Bugünlerde üniversite yerleştirme sınavı sonuçları açıklandı. Öğrenciler aldıkları puanlara göre bölümlere yerleştirildiler. Üniversiteler de gelen öğrencilerin başarı puanlarını kendi başarılarının göstergesi gibi sunarak sıralamalarını duyurmaya başladılar.
Bir diğer itibar ölçüsü de dünya üniversite sıralamaları… Çeşitli kurumların hazırladığı bu listelerde üniversiteler kaçıncı sırada olduklarını ilan ediyorlar. Kriterlerini pek kimse bilmez ama üniversiteler ön sıralarda olduklarını vurgulamaktan mutluluk duyuyorlar.
Peki, bunlar gerçekten bir üniversitenin başarısını gösterir mi?
Başarı Çok Boyutludur
Bir üniversitenin başarısını tek bir sayıya indirgemek elbette doğru olmayabilir. Çünkü başarı çok boyutludur ve birçok göstergeyle değerlendirilebilir.
Örneğin akademik üretim kuşkusuz önemlidir; yayınlar, projeler ve atıflar bunun göstergesidir. Aynı şekilde eğitimin niteliği, öğretim kadrosunun yetkinliği ve öğrenci-öğretim üyesi oranıyla ölçülür. Öğrencinin kampüste yaşadığı deneyim, toplumsal katkılar ve kurumsal yönetim anlayışı da bu kriterler arasında gösterilebilir. Üniversitenin uluslararası ilişkileri, sanayi iş birlikleri, sosyal sorumluluk projeleri ve daha bir çok şeyi sayabiliriz.
Elbette bunlar önemli. Ama bana sorarsanız, bu büyük tablonun sonunda üniversite sınavına girecek öğrencileri, onlara rehberlik eden öğretmenleri, ailelerini ve toplumu en çok ilgilendiren en önemli, en kritik gösterge şudur: “Mezunların durumu nedir?”
Asıl Ölçüt: Mezunlar
Benim için bir üniversitenin başarısına ilişkin yanıt verilmesi gereken en önemli sorular şunlardır:
- Mezunlar, mezuniyetten bir yıl sonra ne durumdalar?
- Yüzde kaçı iş bulmuş?
- Kaçı aldığı eğitimle ilgili bir alanda çalışıyor?
- Hangi kademelerde görev alıyorlar?
- Ne kadar kazanıyorlar?
- Ve en önemlisi, hayatlarından ve üniversitedeki eğitimlerinden ne kadar memnunlar?
Türkiye’de üniversitelerin büyük çoğunluğu bu soruların cevabını bilmiyor. Oysa yurt dışında birçok üniversite mezunlarını sistemli biçimde takip ediyor. Fakültelerin girişinde, öğrenci merkezlerinde bu araştırmalara dair broşürler bulunuyor. Üniversiteler, öğrencilerinin sınav puanlarıyla değil, mezunlarının başarılarıyla övünüyor.
Bir Gömlek Hikâyesi
Bu durumu biraz da şöyle somutlaştırayım:
İki farklı tekstil atölyesinin gömleklerini düşünün. Aynı kumaş, aynı iplik, benzer makineler…
Ama biri kusursuz dikişiyle poşetten çıkar çıkmaz giyebileceğiniz kadar iyi; diğeri sökükleri ve yamuk dikişleriyle sizi geri götürmek zorunda bırakacak kadar sorunlu.
Farkı ve kaliteyi yaratan malzeme değil; anlayış, denetim, işçilik ve geribildirimle yeniden yapılanma…
Bence, üniversiteler için de aynı şey geçerli. Farkı yaratan şey, gelen öğrencinin puanı değil, onun dört yıl sonra nasıl bir mezun olarak hayata atıldığıdır.
Puan mı, Mezun mu?
Bir üniversite sıralamalarda üst sıralarda yer alabilir, araştırma bütçeleri milyarlarla ifade edilebilir, kampüsü dünyanın en modern kütüphanelerine sahip olabilir.
Ama eğer mezunları hayatta karşılığını bulamıyorsa, yani aldıkları eğitim onlara iş, değer, mutluluk ve katkı sağlamıyorsa bütün bu göstergelerin herhangi bir anlamı olabilir mi?
Üniversitenin görevi sadece bilgi aktarmak değildir; mezunlarına vizyon, yaşam kültürü, özgüven ve hayata bakış açısı kazandırabilmektir.
Eğer bunlar yoksa, sıralamalardaki yerin ya da yayın sayısının öğrenciler açısından önemi olabilir mi?
Mezunlarla Gurur Duyan Üniversiteler
Gerçek başarı, bence mezunların hikâyelerinde gizlidir.
Onların kurdukları işlerde, ürettikleri değerlerde, topluma kattıkları anlamda saklıdır.
Bu yüzden üniversitelerimizin sınav puanlarından ve sıralamalardan çok, mezunlarının hayatına dokunmaya odaklanması gerekir.
Ben demiyorum ki, üniversite giriş puanları bir gösterge olmasın; elbette onun arkasında da mezunlarının durumuna bakan öğrencilerin ve ebeveynlerin tercihe yönelik değerlendirmeleri de var. Ancak bu puanların ve diğer değerlendirme kriterlerinin ötesinde, mezunların durumunu kesinlikle değerlendirmemiz gerekiyor.
Bugün mezunlarının peşine düşen, onların başarılarını izleyen üniversiteler, inanıyorum ki yarının çok daha güçlü kurumları olacaktır.
Bir Adım Daha: İnsan Kaynağı Yönetimi
Burada karşımıza çıkan bir temel meseleye de parantez açarak değinmek istiyorum. Çünkü bu tartışmanın sonunda bizi götüreceği asıl soru ise şudur: İnsan kaynağımızı doğru kullanıyor muyuz?
Üniversitelerin mezun takibi yapmaması sadece onların eksikliği değil, aynı zamanda ülke çapında bir planlama sorununu da işaret etmiyor mu?
Ekonomik koşullar, iş imkânları, istihdam politikaları…
Bunların hepsi eğitimin sonuçlarını doğrudan etkiliyor.
Belki de bu noktada şunu söylemek gerekiyor: Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri, insan kaynakları yönetimidir. Doğru planlama yapılmadığında, eğitim sistemiyle iş dünyası arasındaki uçurum büyüyor. Bu planlamanın ilkokuldan başlayarak, Milli Eğitim Bakanlığı’nın temel vizyonlarından biri olması gerektiğini düşünüyorum.
Bunu da bir başka yazıda ele alırım…
Son Cümle
Sonuç olarak bu yazıda şunu demek istiyorum: Üniversitelerin gerçek başarısı, mezunların hayatına ve toplumun geleceğine nasıl dokunulduğunda saklıdır.
Sıralamalar geçicidir, ama yetiştirilen insanların topluma kattıkları ve katamadıkları kalıcıdır.
Nokta.