İnsana/kişiye karşı işlenen cinayet tek bir fiilden doğabildiği gibi aşamalı ve tedrici olarak da işlenebilir. Kişinin canına karşı kasten planlayarak, tasarlayarak, iştirak halinde, özgürlüğün ihlali ve alıkoyma neticesinde canavarca hisle birden fazla cürüm ortaya konulabilir ve yaşadığımız birçok katl olayı bunu ispatlamaktadır.
TCK’nın suçların içtimaı başlığı altında bu durum, bileşik suç, zincirleme suç ve fikri içtima (tedahül: hadlerde tedahül, cinayetlerde tedahül) şeklindeki alt başlıklarla düzenlenmiştir. Bileşik suç durumunda tek suçtan bahsedilirken, zincirleme suç ve fikri içtima durumlarında birden fazla suçun içtimaı söz konusudur. Birden fazla suç oluşup oluşmaması noktasında ise fiil ve neticenin tekliği ve çokluğu değil, tipikliğin ihlali hususu değerlendirilmeli ve gerçekleşen suç sayısı bu şekilde tespit edilmelidir [1]. İdam cezasının yani kavedin (kısas) diğer tüm suçları eritebileceği üzerinde düşünülmelidir. İslâm ceza hukukunda uygulanacak olan cezanın aynı türden olması önem arz eder. Eğer içtima durumunda oluşan haksızlıklardan ötürü aynı türden bir ceza uygulanacaksa bunlardan en ağırı uygulanır [2].
“İslâm ceza hukukunda suçun iştirak halinde işlenmesi durumunun görünüşte içtimaa yönelik bir yansıması bulundur. Kasten adam öldürme suçunun iştirak halinde işlenmesi halinde, müşterek faillerin fiilleri fesad çıkarma kapsamında değerlendirilerek, kısas değil doğrudan idam müeyyidesi tatbik edilecektir. Dolayısıyla, İslâm ceza hukuku sistematiği içerisinde, tek faille işlenebilen suçların birden fazla faille işlendiği takdirde özel norm kapsamında farklı bir suç olarak değerlendirilebileceği ve tek faille işlenebilen suçun unsurlarını ve korunan hukuki değerini ihtiva eden bu özel norm faillere uygulanabilecektir [3].”
- Anayasa ve Türk Ceza Kanunun’da (TCK) Düzenlenen Suçlar
Biz burada suç ve ceza kavramları ile İslâm ceza hukukunda suç ve ceza yaklaşımlarının detaylarına girmeyeceğiz. Ancak genel anlamda mukayese edebilecek bir fikir elde edilebiliriz. Cinayet kavramına İslâm ceza hukukunda geniş anlam verildiği de düşünülürse TCK’da yer alan suçların İslâm ceza hukukunda kişiye karşı işlenen suçlarla ilgili dile getirilenlerle birlikte değerlendirme imkânını elde etmiş oluruz. Bu sayede Zeki Hafızoğulları ile Devrim Güngör’ün Türk Ceza Hukukunda Cezaların Tasnifi başlıklı makalede dile getirdikleri ile şu an mer’î olarak uygulanan TCK’daki yapılan düzenlemeleri anlamamız kolaylaşacaktır [4].
Onların dile getirdikleri sonuca göre suçların kanunda dört ana gruba ayrılması kuramsal ve pratik olarak, özellikle münferit hükümlerin yorumunda bir yarar sağlamayacaktır. Bu açıdan bakıldığında, Kanunun “Uluslararası Suçlar” dediği suçlar, aslında kişiye karşı suçların bir alt kategorisi olarak düşünülmelidir. Çeşitli tezahürleri ile kişinin bağımsız bir kategori olarak cezai himâyenin konusu yapıldığında, kategorinin ismi “Kişilere Karşı Suçlar” değil “Kişiye Karşı Suçlar” olmalıdır.
Türk Medeni Kanunu’nda “kişiler” yoktur, “kişi” vardır. Bütün suçların topluma, dolayısıyla onun siyasal tezahürü olan devlete karşı işlenmesi dolayısıyla, suçların bir kısmının “Topluma Karşı Suçlar” olarak tasnif edilmesinin doğru olduğunu düşünmemektedirler. Eğer “Kamu” ile toplum aynı değil ise bu suçların “Kamuya Karşı Suçlar” olması gerekir. Fransız Ceza Kanunu’ndan alındığı izlenimi uyandırmakla birlikte, Devlet denen Kamu Tüzel kişisinin çıkarlarını himaye etmesinin sağlanması bakımından söz konusu suçların, “Millete ve Devlete Karşı Suçlar” olarak ile ifade edilmiş olmasının da isabetli olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bunun sadece “Devlete Karşı Suçlar” olarak ifade edilmesi onlara göre daha doğrudur [5].
