizmet vermeye çalışırken, birileri ferah feza yaşıyorsa, bu ne birincilerin saflığından ne de ikincilerin açıkgözlülüğündendir.” Zaten o yüzden, bayraklı-tişörtlü, kadınlı-erkekli mitingler ne inandırıcı bulundu ne de sempati topladı. Anadolu insanı, orada ‘kendini paralayan’ tipleri ‘buralarda’ hiç görmemişti. Onların ‘buralara’ sadece hafta sonu turları ile ve olsa olsa sıra gecelerinde meşk etmek için geldiklerini çok iyi biliyordu.
Ancak Nietzsche’nin, “Bu dahil bütün genellemeler yanlıştır” dediği gibi, benim yukarıda yaptığım genellemelerinde istisnaları bulunmakta. Bu hafta Harran Üniversitesi Tıp Fakültesinin çok anlamlı konukları var. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalından 5 öğretim üyesi ders vermek üzere fakültemize teşrif ettiler. Bundan yaklaşık 1 yıl önce, daha önce kendisini tanıma bahtiyarlığına ermediğim Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı başkanı Prof. Dr. Gülşen Yakupoğlu’ndan bir elektronik mesaj almıştım. Prof. Dr. Yakupoğlu mesajında, “Taşrada Öğretim Üyesi Olmak” başlıklı yazımı okuduğunu, bu yazı ile kendisinin, yıllar öncesine gittiğini, o yıllarda kendi fakültelerinin kuruluş ve gelişme aşamasında çektikleri benzer sıkıntıları hatırladığını ve bu yüzden Harran Üniversitesi Tıp Fakültesine destek vermek amacıyla, bir grup arkadaşıyla birlikte, Üniversitemizden hiçbir maddi talepleri ve beklentileri olmaksızın, ders vermek üzere fakültemize gelmek için fakülte idaresi ile irtibata geçtiklerini ifade etmekteydi. Tabii bu haber benim için birkaç bakımdan sevindirici ve keyif vericiydi. Öncelikle, vermek istediğim mesajın duyarlı ‘birkaç iyi insan’ tarafından alınmış olması bana büyük bir mutluluk verdi. Bu ‘birkaç iyi insan’, mesajı sadece almakla kalmamış eyleme de geçmişlerdi. Prof. Yakupoğlu’nun aktardığına göre, kendisi bu yazıyı akademik kurulda okuyup düşüncelerini arkadaşları ile paylaştığında ilk anda 6 hocamız bu işe gönüllü olduğunu ifade etmiş.
Bugünlerde Prof. Dr. Gülşen Yakupoğlu, Prof. Dr. Burhan Savaş, Prof. Dr. Fevzi Ersoy, Doç. Dr. İnci Süleymanlar ve Doç. Dr. Murat Tuncer fakültemiz İç Hastalıkları Anabilim Dalında ders veriyorlar. Öğrencilerimiz derslerine farklı bir yerden gelen hocaların da giriyor olmasından dolayı son derece memnun. Asistanlar, deneyimli hocalar ile karşılaşmaktan ve onların bilgi ve becerilerinden yararlanabilecek olma şansı bulacaklarından dolayı mutlu. Üniversite ve Fakülte idareleri öğrenci ve asistanlarına böyle bir imkan sağlamış olmaktan dolayı gururlu. Ben ise, böyle bir şeye vesile olmanın keyfini sürüyorum. Benim bu keyfi, öğrenci ve asistanlarımıza da bu mutluluğu yaşamasını sağlayan, başta Prof. Dr. Gülşen Yakupoğlu olmak üzere bütün misafir hocalarımıza, bu hocalarımızın Antalya’dan Şanlıurfa’ya geliş-gidiş ve konaklama masraflarını üstlenen ilaç firmasına, hocalarımızın bu talebine olumlu karşılık veren Fakülte idaresine ve en önemlisi, Prof. Yakupoğlu’ndan bu teklif geldiğinde öğrenci ve asistanlarının faydasını gözeterek teklifi memnuniyetle kabul etme olgunluğunu gösteren İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Sabuncu’ya teşekkür ederim.
Ülkede güzel şeyler de oluyor. Yeter ki bunlar gibi ‘birkaç iyi insan’ı takdir edelim ve de onlara ‘birçok iyi insan’ daha katılsın…
Not: Tam köşe yazımı göndermek üzereydim ki, yazılı ve görsel medyaya bir haber düştü. Amerika’da Zack Dunlap adındaki 21 yaşındaki bir gence, geçirdiği kaza sonucunda beyin ölümü teşhisi konularak organları alınmaya hazırlanırken hemşirenin koluna sarılmış ve hayata dönmüş. Bu haberin sonucunu takip edeceğim ama şimdilik, ben “Beyin ölümü gerçek ölüm değildir, sadece ölüme giden yolda bir aşamadır”, dediğimde bana söylemediğini bırakmayanların kulaklarını çınlatmak istedim.