Bir önceki yazımda rüyalar üzerine düşüncelerimi paylaşmıştım. İlgili yazımda da betimlemeye çalıştığım üzere, dil kavramı bizi diğer tüm canlılardan ayıran en temel araçlardan biridir. Bu yazımda ise bazı harfler üzerinden, anlam, merak ve anlayamamanın nasıl birbiriyle iç içe geçtiğini keşfetmeye çalışacağım. Tedavi amaçlı bize başvuran danışanlarımızın söyledikleri kadar, söyleyemedikleri veya ne söyleyeceklerini bilmediklerinden söylemedikleri de bir o kadar önemlidir. Söze dökülmemiş veya dökülememiş olanı bulup ortaya çıkarmak, bir psikiyatristin en önemli görevidir. Nasıl bir cerrahın en önemli silahı elleriyse, bir psikiyatristin en güçlü aracı da sözler ve sözcüklerdir. Bu yazımda; harfleri, kelimeleri ve duygusal yüz yanıtlarımızı, “anlayamamak” kavramı üzerinden bütünleştirmeye yönelik kurgusal bir deneyim sunmaya çalıştım. Herkese iyi okumalar dilerim!
—————————–
Birisinin bize birşey sorduğunu farz edelim ve sorduğunu anlayamadığımız için anlayamadım cevabını verelim. Bizim anlayamadığımızı ‘anlayamadım‘ kelimesini kullanarak betimlediğimizi karşımızdaki tarihte ilk kez nasıl anlamış olabilir ? Muhtemelen o da bizim cevabımızı başlangıçta anlamlı bir cevapmışcasına değerlendirip bize sorduğu soruya anlamlı bir yanıtmışcasına tekrarlatma eğilimine girmiş olabilir; ve bize dönerek ‘anlayamadım’ ( evet bir cevap verdin bana ama biraz daha ipucu ver lütfen anlamında )demiş olabilir( sözümüzü bize tekrarlayarak). Onun ‘anlayamadım‘ kelimesi bizimkinden farklı olarak ‘bana söylediğin anlayamadığım kelimesini anlayamadım‘ ifadesini taşır. Ve biz gerçekten anlayamadığımızı bu sefer betimleyebilmek için muhtemelen ‘bilmiyorum‘ deriz. Anlayamamak iki kişi arasında taraflardan birinin o an dikkat ortaklığı kurmadığı ya da kuramadığı pek çok türden alan(-ların)varlığına işaret eder. Bir kişinin anlayamaması değildir oysa sorun; sorun ya da ilgi çekici alan bireyin ‘anlayamadığını anlamasıdır‘. Ne olur da insan bir konuda anlam arayışı içine düşer ve bir anlam bulamayıp ‘anlayamadığını‘ düşünür ya da dile getirir? İnsanlar; anlayamama kavramı ile ilk kez kaç yaşında tanışırlar ? Onları bu tanışıklığa zorlayan kimdir ? (Kimi zaman ‘hiçbir şey anlamıyorsun’ diyen ebeveynler mi ?) Bunun böyle olmadığına eminim ! Bu olsa olsa çok iyi bir rasyonel olur ! Anlayamama üzerine programlandık çünkü bize öyle dendi küçükken şeklinde bir akla uygunlaştırma olur sadece.
Peki, o halde anlayamamak gerçekte nedir? Anlayamamak, bir kelime olmanın ötesinde ve öncesinde ne olabilir? Bir yakındaşlık kurmak adına “anlayamamak”, bir öteki kişinin yokluğunda (yani anlayamadığımızın hesabını ya da cevabını vereceğimiz öte kişinin yokluğunda) kör kalmış, cevap bulamamış süregiden bir meraktır özünde. Tersten okuyacak olursak, birilerinin bizi merak etmesini istiyorsak, sözlerimizi ve davranışlarımızı (bilinçdışı düzeyde) anlaşılamayacak bir düzlemde kurabiliriz. Böylelikle, bizi anlayamayan ötekinin bize ve söylediklerimize merakı bir müddet süregidecektir. Tabii burada bireyi bekleyen tehlike, ötekinin kişisel merakına dair bu huzursuzluğunu kelimelerle giderme olasılığıdır. Böylelikle, merak edilme arzusu taşıyan bizler, bunun bedelini “acayip / değişik biri” damgası yiyerek de ödeyebiliriz. Anlayamamanın kör kalmış, süregiden bir merak olduğunu belirtmiştik. Bu yeterli değil; anlayamayan, gözlerini ve ağzını çoğu zaman hafiften de olsa açar. Gözler açılır çünkü dikkat artırılmalıdır; etrafta olan tekrar kolaçan edilmelidir. Ağız açılır çünkü dil, anlam verilemeyene kelimelerin gücüyle anlam vermek zorunda hisseder (Allah Allah, vay, ne oluyor vs.).
Anlaşılamayan, anlaşılma arzusunda olandır; bunun garantörü ‘anlayamadım‘ sözüdür. Kendini tanımayan, kendini anlayamayan insan ötekini/ dünyayı anlamaya soyunur . İnsanın ‘şeytani‘ çekirdeği belki de budur. Başa dönüp anlayamadım diyen kişinin alternatif kelimelerini bulalım. Ne ? Nasıl ? Anlayamadım ? Pardon ? kelimeleri bunlardan birkaç tanesi olabilir. Sonuncusu ( pardon kelimesi); bir kusura işaret eder. Pardon kelimesini söylerken (anlayamadığımızı belirtme amaçlı) bir soru işareti vurgusu yaparız kelimenin melodisinde; tamam anlayamadım ama bu kusur senden mi yoksa benden mi henüz bilemedim der gibiyizdir. Kusurun olduğu yerde muhakkak bir öfke kabarır. ‘Ha öyle sorsana’ (sen yetersizsin) ya da ‘ha şimdi anladım‘ (ben yetersizim) şeklinde. Oysa her ikisi de aynı kapıya çıkar: Anlayamayan öfkelidir; öfkeli olan anlayamamış, olup bitene bir anlam verememiştir çoğu zaman. O halde anlayamadığı anda gözlerini ve ağzını bir merakın izdüşümünde açan insanın yüzünde gizli saklı da olda bir öfke izi buluruz / bulmalıyız . İşte o iz yüzde ‘kulaklardadır‘ ; bunun kulaklarda nasıl ve ne şekilde göründüğünü açıklayacağım ama önce ‘ha anladım ya da ha anladımmmm‘ sözleri üzerine biraz yoklama yapalım.
Yabancıların ‘ oh yeah‘ kelimesinde de vardır bu şaşkınlık ve kimi zaman anlamış olmanın mutluluğu ; H düşünmenin harfidir ; son çivinin akıl tahtasına çakıldığı harftir . Sonunda anlamanın harfidir . Hayret (merak uyandıran henüz anlaşılamamış olan ) kelimesi burdan gelir. Anlam ve merak hususlarında ; ‘ H ‘ ve ‘ M ‘ harfleri ortaklaşa çalışır. Ne ? Nerde ? Nasıl ? W’h’o ? W’h’ere ? W’h’y vs . Anla-m , M-ean; bu merakın yine aynı harf (M) üzerinden giderilmeye başlamasıdır. Oysa ‘anlayamamak‘ görünen olması bekleneni görememiş olmaktır. Dikkat kesilmek için açıldığını belirttiğimiz gözümüz olayı çözememiş, çözemediğimiz anlamsızlığın yükü ve öfkesi ile başbaşa kalmışızdır. Bir ses duyarız o an; sanki bizden değildir o ses, sanki bir başkasının sesidir o ; ve bize bu anlamsızlık seni öldürecek der gibidir. Bu dünyada senin anlayamadığın ve anlayamayacağım şeyler geçmişte oldu, şimdi oluyor ve gelecekte de olacak der gibidir. Bir korkuya evrilir öfkemiz kulaklarımız aracılığıyla. Unutup öfkemizi ; ‘ bize zarar verecekleri ‘ duymaya başlar ve kaçarız; şimdi okuyucudan da kaçma zamanı..