Kanun’da suçun hukuki konusu esas alınarak yapılmış bilinçli bir tasnife rastlanmaz. Suçların tasnifi ise rastlantısaldır. Onlara göre bu durum, münferit hükümlerin yorumunu zorlaştırmakta, hatta keyfileştirmektedir. Birçok suçun tanımının eksik, yetersiz, hatta yanlış olduğu gözlenmektedir. Bu Kanun açığının ya da keyfiliğin önüne geçilebilmesi ya da tarihi kanun koyucunun yorumda yol açtığı keyfilik batağına düşülmemesi için, bu sorunun giderilmesi ancak hâkimin, kanun koyucunun yerine geçmeye kalkışmadan 765 sayılı kanun zamanında oluşmuş olan doktrin ve uygulamayı göz ardı etmemesi ile sağlanabilir [6].
Kanun koyucu, Türk Ceza Kanunu’nun özel hükümlerinde rastlanan yanlışlar, eksikler ve yetersizliklerin giderilmesine katkıda bulunmalıdır. Kanun, henüz yürürlüğe girmeden birkaç kez değiştirilmesine rağmen; 219/4. madde örneğinde olduğu gibi, hala yanlışlık, eksiklik ve yetersizlikleri gidermemekte ısrarcı olmak, kanun koyucunun tabiatına hiç uygun düşmemektedir [7].
Nihayetinde dile getirilmek istenen ceza hukukunda genel hükümler ve özel hükümler ayrımı ile “suçun maddi anlayışı” ve “suçun şekli anlayışı” tartışması merkezinde yer alan suçun hukuki konusuna dikkat çekmek istenmiş olmalıdır. Gerçekten suç, bir ihlal fiilidir, hukuki bir değer veya menfaati ihlal eder. Bu demektir ki, suçla ihlal edilen, ceza ile korunan, böylece hukukilik kazanan beşeri değer veya menfaat, suçun hukuki konusunu oluşturmaktadır. Tabi ki suç ve ceza sorununda hukuki fikir yürütmenin ana hareket noktası en üst norm olan Anayasamızdır.
2. Anayasa’ya Karşı İşlenen Suçlarla İlgili Mevcut Düzenlemeler
Bu konuda aklımıza ilk gelecek olan suçlar kamu düzenine karşı işlenen suçlar ve bu suçların cezalarının nasıl düzenlendiği ile ilgilidir. Anayasayı ihlal suçlar, hükümete ve Yasama organına karşı işlenen suçlar ilk akla gelenlerdir. Hukuk kuralları koyma ve kamu gücünü kullanma tekeli devleti yönetenlerin elindedir. Ancak burada kanun koymada, kuralsızlık ve başıboşluk yoktur. Modern devletin maddi özünü cebir kullanma tekeline sahip bulunan siyasal iktidar oluşturur yani o anki egemen güç. Cebir ve tehdit kavramlarının hukuki anlam ve içeriği hakkında Anayasayı ihlal suçunun gerekçesine bakılmalıdır.
Devleti meydana getiren dinamik unsur siyasi iktidar olduğuna göre, bir devletin mevcudiyeti ve devamı iktidarın himayesine bağlı olduğunu herkes kabul etmelidir. Bunun içindir ki, hukukun en eski günlerinden bu yana değişik sistemler içinde siyasi kuvvetler himaye edilmiştir. Devlet otoritesinin mevcudiyeti ancak siyasi iktidarın himayesiyle mümkündür. Devlet mefhumunun hukuki ve politik karakterini ortaya koyan siyasi iktidar realitesi, devleti diğer topluluklardan ayıran önemli bir kriterdir.
Ülke ve Millet mefhumlarını bir birlik ve siyasi organizasyon halinde ortaya koyan unsur siyasi iktidardır. Bu bakımdan devletin varlığını tehlikelere ve fiili karşıt hareketlere karşı himayesi bir zaruretin icabıdır ve devlete devlet vasfını veren iktidar unsuru bu himayenin en önemli parçasını teşkil eder. Ancak bu himaye demokrasilerde hiçbir zaman fikrin cezalandırılmasına hak vermez. Anayasal anlamda suç denirse siyasal iktidar düzeni ve fonksiyonları aleyhine işlenen cürümler akla gelir.
Mülga 765 sayılı TCK’nın 146.(5237 sy.TCK’nın 309.) maddesi, siyasi iktidar ve anayasal düzeni himaye eder. Düzen aleyhine maddi fiillerde, icra hareketlerinin mevcudiyeti aranır. Siyasi iktidar düzeni aleyhindeki fiiller, mevcut müesseseleşmiş prensiplere ve düzene karşıdır. Anayasal düzen aleyhine yapılacak bir fiil tabii olarak ideolojik prensibin de ihlali anlamı taşır. İktidarı ele geçirmek için yapılacak bir ihtilal, hem anayasanın kabul ettiği iktidara geliş müessesesini ve hem de demokratik hayat ideolojisini ihlal etmiştir.
