Kurban Bayramı yaklaşırken, çocukluğumdan bu yana kulağıma çalınan, ancak zamanla gündelik telaşların arasında silinip giden bir söz, geçen gün uğradığım kasap dükkânında yeniden hafızamda yankı buldu: “Etin yağlı olsun!” Bu dilek, ne zaman kurban kesiminden ya da bayram sohbetlerinden söz açılsa, büyüklerin dilinde bir temenni olarak yer alırdı. İlk bakışta basit bir iyi niyet ifadesi gibi görünse de, bu sözün ardında yatan kültürel derinlik ve toplumsal değişim üzerine uzun uzun düşünmeden edemedim. Zira günümüzde, etin yağlı kısmı pek makbul sayılmaz; doktorlar uzak durmamızı öğütler, sofralarda çoğu zaman bir kenara ayrılır. Peki bu söz nerden geliyor ve ne anlama geliyor. Ancak, sonradan okuduğum kitap ile durumu çözdüğümü düşünüyorum.
Türk Tarih Kurumu tarafından basılmış “Çin Kaynaklarında Türkler, Han Hanedanı Tarihi Bölüm 94A/B, Hsiung-Nu (Hun) Monografisi” [1] kitabını okuyunca durum netliğe kavuştu. Bilindiği üzere Türklerin en eski tarihi Hunlarla başlamakta ve ilk ayrıntılı bilgiler Çin resmi hanedanlık kayıtları olan Shih Chi ve Han Shu’da yer almaktadır. Ayşe Onat, Sema Orsoy ve Konuralp Ercilasun tarafından yayıma hazırlanan kitabın ilk sayfasında şu bilgilere yer verilmektedir:
Hsiung-nu’ların ilk atası Hsia Hou Ailesi’nin neslinden olan Ch’un-wei’dir. T’ang ve Yü (dönemlerinden) önce, Shan(:Dağ) Jung’lar, Hsien-yünler ve Hun-yü’ler kuzey sınırlarında otururlar, otlakları takip ederek hayvan yetiştirir ve yer değiştirirlerdi. Yetiştirdikləri hayvanların çoğu at, sığır ve koyundu. Nadir hayvanları ise deve, eşek, katır, chüeh-t’i, t’ao-t’u ve tien-hsi idi. Su ve otlakları izleyerek hareket ederlerdi. Surlarla çevrili [bir] şehirleri, sürekli oturdukları [bir] yer ve tarım yapmak gibi [bir] uğraşları yoktu. Ancak, yine de herkesin kendine ait [bir] toprağı bulunurdu. Yazışma-çizişmeleri yoktu, sözlü olarak andlaşma yaparlardı. Erkek çocuklar koyuna binerek kuş ve farelere ok atar, biraz büyüyünce tilki ve tavşanları avlayıp [bunların] etini yerlerdi. Askerleri yay çekebilen güçlü, zırhlı süvarilerdi. Adetlerine göre, normal zamanlarda hayvancılıkla uğraşır, yabanı hayvan avcılığı yaparlardı. Olağanüstü durumlarda ise savaşmak için talimde bulunurlardı. Bu onların en doğal özelliği idi. Uzun menzilli silahları yay ve ok, yakın döğüş silahları ise kama ve mızraktı. Kazanacaklarını [anladıklarında] ilerler, kaybedeceklerini [sezdiklerinde] geri çekilirler [ve] kaçmaktan utanmazlardı. Menfaatleri için, protokol ve görgü kurallarını tanımazlardı. Hükümdarından halkına kadar herkes yetiştirdiği hayvanın etini yer, derisini giyer, postuna sarınırdı. Güçlüler [etin] yağlı ve güzel kısmını, yaşlılar ise onlardan arta kalanı yerdi.
Yukarıda yazılanlardan anlaşılacağı üzere Hunlar at, sığır ve koyun gibi hayvanlara sahiptirler. Şehirlerde oturmaz, tarım yapmak gibi bir dertleri yoktur. Küçük yaştan itibaren ok ve yay çekmeyi öğrenirler. Savaşta kazanacaklarını anladıkları durumda ilerlerler ancak kaybedeceklerini anladıklarında geri çekilirler. Menfaatlerini ön planda tutarlardı. Burda sorulacak soru şudur: Neden güçlüler etin yağlı ve güzel kısmını yemektedirler? Bunun cevabını ise ilerleyen bölümlerde yer alan Han elçisinin Hsing-nu’ların yaşlılara değer vermeme gibi bir gelenekleri olduğunu söylemesine karşılık olarak,
Han geleneklerine göre kışlaya gönderilmek üzere orduya katılan askerlere olduğunda, yakınları, kendi arzularıyla sıcak ve kalın elbiseleri ile birlikte en iyi yiyecek ve içeceklerini giden askerlere vermezler mi?
diye sormuştur. Han elçisi ise “evet öyle” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Hsiung-nu elçisi ise,
Hsiung-nuların başlıca uğraşlarının savaş olduğu açıktır. Yaşlı ve zayıflar savaşamadıklarından dolayı yiyecek ve içeceklerinin en iyisini güçlü ve sağlıklı olanlara vererek kendilerini güvence altına almış olurlar. Bu yolla baba-oğul her biri karşılıklı olarak birbirlerini kollarlar. Bu durumda, Hsiung-nuların yaşlıları küçük gördüğü nasıl söylenebilir.
şeklinde karşılık vermiştir. Yukarıdaki alıntılardan da anlıyoruz ki hem Hunlarda hem de Çinlilerde askere gidenlere yiyecek ve içeceklerin en iyisi verilir. Hunlarda yaşlı ve zayıflar savaşmadıklarından yiyecek ve içeceklerin en iyisini güçlü ve sağlıklı olanlara vererek kendilerinin de huzurlu bir hayat sürmesini temin ederler. Böylece halkın içinde karşılıklı olarak birbirlerini kollarla.
Ayrıca bugün herkes bilmektedir ki insan ve hayvanların vücutlarında biriken yağ onları zorlu ve soğuk tabiat şartlarına karşı korur. Buradan hareketle, Hunlarda özellikle güçlü ve sağlıklı olanlar Çinin kuzeyindeki soğuk iklim şartlarında hayatta kalabilmek ve daha iyi savaşabilmek amacıyla etin yağlı kısımlarını yerler.
Dolayısıyla, Hunların güçlü ve sağlıklı olmalarını etin yağlı ve güzel kısımlarını yemelerine borçludurlar.
Sonuç olarak,
Bugün bizim iyi dilek olarak söylediğimiz “etin yağlı olsun” sözünün Hunlar zamanından kalma bir yaşam biçiminin bugüne yansıması olarak algılamak gerekir.
Sözün özü:
Galiba atalarım Hsiung-Nu’lar.
Başka Hsiung-Nu var mı?
Kaynaklar
[1] Onat, A., Orsoy, S. & Ercilasun, K. (2004). Çin kaynaklarında Türkler: Han hanedanlığı tarihi, bölüm 94 A/B: Hsiung-nu (Hun) monografisi: açıklamalı metin neşri. Türk Tarih Kurumu.