Tarihin Akışını Değiştiren Olay ve Zafer Ayı
Ağustos ayı Anadolu’nun barış, huzur ve İslamiyet’le tanışması bakımından bereketli bir zaman dilimidir. Tarihte İslâm’ın tebliğ ve gelişmesine zemin hazırlayan bazı dönüm noktaları olmuştur. Hicret, Bedir muharebesi, Hudeybiye antlaşması, ecdadımızın topluca Müslüman olması, Malazgirt savaşı, İstanbul’un fethi, Çanakkale muharebesi ve 30 Ağustos Zaferi gibi tarihin akışını etkileyen olaylar bunlardan birkaç tanesidir. 26 Ağustos 1071 yılında düşmanların Anadolu üzerindeki kötü emelleri kursaklarında bırakılmış ve İslâm’ın doğudan batıya akışı sağlanmıştır. Keza asırlar sonra Afyon, Kütahya ve Eskişehir hattına kadar yaklaşan düşman yine 30 Ağustos’ta geri püskürtülmüştür. Böylece bu ayda meydana gelen savaşlar askeri yönden başarılı olduğu gibi mana bakımından da “İslâm’ı Anadolu sınırları içine yaymak ve istikrarlı hale getirmek” gibi yüce bir hedefin başlangıcı olmuştur.
Anadolu, İslâm’ın doğuşundan itibaren yönünü kıbleye çevirmiştir. Bunun en güzel örneği, Sahabe ve Tabiin başta olmak üzere birçok İslâm büyüklerinin fetih, hicret ve tebliğ amacıyla Anadolu topraklarına gelip yerleşmiş olmalarıdır. Ülkemizin değişik yerlerinde karşılaştığımız kabir ve türbeler, bunun en canlı şahitleridir. Bu bağlamda atalarımız da fazla gecikmeden İslâmiyet’le tanışmışlardır. Yaklaşık iki asır devam eden temas ve ihtida olayları sonunda; milletimiz İslâm’la kucaklaşmıştır. Ahmet Cevdet Paşa bu toplu ihtidanın, İslâm’ın tebliğ ve gelişmesine olan katkısına dikkat çekerek “bu kadar halkın def’aten Din-i İslâm’a dahil olmaları, âlem-i İslâmiyet’te vukuat-ı mühimmedendir” demiştir.
Dirayetli Bir Komutan
Abbasi Halifesi El Kaim Bi Emrillah tarafından 24 Ocak 1058 tarihinde Selçuk hükümdarı ve “Sultanü’l İslâm” olarak ilân edilen Tuğrul Bey bir hastalık sonunda 4 Eylül 1063 Cuma günü vefat etmiş ve yerine yeğeni “Alp Arslan” Sultan olmuştu. Malazgirt savaşına kadar 8 yıl hükümdarlık yapan Alp Arslan, Azerbaycan, Kafkasya, Suriye ve Doğu Anadolu’ya yönelik fetihlerle otoritesini koruyordu. Bu gelişmelere karşı rahatsız olan Roma İmparatoru “Romanos Diojenes” İslâm’ın Anadolu’ya girmesini önlemek için caydırıcı tedbirler almıştı. Kendisine ihtiyatlı olması tavsiye edilmiş ise de bu ikazdan ders almamış aksine Frank, Norman, Slav, Gürcü, Ermeni, Peçenek ve Uz’lardan oluşan iki yüz bin kişilik bir ordu ile 13 Mart 1071 tarihinde İstanbul’dan Malazgirt’e doğru yola çıkmıştı. Orduda büyük harp aletleri özellikle 1200 kişi tarafından idare edilen ve dönemin en büyük silahı sayılan bir mancınık da vardı. Kararları kesindi. Alp Arslan’ı ve ordusunu yok ettikten sonra İran’a girmekti. Diojenes’in bu mağrur tavrını ve hayalini öğrenen Alp Arslan süratle elli bin kişilik bir ordu hazırlamıştır. İslâm’ın ruhunu yüceltmek ve Onu yaymak uğruna gazi veya şehit olmak gibi heyecan dolu gayelerle ordusuna moral vermek suretiyle savaşa hükümdar olarak değil bir muharip şeklinde katılacağını ilan etmişti. Ok, yay, kılıç ve gürz gibi yakın vuruşma silahlarını kuşanarak savaş başlamadan önce bir kez daha sulh teklifinde bulundu. Bu teklifi karşı tarafa götüren heyet olumlu cevap alamadığı gibi Diojenes diplomasi ve nezakete uymayan şu tehdit içerikli sözleriyle cevap vermişti: “Sultanınıza söyleyin. Kendisiyle sulh müzakerelerini Rey’de yapacağım. Ordumu İsfahan’da kışlayacağım, hayvanlarımı da Hemedan’da sulayacağım.” zeki ve hazır cevaplı olan heyetin temsilcisi Sav Tiğin (bey- prens) hükümdara şu cevabı vermişti: “Atlarınızın Hemedân’da kışlayacaklarından eminim. Fakat sizin nerede kışlayacağınızı bilemiyorum”.
Artık savaş kaçınılmazdı. Bütün İslâm dünyasına, 26 Ağustos 1071 Cuma günü hutbelerde okunmak üzere şu dua tavsiye edilmiştir. “Allah’ım! İslâm’ın sancaklarını yükselt ve hayatlarını sana kulluk için esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma. Alp Arslan’ı düşmanlarına muzaffer kıl ve askerlerini meleklerince teyit eyle. O senin rızanı kazanmak için varını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. Sen onu koru ve düşmanlarını da kahret!” Ayrıca Sultan Alp Arslan imamı Muhammed bin Abdulmelik’e harp hakkındaki kanaatini sorduğunda ondan şu ümit dolu cevabı almıştır. “Sultan’ım, siz İslâmiyet uğrunda cihad yapıyorsunuz. Bütün Müslümanların minberlerde dua ettiği Cuma günü savaşa giriş. Ben, Allah’ın zaferi sizin adınıza yazdığına inanıyorum.”
Orduya Cesaret ve Moral Vermek
Nihayet Alp Arslan 26 Ağustos günü, Cuma namazını kıldıktan sonra ordusunu topladı. Herkesin önünde atından inip secdeye kapanarak Allah’a şöyle yalvardı: “Yarabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Allah’ım! niyyetim halistir. Bana yardım et…” Duadan sonra komutanları vasıtasıyla askerlerine şu mesajı yayınladı. “Burada Allah’tan başka Sultan yoktur. Emir ve kader tamamıyla Onun elindedir. Ben, Sultanlığımı değil, şehadetimi düşünüyorum. Benimle birlikte savaşmakta veya savaşmayıp uzaklaşmakta serbestsiniz. Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. Melikşah’ı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Savaşı kazanırsak, önümüzde çok hayırlı günler olacaktır.”
Nihayet tarihin en büyük savaşlarından biri olan Malazgirt Muharebesi aynı gün öğleden sonra başladı. Alp Arslan iman, dua, irade ve azmin dışındaki maddi güç ve planları da hazırlamayı ihmal etmemiştir. Ordusunu bir hilal şeklinde açarak önemli kuvvetleri yanlara kaydırmıştı. Düşman zayıf bulduğu merkeze yüklenip ilerlerken kıskacın içine çekildiğini bilmiyordu. Akşam saatlerinde Alp Arslan sağ ve sol kanatlara taarruz emrini vermiş bir anda tekbir sesleriyle hücuma geçen ordu Bizanslıları çember içine alarak mağlup etmiştir. Hükümdarlarının da içinde bulunduğu esirler guruplar halinde teslim alınmaya başlandı. Böylece Sultan Alp Arslan’ın savaş öncesinde aldığı maddi ve manevi tedbirler sonucu iki yüz bin kişilik Bizans ordusunu etkisiz hale getirmiştir. Artık Anadolu İslâm’ın sadakatin, adaletin, barış ve huzurun adresi olmaya başlamıştı. Bundan böyle doğudan batıya doğru akınlar ve fetihler devam edecekti. Romanos Diojenes’in esir sıfatıyla Sultan Alp Arslan’a arzı ve ondan gördüğü muamele ise dünya tarihinde eşine az rastlanan ders ve ibretle dolu bir olaydır. Çünkü Diojenes esirlerle huzura getirildiğinde öldürülmesini beklerken Sultan Alp Arslan’ın şu sözlerine muhatap olmuştur. “İmparator! müteessir olmayınız, insanların maceraları böyledir. Size esir değil, bir hükümdar muamelesi yapacağım.” Daha sonra özel bir çadır kurdurttu; hizmetliler verdi ve kendisine eş değer bir misafir şeklinde ağırladı. Böylece esir olarak bulunan düşmanına karşı bile merhamet, itidal ve insanlık duygularının en güzel örneğini göstermiştir.
Zafer İnananlarındır
Malazgirt zaferi Müslümanların güven, itibar, heyecan, birlik ve cihad duygularının kuvvetlenmesine sebep olmuştur. Hatta devrin şairleri bu zaferi Hz. Ömer zamanında Bizanslılara ve Sasanilere karşı kazanılan Yermuk ve Kadisiye gibi büyük zaferlerle kıyaslayarak muzaffer olan komutan ve askeri tebrik etmek suretiyle övgü dolu kasideler yazmışlardır. Artık zaferden sonra doğudan batıya akınlar başlamıştı. Akıncılar Anadolu’yu benimsediler ve gittikleri yerlerde ikamet ettiler. Orada teşkilatlanıp yerli halkla kaynaşarak bir bütünlük sağladılar. Böylece Anadolu İslâm’ın kültürel zenginlikleriyle kucaklaştı, teşkilatlar kuruldu, millet ve devlet olmanın sevinci yaşandı. Bu kıtanın sınırları aşılarak Balkan Yarımadasına adım atılmaya başlandı. Daha da önemlisi orta çağın kapanmasını ve yeni bir çağın açılmasını sağlayan İstanbul’un fethine o yıllardan itibaren zemin hazırlandı.
Konuyu İslâm’ın Anadolu’ya girişini değerlendiren Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun şu cümleleriyle tamamlayalım. “… Zamanında bütün İslâm dünyasında derin akisler uyandıran Malazgirt muharebesinin, neticeleri bakımından ehemmiyeti ölçüsüzdür. Anadolu onun hediyesidir. Tarih boyunca, milletimizce kazanılan yüzlerce meydan muharebesinden bugün ele ne kaldığı düşünülürse, Malazgirt’in değeri iyice anlaşılacaktır. Malazgirt, aynı zamanda milli varlığımızda köklü değişikliklere yol açmış; zaferi takip eden yıllarda Anadolu’yu vatan edinen Türk boyları, İslâmî akîdeler ile birlikte, eski bozkır yaşayış ve telakkilerinden büsbütün farklı tefekkürü, edebiyatı ve dünya görüşü ile toprağa bağlı taze bir cemiyet haline inkîlap etmiştir ki, bundan sonra, yerleşik medeniyet unsuru olarak cihan tarihinde çok verimli hamleler yapmak imkânını kazanmıştır.”
Not: Bu cümlelerden sonra Yüce Allah’tan en büyük temennimiz Gazze’deki Müslüman kardeşlerimizin de en kısa zamanda kurtuluşa ermeleridir. Biliyoruz ve inanıyoruz ki beşer olarak sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz takdirde Allah’ın iradesi, kudreti ve merhametinin müminlerle olacağından şüphemiz yoktur.