Anayasayı değiştirici kuvvet başarı kazanmış bir darbe olduğu takdirde durum ne olacaktır? Mahkemelerin darbe ile gelmiş iktidarları, iktidarda bulundukları müddetçe yargılayabilmeleri imkânı yoksa da, iktidarın sona ermesinden sonra bunların yargılanabilmeleri mümkün olmalıdır.
Askeri darbenin maddi cebir içerdiği tartışmasız bir gerçektir. Bu itibarla darbe sonrası suçun tamamlanması yani zarar suçuna dönüşmesinde de eylem suç olma vasfını korur.
Devletin kudret ve kuvvetini kullananlar da bu suçun faili olabilirler. Anayasal düzenin öngördüğü demokratik teamüller dışında sistemin değiştirilip yeni bir düzen kurulması halinde, darbe yapanların, kendilerini hukuki yönden de takip edilmez kılmaya çalıştıkları bir vakıa olduğu gibi devlet kudretini kullanarak iktidarı ele geçirenleri yargılayamamak fiili bir durum oluştursa da eylemi suç olmaktan çıkarmayacaktır. Yargılama önündeki hukuki ve fiili engellerin kalkması halinde yargılanmaları mümkündür.
3. Kişiye Karşı İşlenen Türk Ceza Kanun’unda Düzenlenen Suçlar
Aslında bu suçların düzenlendiği Kanun TCK olduğuna göre devamı gelecektir. 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu 26.09.2004 tarihinde kabul edilmiş olup, 12.10.2004 tarihinde 25611 sayılı Resmi Gazetede yayına girmiştir. Söz konusu kanun toplamda 345 madde içerdiği görülür. TCK’da düzenlenen suçlar başlıklar halinde şunlardır:
- Uluslararası Suçlar
- Hayata Karşı Suçlar
- Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar
- İşkence ve Eziyet
- Koruma, Gözetim, Yardım ve Bildirim Yükümlülüğünün İhlali
- Çocuk Düşürtme, Düşürme ve Kısırlaştırma
- Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar
- Hürriyet Karşı Suçlar
- Şerefe Karşı Suçlar
- Malvarlığına Karşı Suçlar
- Genel Tehlike Yaratan Suçlar
- Çevreye Karşı Suçlar
- Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar
- Kamu Güvenine Karşı Suçlar
- Kamu Barışına Karşı Suçlar
- Ulaşım Araçlarına veya Sabit Platformlarına Karşı Suçlar
- Genel Ahlaka Karşı İşlenen Suçlar
- Aile Düzenine Karşı Suçlar
- Ekonomi, Sanayi ve Ticarete İlişkin Suçlar
- Bilişim Alanında Suçlar
- Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar
- Adliyeye Karşı Suçlar
- Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar
- Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar
- Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
- Milli Savunmaya Karşı Suçlar
- Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk
- Yabancı Devletlerle Olan İlişkilere Karşı Suçlar
TCK’da düzenlenen suçlar bunlardan ibarettir. TCK’da düzenlenen suçlar yukarıda belirtilen sistematik ve düzen içerisindedir. Bu başlıkların tek tek İslâm suç ve ceza hukukuyla mukayesesi için çalışmak gerekiyor. Bu mevcut ve mer’î ceza hukukumuz olduğu için kıyaslama, doktrin açısından tahlili ve analizi yapılmalıdır.
1. Ünal, M. (2023). İslâm Hukuku ve Mer‘î Hukukta Mukayeseli Olarak Görünüşte İçtima – Fikri İçtima Ayrımı, Necmettin Erbakan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 6(2), s.613-636
2. Ünal, M. (2023). “İslâm Hukuku ve Mer‘î Hukukta Mukayeseli Olarak Görünüşte İçtima – Fikri İçtima Ayrımı”, 615.
3. Ünal, M. (2023). “İslâm Hukuku ve Mer‘î Hukukta Mukayeseli Olarak Görünüşte İçtima – Fikri İçtima Ayrımı”, 632.
4. Hafızoğulları, Zeki- Güngör, Devrim. “Türk Ceza Hukukunda Suçların Tasnifi.” TBB Dergisi, Sayı 69, 2007, 21-50.
5. Hafızoğulları-Güngör. “Türk Ceza Hukukunda Suçların Tasnifi.”, 49-51
6. Hafızoğulları-Güngör. “Türk Ceza Hukukunda Suçların Tasnifi.”, 49-51
7. Hafızoğulları-Güngör. “Türk Ceza Hukukunda Suçların Tasnifi.”, 49-51
8. 1982 Anayasası
9. 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu